ABD-Çin Çatışmasının Taşıdığı Potansiyel Riskler Nelerdir? 

Gazeteci Taha Emin, ABD ile Çin arasındaki mevcut ve potansiyel çatışmanın taşıdığı riskler ve bu çatışmanın olası etkilerini Fokus+ için inceledi.
Taha Emin
ABD-Çin çatışmasının taşıdığı potansiyel riskler nelerdir
24 Haziran 2024

ABD ile Çin arasındaki ekonomik ve teknolojik rekabet yoğunlaşırken, Asya-Pasifik bölgesinde gerilimler artıyor.   

İki ülke arasında savaş çıkacağına dair olasılık, uluslararası arenada en önemli jeopolitik konulardan biri olarak karşımıza çıkıyor.   

ABD-Çin çatışması yalnızca ilgili iki ülkeyi değil, tüm uluslararası sistemi etkileyebilecek bir dizi ciddi riski de beraberinde getiriyor.   

Bu riskler arasında geniş çapta yıkım ve büyük insan kayıplarına yol açabilecek askeri gerilimin artması ile Asya ve Pasifik’teki bölgesel istikrarsızlığın yanı sıra ABD ve Çin ekonomileri arasındaki yakın bağlantı nedeniyle küresel ekonominin bozulması yer alıyor.   

Savaş kaçınılmaz değil  

ABD’li yetkililer, eğer patlak verirse “dünya için çok kötü sonuçlar doğurabilecek” böyle bir savaş istemediklerine dair güvence vermeye çalışıyor.  

ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin, 31 Mayıs tarihinde üst düzey güvenlik yetkilileriyle yaptığı bir toplantıda, Asya-Pasifik bölgesinde hızla artan gerilimlere rağmen, Çin’le savaş ya da çatışmanın “ne yakın, ne de kaçınılmaz” olduğunu ifade etti.   

Austin, “yanlış hesaplamalar ve yanlış anlamaları” önlemek için kendisi ile Çinli mevkidaşının birlikte çalışmaya devam etmesi gerektiğini de söyledi.   

ABD Savunma Bakanı bu açıklamaları, Singapur’da düzenlenen Shangri-La Diyalog Zirvesi’nin oturum aralarında, Çinli mevkidaşı Dong Jun ile bir saatten fazla süren görüşmesinden bir gün sonra yaptı.   

Söz konusu görüşme, ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin 2022 yılında Tayvan’ı ziyaret edip, Pekin’i kızdırması sonucu iki taraf arasındaki ilişkilerin gerginleşmesinden bu yana üst düzey savunma yetkilileri arasındaki ilk üst düzey toplantı oldu.   

Austin’in “Çin’le savaş ya da çatışmanın ne yakın, ne de kaçınılmaz” olduğuna dair açıklamalarına rağmen, iki süper güç arasındaki gergin ilişkiler, herhangi bir doğrudan askeri çatışmadan kaynaklanabilecek potansiyel riskler konusunda ciddi soruları gündeme getiriyor.   

Bu gerilimler, Güney Çin Denizi’ndeki bölgesel anlaşmazlıklar, teknolojik ve ekonomik rekabet ve Pekin’in bölgedeki askeri politikaları gibi bir dizi karmaşık siyasi, ekonomik ve askeri sorundan kaynaklanıyor.  

ABD ya da Çin, Pekin’in kendisine ait olduğunu iddia ettiği “Tayvan” konusunda uzun süredir devam eden tutumlarından taviz vermedi ve Pekin de Tayvan’ı kontrol etmek için güç kullanma olasılığını göz ardı etmedi.  

Pekin’in Güney Çin Denizi’ne ilişkin kapsamlı talepleri, başta Filipinler olmak üzere diğer ülkeler arasında doğrudan anlaşmazlıklar yaşamasına yol açtı.   

Savaşın yansımaları 


  • Yaygın yıkım
  • Büyük insan kayıpları
  • Küresel ekonominin bozulması
  • Uluslararası istikrarın sekteye uğraması
  • Pasifik bölgesinin alev topuna dönmesi 

Çin’in hazırlıkları   

Pekin onlarca yıldır büyük bir savaşa girmediği için ABD ile Çin arasında bir savaş ihtimali ilk bakışta uzak görünebilir.   

