Zihinsel Donma

Kuşaklar arası çatışmaları, yeni nesil ile yetişkinler arasındaki gitgide açılan ‘iletişimsizlik’ makasının detaylarını yazar Gökhan Özcan, Fokus+ için kaleme aldı.
Gökhan Özcan
Zihinsel Donma
6 Haziran 2024

Kuşaklar arası iletişimsizlik problemi insanlık için bütün zamanların önde gelen sıkıntılarından biri oldu. Yeni gelen kuşakların eskileri anlaması ne kadar zor olduysa, hemen her zaman eskilerin yenilerin hallerini kavrayabilmesi de bir o kadar zordu. Yine de büyük değişimlerin içinde kimi ortak noktalar bulundu ve hiç değilse oralarda buluşuldu. Eskiler değişemese de belli bir esneklik kazanarak yenileri anlama yolunda gayret gösterdi. Gençlerin de geçmişte yaşananları değerlendirme konusunda yer yer nostaljik de olsa attıkları adımlar oldu. Bu noktada belki ara kuşakların kaynaştırıcı rolünden de söz edebiliriz.

Her şeyin bugünkü kadar hızlı akmadığı zamanlarda durum böyleydi. Şimdi biraz daha farklı… Değişimleri birbirine bağlayacak ara kuşaklardan söz edemiyoruz pek bugün; çünkü her şey çok hızlandı. Zaman sıçrayarak ilerliyor adeta. Neredeyse her gün yeni şeylerle karşılaşıyoruz. Sadece dünya meseleleriyle ilgili olarak değil, insan ve hayatla ilgili çok daha temel konularda bile değişimin getirdiği savrulmaları aklıselimle değerlendirecek, dağılan şeyleri yerli yerine koyacak vaktimiz olmuyor artık. Tevellüdü eski olanlar için değişimin hızı sarhoş edici bir hız… Orta yaşlardakiler eskiden kopmakla yeniye katılmak arasında bocalayıp duruyor. Genç kuşaklar içinse, içine doğdukları bu yarı dijital gerçeklikten başka bir gerçek yok neredeyse.

Hal içten içe böyle ama; su yüzüne vuran büyük çatışmalar, kuşaklar arası şiddetli bir zihinsel itiş kakış yaşanmıyormuş gibi görünüyor sosyal hayatta. Seksenli ve doksanlı yıllarda kuşak çatışması çok daha görünür olarak yaşanıyordu mesela. Bugün pek öyle görünmüyor. Bunun sebebi, farklı kuşakların birbirini daha iyi anlıyor oluşu değil ne yazık ki! Aksine kuşaklar arasındaki anlamsal mesafenin artık çatışma dahi doğurmayacak kadar genişlemiş ve derinleşmiş olmasından…

Eskiler ve yeniler… 

Eskiler ve yeniler diye kabaca bir ayrım yapıyorum, durum bu kadar basit bir düzleme indirgenebilir mi? Tartışılır elbet; ancak indirgenecekse herhalde zamanlar içinde bundan daha uygunu bulunamaz. Durumu biraz daha abartırsak, birbirinin devamı olan kuşaklardan değil, birbiriyle pek fazla benzerliği olmayan iki ayrı insan modelinden söz ettiğimizi söylememiz gerekebilir. Ancak şunu da ifade etmek şart ki; hikâye aslında iki tarafın da, yani hem eskilerin hem de yenilerin el çabukluğu marifetiyle gözden uzak tuttuğu derin akıntılarda yaşanıyor, toplumun henüz bütün çıplaklığıyla göremediği ve adını koymaya cesaret edemediği sosyo-psikolojik katmanlarda geçiyor.

