Sınırsız Kötülüğün Zirve Yılı

Yazar Gökhan Özcan, 7 Ekim’den bu yana insanlığın sınıfta kaldığı “Gazze sınavının” vicdani boyutunu Fokus+ için kaleme aldı. 
Gökhan Özcan
Sınırsız Kötülüğün Zirve Yılı 
4 October 2024

42 bin civarında şehit, bunların 17 bine yakını çocuk, 12 bine yakını kadın… Yüz bine yakın yaralı… Harap edilmiş bir şehir ve terör devletinin bölgeye yayılan kudurgan saldırganlığı… Bir yılda Siyonist/terörist İsrail’in gerçekleştirdiği vahşet ve kötülük tablosu bu. Muhtemel ki asıl durum bundan çok daha vahim, çünkü bölgeden eksiksiz bilgiler edinmek şu an için mümkün değil. Aslında artık sayıların önemi de kalmadı. Ölüm çetelesine her gün yüzlerce yeni kayıp eklemek zalimleri utandırmıyor, aksine daha fazla gurur duyuyorlar yaptıklarından.  

Belli bir yaşa geldim, yaşadığım zaman boyunca nice büyük felaketler, savaşlar, zulümler gördüm. Hepsinde insanlığın gelip dayandığı iyi kötü bir ortak izan zemini vardı. Kötülüğün failleri suçlarını örtbas etmeye çalışır, yaptıklarını makul gösterecek izahlar geliştirmek, bahaneler ortaya koymak için en azından propaganda faaliyetleri yürütürlerdi. Bunu yaparlardı, çünkü mâşerî vicdanda mahkûm edilmek az ya da çok umurlarındaydı. Bugün İsrail ve bu zalim terör devletinin her türlü haddi aşan zulmüne ortak olanlar için kötülük sırıtkan, şımarıkça bir şey artık, insanlığın yüzüne yüksek sesle ve gururla haykırılabilen bir şey… Utanmıyor, sıkılmıyorlar yaptıklarından; izaha, bahane aramaya ihtiyaç duymuyor, hatta gurur duyuyorlar.

Milat  

7 Ekim’de başlayan süreç kötülüğün yeni miladıdır artık. İnsanlık için bugünler ve gelecek adına kurmaya niyetlendiğimiz her cümle zulmün bu zirve yılını hesaba katmak durumundadır. Kötülüğün durma noktası kaybolmuş, her türlü insaf hududu aşılmıştır. İnsanlık, elinde güç olan, para olan, silah olan, bomba olan, nüfuz olan şeytani güçlerin topyekûn saldırısı altındadır. Buna ilave olarak; iyiliğin teyakkuz kabiliyetinin sandığımızdan daha da zayıflatılmış olduğu, iyilik tarafında saf tutanların kendilerini savunma araçlarından tamamen mahrum olduğu, hunharca katledilen bir milletin imdadına yetişmek üzere harekete geçirecek herhangi bir organizasyon oluşturulamadığı gerçeği de kahredici biçimde yüzümüze vurulmuştur. Vurulan sadece Gazze değildir bu süreçte, hepimiz kalbimizden, insanlığımızın alnından vurulduk aslında. Hatta bir ilerisini söyleyeyim bunun; hayatiyetini en az kaybeden Gazze ve Gazzeliler olmuştur, acıyla, kahırla, utançla geçen bu bir yıl boyunca. Bir yıl diyorum ama kalbi olanlar için kahrın koca bir yüzyılıdır artık bu bir yıl!

 

İnsanlık adına kurulmuş cümleler diyoruz ya, baştan sona bir güncelleme şart olmuştur artık. Kavramsal bir yenileme yeterli olmaz, her şeyi yeni baştan ele alıp gerçek anlamına kavuşturmak gerekiyor. Batı medeniyeti diye millet olarak neredeyse iki yüzyıl boyunca kendimizi kandırdığımız değerler (!) bütününü şaşmaz bir terazide yeniden tartmamız gerekiyor.  