Ancak, Güney ve Doğu Çin Denizleri’ndeki kontrolünü genişletmek için askeri ve paramiliter yeteneklerini kullanan Çin, Hindistan’la kanlı anlaşmazlıklar yaşadı.   

Bugün Çin, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana herhangi bir ülkeden daha hızlı savaş gemisi ve füze üretiyor.   

Çin savaş uçakları ve gemileri de, tatbikatlarda Tayvan ve ABD hedeflerine yönelik saldırıları simüle ediyor.   

Öte yandan Çin’in askeri tesisleri, Asya’daki deniz yollarında konuşlu durumda.   

Komşu ülkeleri Pekin’in hak iddia ettiği alanların dışına iten Çin Sahil Güvenliği ve balıkçı tekneleri de bu denizlerde seyir halinde.   

Çin aynı zamanda Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline destek veriyor ve güçlerini Çin-Hindistan sınırında seferber etmeye devam ediyor.   

Çin’in geçmişe göre daha fazla savaş yapma eğiliminin göstergelerinden biri de, 1990-2020 yılları arasında askeri bütçeyi yaklaşık 10 kat artırması oldu.   

Pekin, şu anda toplam askeri harcama anlamında Asya’daki diğer ülkeleri geride bırakıyor.   

Önümüzdeki yıllarda dünyanın en büyük deniz ve balistik füze gücüne sahip olması beklenen Çin’in, Tayvan’a 500 mil mesafedeki tek üs olan Okinawa’daki ABD üslerini yok etme kapasitesine sahip geleneksel füzeleri içeren nükleer cephaneliği, ABD’ninkine rakip olabilir.   

Pentagon’un, “yenilgiye uğratmak” şöyle dursun, Çin’in Tayvan’a yönelik olası bir saldırısına hemen yanıt verip veremeyeceği bile artık belli değil.  

Çin ordusu son beş yılda genişletildi ve modernleştirildi.   

Hipersonik füze teknolojisindeki ilerlemeler, ABD’nin henüz eşdeğer bir orduyu sahaya sürmemesi nedeniyle Pekin’e avantaj sağlıyor.  

İki ülke arasındaki gerilimin nedenleri 


  • Güney Çin Denizi’ndeki bölgesel anlaşmazlıklar. 
  • Teknolojik ve ekonomik rekabet. 
  • Çin’in bölgedeki askeri politikaları. 
  • Çin’in Tayvan’ı zorla ilhak etme hedefi. 

Tayvan cephesi  

Çin, 4 yılı aşkın bir süredir Tayvan çevresinde, 2022 ve 2023’te düzenlenen büyük ölçekli askeri tatbikatlar da dahil olmak üzere çeşitli periyodik askeri faaliyetler yürütüyor.  

Çin Halk Kurtuluş Ordusu, Tayvan’daki ayrılıkçı güçleri kendi yollarında ısrar etmemeleri ve hatta risk almamaları konusunda uyarıyor.   

Ordu, bu konudaki emirlere uyacağı ve “tüm ayrılıkçı komploları kesin bir şekilde bastırmak” için kararlı adımlar atacağını da vurguluyor. Buna karşılık ABD kuvvetleri, Güneydoğu Asya bölgesindeki tatbikatlarını artırdı.   

Bu bağlamda, Nisan ayında Black Hawk helikopterleri, ABD ve Filipinler Donanması’ndan deniz piyadelerini, Tayvan’ın güney ucundan yaklaşık 160 km uzakta bulunan küçük bir adaya taşıdı.  

Ayrıca, otomatik ve makineli tüfekler taşıyan bir müfreze, buradaki havaalanı çevresinde mevzi aldı.  

Wall Street Journal gazetesinde yer alan bir habere göre, ABD Donanması’nı büyük güç rekabetine daha iyi hazırlamak amacıyla iki yıl önce kapsamlı bir şekilde oluşturulan bir kuvvet olan 3'üncü Sahil Deniz Piyade Alayı’ndan bir gücün de adada olduğu görüldü.   

Gazeteye göre bu güçler, bölgede büyük bir savaşa yol açabilecek, Çin’in Tayvan’a karşı bir saldırısı durumunda müdahaleye hazırlanmakla görevlendirildi.   

Savaş sırasında füze fırlatmak ve radarları çalıştırmak için hareket edecek olan bu denizciler, adalar ve kıyılarda küçük gruplar halinde konuşlandırılıyor.   

