Ümmü Gülsüm ve Türkler: Zaman Kaybolur mu?

“Doğu'nun Yıldızı” ve “Mısır'ın 4. Piramidi” olarak anılan Mısırlı efsanevi şarkıcı ve söz yazarı Ümmü Gülsüm’ün Türkiye’deki namını ve Türk Musikisi’nin yasaklandığı dönemleri Dr. Murat Özyıldırım, Fokus+ için kaleme aldı.
Murat Özyıldırım
Ümmü Gülsüm ve Türkler Zaman Kaybolur Mu
7 Haziran 2024

Küçük bir köyden çıkan, güzel sesli Ümmü Gülsüm, kısa sürede önce Kahire’nin, ardından bütün Mısır’ın en şöhretli ismi olmuş, plakları, radyo konserleri, filmleri onun bütün Orta Doğu ülkelerinde tanınmasını sağlamıştır. 

İyi şairlerin sözlerine, dönemin en iyi bestecileri eserler bestelerken Ümmü Gülsüm, olağanüstü yorumlarıyla bu eserleri seyircilerle buluşturmuş ve sonuç muhteşem olmuştur. Radyo konserlerinin canlı yayınlandığı saatler, Orta Doğu’da sokakların boşaldığı zaman dilimine dönmüş, filmleri, kendisini sahnede göremeyenler için fırsat sunmuştur. 

Araplar, aradıkları özelliklere sahip sanatçıyı Ümmü Gülsüm’de bularak benimsemiştir; fakir, köylü ailenin kızı olarak Ümmü Gülsüm sıradan bir Mısırlıdır. Ümmü Gülsüm, Müslüman, vatansever, Cemal Abdünnasır’la ilişkileri gayet iyi, Filistin gibi milli davalara sahip çıkan mütevazı biridir. 

Ümmü Gülsüm’ün günümüze ulaşan görsel kayıtları dikkatle incelendiğinde konserlerinde halkın muazzam tezahüratı dikkat çekmektedir. Sanatçının ellerine sarılan hatta ayaklarına kapanan hayranlarının yanı sıra oturdukları koltuklarda, şarkıların uygun yerlerinde kendisini öven coşkulu bir seyirci kitlesi vardır. Ümmü Gülsüm, elinde her zaman mendiliyle seyircilerinin karşısına çıkmakta, mahcup tavrıyla mütebessim, onlardan biri olarak durmaktadır. Dinleyicilerin kendilerinden geçerek “tarab” oluşturması ise Ümmü Gülsüm’ün sanatındaki başarısını gözler önüne sermektedir. 

Ümmü Gülsüm’ü unutulmaz yapan şeylerden biri, sanatçının Mısır dışında verdiği konserlerdir. Bunlar olağanüstü performanslardır. Ümmü Gülsüm’ün yurtdışı konserleri Mısır’ın İsrail karşısında savaşlarda aldığı mağlubiyetlere karşı destek bulmaya, kırılan Arap onurunu tekrar birleştirerek ayağa kaldırmaya yönelik sanatçı çabalarıdır. Fas’tan, Kuveyt’e birçok ülkede verdiği konserler, o dönemde büyük ses getirir. Böylece Ümmü Gülsüm, sadece Mısırlılar için değil bütün Araplar için bir vatansever sembol haline dönüşür… 

Hikâyemizin buraya kadar olan kısmı, Arap dünyası ile özdeşleşen bir sanatçının etkisini genel olarak özetlemektedir. Saygıdeğer okur, “Ümmü Gülsüm bir Arap, okuduğu eserler Arapça, dinleyenler de Araplar, dolayısıyla Arap halkı için sanatçının önemi anlaşılıyor” diyebilir. Oysa aynı yıllarda Orta Doğu’da bir zamanların kudretli ülkesi olan fakat savaşlardan pek yorgun düşmüş, Arap olmayan, yeni bir rejim ve yeni ideallerle idare edilen fakir bir ülkenin insanları da Ümmü Gülsüm’ü sessiz sedasız takip etmektedir: Türkiye. 

 

Türkler, Ümmü Gülsüm’ü keşfediyor… 

Belki birçokları için şaşırtıcı olacaktır ama Araplardan sonra bu coğrafyada Ümmü Gülsüm’ün yıllarca en büyük hayran kitlesini Türkler oluşturmuştur. 

