Bilim ve Dinin Epistemik Uzlaşmazlığı

Bilim ve din hakkındaki öznellik – nesnellik tartışmalarını ve “epistemik uzlaşmazlık” kavramını Dr. Yasin Ramazan Başaran, Fokus+ için kaleme aldı.
Yasin Ramazan
Bilim ve Dinin Epistemik Uzlaşmazlığı
1 Temmuz 2024

Bilim nesnel, din öznel midir? Bu soruya “evet” cevabı verenlere göre Dünya’nın Güneş’in etrafında dönmesi veya canlıların DNA adı verilen nükleik asitlerden oluşması gibi olgular, bilenin kim olduğundan bağımsız olarak doğrudur. Diğer yandan, Tanrı’nın hikmet sahibi olması veya insanlara gerektiğinde yardım etmesi gibi olgular, kişinin öznel inancıyla sınırlı olduğu için farklıdır.  

İlginç bir şekilde, bir yandan bilimselliği önceleyen ateistler nesnelliğin zaferi olarak kucaklarken bu ayrımı, diğer yandan dini inançlara özel bir alan açtığı için Tanrı’ya inanan insanlar sahiplenir. Buna göre her iki taraf için de din ve bilim epistemik bir uzlaşmazlık içindedir. Birbirine karşıt amaçlara sahip taraflar, bilimin nesnel ve dinin öznel olduğu görüşünde buluşurlar. Buna “epistemik uzlaşmazlık” tezi diyelim. Ben epistemik uzlaşmazlık tezinin, bilime de dine de zarar verdiğini düşünüyorum.  

Epistemik uzlaşmazlık tezinde bilimin nesnelliği ne anlama gelir? Nesnellik yaygın olarak, bir şeyin onu izleyenden bağımsız olarak nasıl olduğunu bilme anlamında kullanılıyor. Yani olanı olduğu gibi görmek demek. Ancak bu nesnellik tanımı, bilimsel yöntemlerden çıkarılabilecek bir sonuç değil. Yani bilim, bu anlamdaki bir nesnelliği sağlamak için bir yönteme sahip değil.

Bilim ve nesnellik

Öncelikle, bilimsel yöntem sadece üzerinde anlaşabileceğimiz deneyimleri dikkate alır. Peki, üzerinde anlaşamayacağımız, sadece bize açık deneyimler? Bilim bunları yöntem gereği bir kenara bırakır. "Bilim” diyor Erwin Schrödinger “-her ne kadar varsalar bile- bilinç, irade, çaba, acı, zevk ve buna bağlı sorumlulukların yokluğunda da yola her zaman olduğu gibi devam edebileceğini bildiğinden, tüm sahneyi otomatik bir saat mekanizması gibi hayal etmeye imkan verir.” 

 

Bu hayal etme, deneyimlerin matematik ve mantık aracılığıyla soyut ve formel bir modelini çıkarmayı içerir. Böylece bilimsel olarak esas incelenen şey, bu modellerin birbirine ve deneyime uygunluğudur. Yani bilim, olanı olduğu gibi görmeye değil olanların arasından üzerinde anlaşabileceklerimizi seçerek soyutlamalar yapar. Ama Schrödinger’in dışarıda bıraktığı anlatıcı kişinin öznel deneyimleri yani bilinç, irade, çaba, acı ve zevk gibi şeyler de bir şeyin nasıl olduğu deneyimine dahildir. Biz sadece bilim yapmak adına onları kenara bırakabiliriz. Ona göre biz basitleştirici bir araç olarak kendi kişiliğimizi kırptık ve zihnimizi manzaranın dışında tuttuk. Bu demektir ki, bilimdeki nesnellik, bir şeyin izleyenden bağımsız olarak nasıl olduğunu bilmek anlamına gelmez. İzleyenin deneyimlerini farklı şekilde değerlendirmek anlamına gelir.  

Durum böyleyse, bilimin nesnel olduğu yanlış mı? Elbette hayır. Sadece bilimin olanı olduğu gibi gösterdiği görüşü yanlış. Bilimsel çalışmalar, ortak deneyime dayanır, ortaklaştırılabilecek deneyime odaklanır. Bunların dışında kalan deneyimler için bilimsel yöntemin söyleyecek bir şeyi yoktur. Epistemik uzlaşmazlık tezi, bilimsel nesnelliği yanlış ele aldığı için, öznel tüm alanın bir şekilde nesnele indirgenebileceğini varsayar. Yani buna göre, bir kişi olarak yaşadıklarımız ve hissettiklerimiz ya bir biyolojik işlevle ya sosyolojik bir dalgalanmayla tamamıyla açıklanabilmektedir.   