Aynı zamanda Çin füzeleri, sensörleri ve insansız hava araçları (İHA) tarafından tespit edilmeyecek şekilde hareket etmeye devam ediyorlar.  

ABD Donanması’ndan emekli olan Albay Mark Cancian, bu kıyıdaki güçlerin iki sorunla karşı karşıya olduğunu söyledi.  

Cancian, “Bunlardan ilki, herhangi bir çatışmada Çin’in “savunma çemberi” içindeki uç noktalara füze ikmali yapmasının zorluğudur. İkincisi ise birkaç isabetli saldırıdan sonra güçlerinin tükenmesidir” ifadelerine yer verdi.  

“Gerilimin tırmanması için bir fırsat teşkil ediyor”   

Fokus+’a konuya ilişkin değerlendirmede bulunan, Avrupa ve uluslararası ilişkiler analisti Hossam Shaker ise konuya ilişkin, “ABD ile Çin’in askeri tatbikatlar ve hareketleri açısından bu konu, Washington ile Pekin arasındaki stratejik rekabetin genel çerçevesiyle ilgilidir" dedi. 

Shaker, “Benzer şekilde, Çin’in Güney Çin Denizi ve Tayvan yakınındaki hareketleri de gerilimin tırmanması için bir fırsat teşkil ediyor” diye ekledi. 

Analist, her iki tarafın da bir miktar gerilimin tırmanacağını ima etseler de, bu ilişkiyi kontrolden çıkmayacak şekilde sürdürmeye istekli olduklarını vurguladıklarını söyledi. 

Shaker söz konusu açıklamasını şu ifadelerle sürdürdü: 

“Ukrayna savaşının Batı’nın silah ve finansman düzeyindeki yeteneklerini tüketmesi, Gazze savaşının bölgesel yansımaları ve seyrüsefer güvenliği üzerindeki etkisi sonrasındaki mevcut koşullar ABD için hiç de uygun değil. Dolayısıyla Çin ile tam ya da kısmi bir çatışmaya girilmesi söz konusu değil.” 

Çin’in yıllar içinde Tayvan’a doğru ilerlemesinin bir olasılık olduğunu vurgulayan Shaker, “Ancak Çin’in bu adımı şimdi atmak istediğini ve ABD’nin içinde bulunduğu çıkmazdan yararlanmak istediğini söylemek zor” şeklinde konuştu. 

Değerlendirmesine göre tüm olasılıkların geçerli olduğunu dile getiren Shaker, açıklamasına şöyle devam etti: 

“Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etme olasılığına ilişkin ön beklentileri düşünürsek, Rus kuvvetlerinin Ukrayna sınırlarında toplandığı görülene kadar bu olasılıklar mevcut değildi. Dolayısıyla bu konuda da kimsenin beklemediği sürprizler yaşanabilir.” 

İki ülke arasındaki ilişkilerin gidişatı 

Bu konudaki haberler, Washington ile Pekin arasındaki ilişkilerin seyrinin birçok aşamadan geçtiğini gösteriyor. 

Söz konusu haberlere göre ABD, “tam bir uyumsuzluk ve karşılıklı imha güvencesinden başlayıp, Nixon döneminde ortaya çıkan şaşırtıcı bir arada yaşama ve son olarak iki ülke arasındaki açıklık yoluyla gerçekleşen büyük dönüşüm” olmak üzere Çin’e karşı birbirinden çok farklı üç politika uyguladı. 

ABD ile Çin arasındaki karmaşık uluslararası ilişki, ABD’nin 1784’te Çin’e bir ticaret gemisi göndermesiyle başladı ve iki ülke arasındaki ilişki, 1927’deki Çin İç Savaşı sırasında ABD’nin Çin Milliyetçi Partisi’ne verdiği destekle derinleşti. 

Öte yandan ABD ve müttefikleri, 1937’de Japonlara karşı yapılan İkinci Çin-Japon Savaşı’nda da Çin’i destekledi. 

Üstelik bu destek 1940’ta verilen askeri desteğe kadar genişledi ve bu destek 1941’de Pearl Harbor’ın vurulmasından sonra daha da arttı. 