Orta Doğu’da bin yıldan fazla bir süredir var olan Türkler, kuşkusuz birçok yerde Araplarla birlikte yaşayan ve kültürel bakımdan etkileşim içinde olan en büyük topluluğu oluşturmaktadır. Bu etkileşimin tarihî izleri, musikide kuvvetli bir biçimde yakalanabilir; çalgılar, besteler, makamlar bazı farklar olmakla birlikte birbirine son derece benzemektedir. 

Herhalde lisan farkı olmasa icra edilen birçok eserin daha geniş topluluklara etki etmesi gayet mümkündür. Nitekim büyük nazariyatçı, neyzen ve bestekâr Rauf Yekta Bey, “… Arap musikisiyle Türk musiki(si)… arasındaki… farklılaşma(nın)… yegâne sebebinin (lisan ayrılıklarının neticesi olan) üslûp ve eda farkı olduğuna ve bu milletlerin nağmelerinin teşekkülüne dâhil olan seslerin aynı kaldıklarına dikkat etmek lazımdır…” demektedir. 

Hâkimiyet sahasını büyük savaşın sonunda kaybeden Türkiye, saltanat ve hilafetin kaldırılmasının ardından cumhuriyetin ilânı ile yönünü Batı’ya çevirmiştir. Değişiklikler rejimle sınırlı kalmamış, ülkeyi bin yıllık Şark medeniyet kimliğinden koparacak devrimler peş peşe yapılmıştır; Arap alfabesi terk edilmiş, Batı kıyafetleri benimsenmiş, şer’i hukuk yerini Batı kanunlarına bırakmış, şapka mecburî yapılmış, ezan, Türkçe okunmaya başlamıştır. İdare, Batılılaşmayı kurtuluşun yegâne çaresi olarak görmüştür.  

Devrimler, musikiye de yönelmiş, köklü Türk Musikisi, irtica ve saltanat ile ilişkilendirilerek milli olmamakla hatta meyhane musikisi olmakla suçlanmıştır. Hâl böyle olunca dünyada benzeri olmayan “musiki devrimi” fikri ortaya çıkmıştır. Böylece Türk musiki zevki, Batılı beğenilere dönüştürülmek istenmiştir. Gazetelerde konu, hararetli tartışmalara neden olmuştur. Batılılaşma taraftarı hızlı devrimcilerin Şark’a ait ne varsa yok etme isteği, musikiyi doğrudan hedef almış ve 1926’da okullarda Türk Musikisi eğitimi, 1976 yılına kadar yasaklanmıştır.

Türkiye’de radyoda Türk Musikisi yasağı  

Türk radyosunda az da olsa yer bulan Türk Musikisi, 1934 yılında alınan bir kararla radyo programından tümüyle çıkarılmış ve sadece Batı müziği eserlerine yer verileceği, halka duyurulmuştur. Tavizsiz Batı taraftarı gazetelerin bu dönemde Türk Musikisi aleyhindeki yazıları ibretlik ifadelerle doludur. Bazı gazeteler, gazinolarda kendine –tabiri câizse- sığınacak yer bulan musikinin orada da yasaklanacağı haberlerini “sevinç içinde” vermektedir. 

Elbette bu dönemde tek zevki evinde musiki dinlemek olan biri için alışamadığı Batı müziğini dinlemeye zorlanmak, kabul edilebilir değildi. Ancak devletin kuralı kesindi, makamlı musikiye radyoda yer yoktu. Gramofonu olanlar Türk Musikisi plaklarını satın alabilirdi ancak musikiyle bağını radyo üzerinden kurabilenler için sorun önemliydi. Çözüm, aynı bayrağın altında yüzlerce yıl yaşanan, medeniyet birlikteliğinin güçlü bağları olan bir ülkenin radyo yayınlarında bulundu: Mısır. 

Batı müziğinden ezici çoğunluğu bir şey anlamayan Türkler, böylelikle Mısır Radyosu’nu dinlemeye başladılar. Dönemin mecmuaları ve gazeteleri, Mısır Radyosu’na yönelmenin İstanbul veya üç –beş kişiyle sınırlı olmadığını anlamamızı sağlayacak ilginç bilgilerle doludur. 

Radyolarda Türk Musikisi yasağı, yaklaşık iki yıl devam eder. Bu dönemde Mısır Radyosu dinlemeye alışan Türkler, Mısır’ın ünlü seslere ev sahipliği yapması nedeniyle bunu sürdürürler. Ümmü Gülsüm, Muhammed Abdülvahab, Abdülhalim Hafız, Leyla Murad ve diğerleri günümüzde bile hayranlıkla dinlenen sanatçılar olarak radyoda yer almaktadır.  