Zulme karşı sessizlik  

Kötülüğün geldiği izan ve insaf dışı yeri şaşkınlıkla karşılayan ve büyük infial yaşayan Batılı sıradan insanlar bunu yapıyor bugün. Konunun eski tartışmalara yeni paragraflar eklenerek anlaşılamayacağının farkındalar. Ancak üzülerek ifade edeyim, bizim gibi Gazze meselesine doğrudan taraf olması gereken toplumlarda bu konu hâlâ geçen yüzyılın statik, kireçlenmiş, düğümlenmiş argümanlarıyla demode biçimde tartışılıyor. Bunu anlamak gerçekten zor; Türkiye’den, güce, otoriteye, emperyalizme, kapitalizme karşı mücadele ettiğini söyleyen ideolojik grupların bir kısmı da içinde olmak üzere zalimlerin yanında saf tutan azımsanmayacak kadar çok insan çıkabilmiştir. Nasıl ve neden? Gazze Arap olduğu için mi? Yoksa Müslüman olduğu için mi? Görünüşte başka bir sebep yok çünkü!  

Vuran belli vurulan belli. Katleden belli katledilen belli. İnsanlıktan çıkan belli insanca ölümü göğüsleyen belli. Parayı, gücü, en ağır silahları masum insanları kırmak için kullanan belli, bunlar karşısında kendini savunacak hiçbir şeyi olmayan bebekler, çocuklar, kadınlar, yaşlılar belli. Zalimler apaçık belli, mazlumlar apaçık belli. Kalp sahibi herkesin görebileceği kadar ayan beyan ortada her şey! Ne kadar acıtıyor insanın içini bu insanlık manzarası! Daha yüz küsur yıl önce, aynı emperyalist güçlere karşı kurtuluş savaşı vermiş bir milletin çocukları arasından zalimle empati kurabilecek zihniyette kalabalıkların çıkabilmesi ne acı gerçekten! Ve vakit bu topraklarda neyi yanlış yaptığımızı düşünmek için ne kadar geç!  

“Evrensel değerler” 

Vakit geç evet ama nalına mıhına dokunan bir muhasebe yine de kaçınılmaz bizim için! Gazze’de ve şimdi Lübnan şehirlerinde her gün yüzlerce insan katledilirken yapmak zorunda olduğumuz bir muhasebe bu! Yapmak zorundayız çünkü geçen yüzyıl boyunca, kötü kendi kötülüğünü güç olarak, servet olarak, imkan olarak, silah olarak inşa ederken yapmadık bunu.  

 

Bizi evrensel değerler diyerek kendi aslı astarı olmayan kavramlarıyla oyaladılar. Kendilerine dünyanın kendileri gibi olmayan yarısından servet devşirirken, milletleri köleleştirip madenlerine el koyarak onları yoksullaştırırken, bize demokrasi, insan hakları, hürriyet, müsavat masalları sattılar. Bizi kendi değerlerimizden soğutup çalıntı servetlerle yükselttikleri şehirleriyle, dev şirketleriyle, havalı teknoloji numaralarıyla bir illüzyona soktular hepimizi. Bugün bize sattıkları bütün o afili kavramlara kendilerinin zerre kadar inanmadığını görmüş olduk.  

Zamanı gelmiş olmalı ki, dünyanın yarısını sömürgeleştirerek yükselttikleri o kanlı uygarlığın sopasıyla hepimizi ölesiye dövüyorlar. Bunu yapabiliyorlar, çünkü biz ayakta uyuyarak kendimizi güçsüzlüğe mahkûm ettik. Temeli tevhid olan bir dinin ümmeti birlik olamaz, bir tükürükte boğacağı bu şımarık devletin karşısında duramaz oldu.  

Müslümanca bir basiret sahibi olmayı istemekte geç kaldık. Dünyanın kötü gidişatını anlamakta geç kaldık. Zehrin yavaş yavaş her yanımıza sirayet ettiğini görmekte geç kaldık. Zalimlerin gücünün nereden geldiğini sorgulamakta geç kaldık. Birilerini zengin, müreffeh, rahat kılan imkanların dünyanın geri kalanını neden yoksulluğa, açlığa, sefalete mahkûm ettiğini sormakta geç kaldık. Bizim hiç kimseye zarar vermemiş, hakkaniyet dışında adım atmamış değerlerimiz öcüleştirilir, mahkûm edilirken, kanlı sömürgeleştirmenin katlettiği milyonlarca canın hesabını sormakta geç kaldık.  

Bugün Batılı insanlar geçen yüzyılın yalanlarının sırları bir bir dökülürken büyük bir şaşkınlık yaşıyor, ne kadar büyük bir yalana inandırıldıklarını sorguluyorlar. Biz bu yalanın yalan olduğunu en önce bilmesi, anlaması, idrak etmesi gerekenlerdik, bu kirli uygarlıkların maskesini ilk düşürmesi gerekenlerdik, onlara bu küresel insanca uyarıyı ilk yapması gerekenlerdik. Bırakın Batılı insanları, kendi insanlarımıza, hatta kendimize bile yapamadık bunu. Çünkü çok geç kaldık anlamakta, her şeyi yerli yerine koymakta. Anlayanlarımızın sesine dikkat kesilmekte, söylediklerini dinlemekte… Anlaşılıyor ki hızla kendi şuurunu kazanmakta olan başka dünyanın insanlarından öğreneceğiz yine her şeyi. Bu da başka bir kahır sebebi, başka bir acı!  