Birinci Dünya Savaşı’nın Japonya’nın yenilgisiyle sona ermesinin ardından, 1946’da Çin’de bir iç savaş daha çıktı ve milliyetçi hükümetin yenilgisiyle sonuçlandı. 

Mao Zedong’un 1949’da Çin Halk Cumhuriyeti’ni kurması, ABD'nin Çin ile ilişkilerini kısıtlamasına yol açtı. 

Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın 1971’deki Çin ziyareti, Birleşmiş Milletler’in (BM) Çin Halk Cumhuriyeti’ni tanıması ve hükümetinin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde  (BMGK) sandalye kazanmasıyla sonuçlandı. 

Daha sonra 1979’da, ABD ve Çin ilişkileri normalleşti. İki ülke diplomatik ilişkiler kurdu, ancak bu ilişkilerde istikrar sağlanamadı. 

Pekin’in 2007’de askeri harcamalarını yüzde 18 oranında artırmaya başlamasıyla, Batı’nın Çin’e yönelik korkuları küresel ölçekte arttı. 

Bu durum, Çin’in “barışçıl bir artış” olduğunu iddia etmesine rağmen, bunu “düzensiz ve güvenilmez” olarak değerlendiren ABD hükümetini memnun etmedi. 

2008 yılında, Çin’in ABD’nin en büyük alacaklısı haline gelmesiyle elde ettiği ekonomik nüfuzun bir sonucu olarak Washington’ın endişeleri arttı. 

Çin 2010 yılında, ABD’nin ardından ikinci büyük ekonomi olarak uluslararası ekonomik liderlik yarışına resmen girdi. 

Uzmanlar, Çin’in bu yarışı kazanarak, 2027’nin en büyük ekonomisi haline gelmesini bekliyor. 

Bu durum, ABD’nin Asya’ya yönelik dış politikasında, Çin’in artan uluslararası ekonomik nüfuzunu kontrol altına almaya yönelik bir değişikliğe yol açtı. 

Çin’i caydıracak “cehennem sahnesi” 

Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in ordusuna 2027 yılına kadar Tayvan’ı zorla ele geçirmeye hazırlanma talimatı verdiğine dair istihbarat sızıntılarıyla birlikte, ABD’nin bölgesel ortaklarıyla iş birliği yapma ve Çin işgalinin başarıya ulaşmamasını sağlama yönündeki çağrıları arttı. 

The Washington Post gazetesinde 10 Haziran tarihinde yer alan Josh Rogin imzalı bir makalede ABD’nin bu konudaki olası planına değinildi. 

ABD’nin olası planı, Tayvan Boğazı’na akın edecek ve daha fazla yardım gelene kadar Çin ordusunu meşgul edecek binlerce yeni İHA'nın inşa edilip konuşlandırılmasına dayanıyor. 

Bu planları gerçeğe dönüştürmek için zamanın daraldığına dikkat çekilen makalede şu ifadelere yer verildi: 

“ABD Hint-Pasifik Kuvvetleri’nin (INDOPACOM) yeni Komutanı Amiral Samuel Paparo bir röportajında bana, Çin’in olası stratejisinin çok az uyarıyla büyük bir saldırıyla Tayvan’ı alt etmek olduğunu söyledi.” 

Makalede, Çin Devlet Başkanı Şi’nin, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, Rusya’nın ilk geniş çaplı işgalinin başarısız olan ve uzun bir yıpratma savaşına dönüşen, 2022’de Ukrayna’da yaptığı hatayı tekrarlamak istemediğine vurgu yapıldı. 

Paparo’ya göre Şi’nin varsayılan stratejisini engellemenin anahtarının “Hellscape” adlı ABD stratejisi olduğu belirtilen söz konusu makale şu ifadelerle devam etti: 

“Burada fikir şu; Çin’in işgal filosu, Çin ile Tayvan’ı ayıran 160 kilometrelik deniz yolu boyunca ilerlemeye başlar başlamaz, Washington “Tayvan, ABD ve müttefiklerine harekete geçme şansı vermek” için binlerce insansız denizaltı, uzaktan kumandalı tekne ve  İHA’yı konuşlandıracak.” 

Makaleye göre bir dizi gizli yeteneği kullanarak, Tayvan Boğazı’nı insansız bir cehenneme dönüştürmek istediklerini ifade eden Paparo, “Böylece bir ay boyunca hayatlarını tamamen perişan edebiliriz, bu da bize geri kalan her şey için zaman kazandırır” diye ekledi.  