Türkler, Arap sanatçılar içinde özellikle Ümmü Gülsüm’ü takip ederler. Sanatçının radyo konserlerinin Türkiye’de farklı coğrafyalarda, farklı kültürel etki altında yer alan şehirlerde ve farklı sosyal statülere sahip insanlar tarafından dinlenmesi oldukça ilginçtir. 

Ümmü Gülsüm, Arap ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de de kısa sürede pek çok evin vazgeçilmez misafiri olur. 30’lu, 40’lı yıllarının tanıkları, Arapça bilmemelerine karşın Türklerin, sesin güzelliği, eserlerin etkileyiciliği, ezgilerin benzerliği nedeniyle sanatçıyı hayranlıkla dinlediğini aktarmaktadır. Radyolarda musiki yasağının kalktığı 1936’dan sonra da yıllarca Mısır Radyosu’nun Ümmü Gülsüm konserleri, birçok Türk tarafından dinlenmeye devam eder.

Komşu Ayşe Teyze sinemaya gidiyor 

Mısırlı girişimci Talât Harb Paşa, sinemada gelecek olduğunu yıllar evvel görür. Sinema, halk üzerinde giderek büyüyen bir etkiye sahiptir, böylece Talât Harb, 1935 yılında Mısır film endüstrisi için bir dönüm noktası olacak Studio Mısr’ı Giza’da kurar. Studio Mısr, o yıllarda Hollywood’la yarışacak kadar seçkin imkânlara sahiptir ve yaklaşık 30 yıl boyunca Orta Doğu piyasasının en güçlü aktörü olur. Studio Mısr, piyasaya görkemli bir giriş yapmak ister ve isabetli bir seçimle Ümmü Gülsüm’ün başrol oynadığı “Wedad” filmi, 1936 yılında halkın karşısına çıkarılır. Film, Türkiye’de “Vedad - Yanık Esire” ismiyle gösterime girer ve büyük beğeni toplar. Türk gazetelerinde Ümmü Gülsüm’e övgüler düzülen, filmden kareler bulunan sayısız ilânlar yer alır.

Ümmü Gülsüm, şarkılar okuduğu altı filmde başrol oynamıştır. Bu filmler; “Vedad” (1936), “Neşid el Emel” (1937), “Denanir” (1940), “Aydah” (1942), “Sellame” (1945), “Fatma” (1947). 

“Neşid el Emel” Türkiye’de “Neşide-i Emel / Ümit Şarkısı” isimleriyle gösterilir. Türk gazetelerinde 1939’daki ilânlarda Ümmü Gülsüm için “kardeş Mısır’ın yegâne kadın sanatkârı” ibaresi dikkat çekmektedir. Halkın büyük ilgisini gören film, sinemalarda aylarca gösterilir.  

“Denanir”, Türkiye’de gösterilen Ümmü Gülsüm filmlerindendir. “Harunürreşid’in Gözdesi” ismiyle gazetelerde ilanları çıkan filmin öyküsünün anlatıldığı bir kitapçık, Selami Münir Yurdatap tarafından yayınlanır. Mısır’dan ithal edilen filmler, yazlık sinemalarda da uzun süre gösterilir. Filmler, Arapça sözlü ve şarkılı veya Türkçe sözlü ve şarkılı olarak gösterilir. 

Böylece Türkler, Ümmü Gülsüm’ü sinemada da takip etmeye başlamıştır. Ümmü Gülsüm filmlerine dair kitapçıklar basılmış, sanatçıyla gazete ve mecmualarda bol fotoğraflı söyleşiler yapılmıştır. Halkın ilgisinin farkına varan bazı mecmualar, kendi muharrirlerini Mısır’a göndermiştir. Muharrirlerin şanslı olanları, Ümmü Gülsüm veya sazları ile görüşmüştür.  

Safiye Ayla ile tanışıklığı, Perihan Altındağ Sözeri ile dostluğu bulunan Ümmü Gülsüm’ün birkaç eseri, söz konusu sanatçılar tarafından Arapça ve Türkçe olarak seslendirmiştir.

Ümmü Gülsüm filmleri, 50’li yıllarda Türkiye’de etkisini yitirirken 60’lı ve 70’li yıllarda birçok Ümmü Gülsüm şarkısının belirli bölümleri, Türk Musikisi ve daha çok arabesk eserlerde kullanılmıştır.  

Merhume Ümmü Gülsüm, Türk hafızasındaki ve ruhundaki saygın yerini hâlâ koruyor… 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.