 

Kafalarımızı değiştirmemiz lazım, bunu ötelemek için yerimiz yok. Her şeyi yeni baştan düşünüp kayda bağlamamız lazım. İğneyle kuyu kazmak lazımsa, hiç küçümsemeyip kolları sıvamalı iğneyle kuyu kazmaya başlamamız lazım. Zamanı iyi tahlil eden, bilgili, ahlaklı, donanımlı, ucundan tuttuğu her işin hakkını veren, mütevazı ama vakur; her şeyi düzene sokmak, her eğriyi doğrusuna bağlamak için sabırla, dirayetle, şuurla çalışan gençler, hayırlı gayretlerde bulunup hasılasını Allah’tan bekleyen nesiller yetiştirmek zorundayız.   

Ne yapmalı?  

Bugün zulmün karşısında eğilmeyen kardeşlerimiz hariç hepimiz mağlubuz, kötülerse kâğıt üstünde galip… Yarın, ondan bir sonraki gün, bir sonraki gün böyle olmaması için Allah’ın rızasına uygun hayatlar yaşamaya ve şu içinde bulunduğumuz kahırlı halden kurtulmak için her alanda ama gerçekten her alanda çok çalışmamız lazım… Tıpkı kötülerin yıllardır yaptığı gibi… Bu işlerin sadece tweet atarak, öfkeli paylaşımlarda bulunarak, kendi kendimize söylenerek olmayacağı kesin… Yapılması gereken doğru işleri yapmaya devam ederek, zalimi gündemde tutarak, mazluma destek olarak, kötülüğün sermayesine giden her kuruşun önünü keserek insanca duruşumuzu korumak olmalı. Ama bir yandan da bundan daha ötesini düşünerek, günlük isyanlarımızın ötesine geçerek yeni kişilikler, yeni şuurlar, yeni donanımlar ve beceriler elde etmeliyiz.   

Halen zulmün sermayesine para kazandırarak haberleşiyoruz kendi aramızda, bunu değiştirecek mesaiyi vermeli teknolojide dirsek çürüten kardeşlerimiz mesela. Zamanı kendi lehimizde kullanmayı ve boş işlerle uğraşmamayı öğrenmeliyiz hepimiz mesela. Kayıkçı kavgalarında çene yarıştırmaktan, demode argümanlarla üste çıkmaya çalışmaktan, ona buna çakmaktan kurtulup gerçekten fikir ve birikim sahibi olmaya çalışmalı gençlerimiz mesela. Zihni bir derinlik, nazarını yeni ufuklara çevirmiş bir görme kabiliyeti, sözünü zamanında söyleyen bir kalbî mesuliyetin peşinde olmalı artık insanımız mesela.  

Tam bir yıl oldu. Gazze’nin alnı ak, bizimki kara. Ve kötüler hiçbir ölçü tanımıyor artık kötülüklerinde. Peki, iyi olmak için, iyiliği kötülüğün karşısına dikmek için, iyiliğin sesini bütün insanlığa duyurmak için biz ne yaptık bir yılda? Tıknefes kalmış bir doğruyu diriltmeye çalıştık mı mesela? Yaptığımız paylaşımlardan, katıldığımız gösterilerden, attığımız sloganlardan, kahırlı itiraflardan, kendimize acıma tiratlarından bahsetmiyorum, hayır! Bunların bir kısmı gerekli, yapalım tabii onları. Ama başka bir şeyden, daha önemli bir şeyden, eğrilmiş bir doğruyu düzeltmekten, eksilmiş bir gerçeği tamamlamaktan, bir zayıflığı güçlendirmekten, bir ihtiyacı karşılamaktan bahsediyorum. Sanmayalım ki bunlar Gazze’de yaşananlarla ilgili değil! Bu savaşı kazanmanın bir kısa yolu yok! Kaybettiğimiz yer neresi ise, kazanmak için orayı fethetmemiz gerekiyor. Aksi, bugünü çözsek bile yarını, yarınları yine kahra boğacaktır! 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.