Paparo’ya göre, Çin'in askeri bütçesi muhtemelen Pekin’in kamuoyuna açıkladığı rakamın üç katı kadar, bu da yıllık yaklaşık 700 milyar dolar anlamına geliyor. 

Buna karşılık ABD Hint-Pasifik Komutanlığı’nın bütçesi ise, bu yıl ihtiyaç duyduğu rakamdan 11 milyar dolar eksik. 

Söz konusu makalede, “Hellscape” planı zamanında oluşturulsa bile, İHA filolarının tek başına Pekin’in Boğaz tarafındaki devasa askeri yığınağıyla boy ölçüşemeyeceğine vurgu yapıldı. 

Çin ordusunun nükleer, deniz, hava kuvvetleri, siber, istihbarat ve elektronik savaş yeteneklerini rekor hızlarda genişlettiğinin de altı çizildi. 

Çin Devlet Başkanı’nın tartışmalı jeopolitik ortamda orduya daha fazla ağırlık vermesi nedeniyle, ülke 2024 yılında savunma bütçesini artırma kararı aldı. 

Pekin, ABD’den sonra “savunma harcamasında dünyanın en büyük ikinci ülkesi” olan konumunu korumaya çalışıyor. 

Şi’nin orduyu savaşa hazırlama, Tayvan konusunda çatışmaya ve Tayvan’ı potansiyel bir Çin işgaline karşı savunabilecek ABD ile olası bir doğrudan çatışmaya hazırlanma yönünde defalarca yaptığı çağrıların ortasında, savunma bütçesi yüzde 7,2 oranında artırarak 231 milyar doların üzerine çıkarıldı. 

Doğrudan savaş ihtimali var mı? 

Siyasi araştırmacı Muhammad Sarmini de, Washington’un seçimlerden önce büyük küresel krizlere girmek istemediğini anlayan Pekin’in, şu anda özellikle Tayvan konusunda ABD’ye karşı gerilimi tırmandırmaya çalıştığını söyledi. 

Sarmini Fokus+’a yaptığı özel açıklamada, “İki taraf arasındaki gerilimi tırmandırma diline rağmen, taraflar arasında doğrudan bir askeri çatışma olasılığı tamamen düşünülemez olmasa da çok sınırlı görünüyor” dedi. 

İki süper güç arasındaki doğrudan bir savaşın kısa sürmeyeceğine dikkat çeken Sarmini şunları söyledi: 

“Böyle bir savaş, iki taraf için de ağır kayıplara yol açacak ve her iki ülke de savaştan galip çıkamayacak ve çoğu durumda yıkıcı etkileri İkinci Dünya Savaşı’nın etkilerini aşacaktır.” 

Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin tüm küresel ekonomilere yönelik yansımalarını hatırlatan Sarmini, “Çin ile ABD arasında savaşın çıkması küresel ekonominin tamamen felç olmasına yol açacak. Ekonomik güç bakımından ilk iki sırada yer alan bu iki ülke, istisnasız tüm dünya ekonomileriyle organik olarak bağlantılıdır” dedi. 

İki ülkenin ticaret, siber çatışmalar veya vekalet savaşları yoluyla silahsız çatışmayı sürdürmesini bekleyen Sarmini, açıklamasında ayrıca şu ifadeleri kullandı: 

“ABD Tayvan’ı destekliyor ve nüfuz oluşturmaya çalıştığı ülkelerde Çin’i kuşatmaya çalışıyor. Çin de ABD’nin siyasi veya askeri nüfuz sahibi olduğu ülkelerde aynısını yapıyor.” 

Sarmini, aynı zamanda iki ülkenin aralarındaki sert rekabetin olumsuz etkilerini azaltmak için birbirleriyle diyalogu sürdüreceğinin altını çizdi. 

Araştırmacı, “Bu diyalogdan çıkacak sonuçlar, Beyaz Saray yönetimi, dünyanın diğer bölgelerindeki askeri ve siyasi durumlar gibi birçok faktöre göre değişiklik gösterecek” şeklinde konuştu. 

Sarmini ayrıca, “Örneğin Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü savaşın sonuçları, iki ülkenin gerilimin tırmanması ya da sakinleşmesi açısından yönünü etkiliyor” diye ekledi.