Ancak Schrödinger’in yukarıda hatırlattığı üzere, insan deneyiminin önemli bir kısmı özneldir ve bunların asli özelliği öznel olması, yani mesela tekrar edilememesi, paylaşılamaması ve ölçülememesidir. Bir çocuğun doğumunu düşünelim. Onun dünyaya gelişi aslında biriciktir. Ancak nesnel bir şekilde, her bebek gibi o da “o yıl doğan insanlar” veya “şu ülkenin vatandaşı” gibi bir kategoride yalnızca bir rakamdır. Biriciklik, rakam olarak ‘bir’e indirgenemez; rakam olarak bir de biricikliğe. Üstelik, mesela, tamamıyla öznel bir deneyim olan “bir yerde bulunma”, tüm nesnel araştırmaların, gözlemlerin ve ölçümlerin ön şartıdır. Laboratuvarda bulunmuyorsanız deneye nasıl katılacaksınız? Ördek tüyünü gözlemleyebilecekseniz, ördek tüyünün dışında sizin de orada bulunmazı gerekmiyor mu? Kısacası, bilimsel araştırmaların sıhhati için öznel olanı öznel, nesnel olanı nesnel olarak anlamaya çalışmalıyız.  

Bilim böyle iken, dinde de öznel bir iç dünyanın ve bireysel inançların ötesinde, sürekli ibadetin, bir gelenek tarafından iletilen esasların, bir ülkü etrafında toplanan inananların deneyimlerini nasıl değerlendirmeliyiz? Yani dini bir inancın edinilmesi veya kaybedilmesinin, bireyin kimseye açık olmayan dünyasında bir yeri olabilir. Ancak hiçbir inanan, kendini diğer inananlardan, bir cemaat ve cemiyet olarak yaşanan dini hayattan, ibadetlerin psikolojik-sosyolojik-biyolojik etkilerinden bağımsız olarak inanıyor değildir.  

"Yalıtılmış öznel alan" 

Aydınlanma düşüncesinin yalıtılmış akılcı anlayışı, dini inancın da aklın konumuna benzer saf bir imana dayanması gerektiğini içeriyordu. İnanan insan hiçbir “etkiye” maruz kalmadan inanmalıydı. Bunun böyle olmadığını iki gözleme dayanarak anlayabiliriz.  

 

Öncelikle, dini inanç, yalıtılmış öznel bir alanda doğmaz. Başlangıçta inançlarla örülü bir bağlamın içinde buluruz kendimizi. Tanrı’nın varlığı ve inayeti, Satürn’ün Venüs’ten uzaklığı kadar gerçektir o sırada. Bu, inançların özellikle erken yaşlarda nesnel bir temelde elde edildiğini gösterir. İkinci olarak, dini bir inancı olsun veya olmasın, kimsenin duygu ve düşünce dünyasının çevresinden bağımsız gelişmediğini, çevresel, ekonomik, psikolojik pek çok faktörün etkisiyle şekillendiğini görürüz. Bu da demektir ki, öznel olarak taşısak bile inançlarımız dışarıdan onaylanır. Hatta aynı şekilde, inançlarının yanlış olduğunu düşünmeye başlayan biri yine bunu kendi dışında teyit edecektir. Bu da yine yukarıdaki anlamda dinin sadece öznel değil aynı zamanda nesnel bir gerçekliğe de sahip olması demektir.   

Toparlayacak olursak, dinin öznel, bilimin nesnel olduğu iddiası olarak tanımladığım epistemik uzlaşmazlık tezi nesnelliğin ve öznelliğin yanlış anlaşılmasından kaynaklanmaktadır. Bilimin de dinin de öznel ve nesnel tarafları vardır ve bunlar herhangi bir operasyonla “elimine” edilemez. Çünkü bilim, öznelliğin sağladığı şartlarda nesnelliği yakalayan bir yöntem geliştirmişken, din de nesnelliğin sağladığı şartlarda öznel yaşanan inançları doğurur. Bilim ve dinin çatıştığına ve temelde uzlaşmaz olduğuna dair başka tezler ileri sürülebilir. Şu an onlar odağımızın dışında kalıyor. Ancak bu uzlaşmazlığın öznellik ve nesnellik üzerinden savunulamayacağı açıktır.  

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.