Meselenin iki tarafı ve doğal olarak iki boyutu var. Yani, vahim diye nitelesek herhalde abes kaçmayacak bu iletişimsizliğin, birbirine kör ve sağır iki iletişimsiz öbeği var. Biraz daha açalım meseleyi…

Yeni kuşaklar yarı dijital bir dünyaya doğdu demiştik birkaç paragraf önce… Meseleyi biraz daha ileri taşıyıp iki ayrı sosyal çevreye doğduklarını da ilave edelim. Ailenin ve yakın çevrenin bireyin büyüme sürecindeki eğitici rolünü ortaöğretim kompozisyon ödevlerinden hatırlamayan yoktur herhalde. Her çocuk hayata katılma hazırlığını aile ocağında yapar, malum… Hâlâ bu cümleyi aynı şekilde kurabiliyor muyuz peki gönül rahatlığıyla… Daha okuma yazma öğrenmeden, hatta doğru dürüst konuşmaya bile başlamadan dijital araçlarla tanıştırdığımız çocuklarımızın öğrenme süreçlerinde eskiden olduğu kadar etkin bir rolümüz olduğunu iddia edebiliyor muyuz? Aile içi iletişimin sağlıklı biçimde işlemesine izin veren bir yaşayışımız var mı? Yoksa her bireyin kendi küçük dünyasını inşa ettiği, sadece küçük temasların yaşandığı bir zorunlu birliktelikten mi söz ediyoruz aile hayatı derken. Güçlü aile bağları mı bizi birbirimize doğru çekiyor, bir arada tutuyor; yoksa bir tür centilmenlik anlaşmasına mı uyuyoruz aile bireyleri olarak sessizce?

Eskilerin bir kısmı, hadi daha kabul edilebilir olsun diye ‘yetişkinlerin’ diyelim; kendilerini geçmişten yanlarında getirdikleri dışa kapalı bir zihinsel konfor alanı içine kapatarak, bu gürültüsüz çatışmayı, bu dramatik kopmayı, çocukları ile kendileri arasında sinsice ilerleyerek yerleşik hale gelen bu derin uzaklaşmayı görmezden gelmeyi tercih ediyor. Bu zihinsel konfor alanı, kendini zamanın bir yerinde sabitlemiş, o noktadan sonra donmuş bir zihinle yola devam etmiş olmanın kişilere kazandırdığı bir lüks… 

Garip olan, bu kesimin insanlarının değişimin getirdiği yeni imkân ve araçları kullanma konusunda gayet istekli ve mahir olması… Buna karşılık 30-40 yıl önceki zihinsel yapılarıyla idare etmekte ısrarlılar. Şöyle örnekleyeyim; hepsinin sosyal medya hesapları var ama oradan değil sosyal medyanın, internetin bile olmadığı bir dünyaya ait mesajlar verip duruyorlar. Bunun dışındaki her şey onlar için yeni dünyanın ölümcül ve yoz gidişatının bir tezahürü… 

Gençler akıllarını başlarına alıp içine doğdukları dünyayı terk edip onların zihniyetlerine avdet etmeli…  Yani balıklar karada yaşamalı, kuşlar denizlerde yüzmeli… Nasıl olacak bu, buna dair bir zihinsel mesai yok, bir arayış yok, ben yaptım oldu mantığıyla kulaklarını tıkayıp, gözlerini kapayıp yürüyorsun. Her akşam kaçıp içine saklanacak bir kutsal konfor alanın var nasılsa! Ve çocukların, içten içe biliyorsun, sana hiç kral çıplak demeyecekler. Ama kötü bir haberim var, bunun sebebi, seni ve zihniyetini önemsemiyor olmaları… Sana itiraz etmiyor, seninle tartışmıyorlar, çünkü senden bir beklentileri yok, seninle zaten aynı dili de konuşmuyorlar. Onlar bunun farkında, bir tür sessiz strateji yürütüyorlar hatta. Sen de bunun farkındasın aslında; ama zihinsel konfor o kadar kolay gözden çıkarılacak bir şey değil! Çünkü dışarısı zihnini zora koşmaktan çekinenler için hiç güvenli değil!  

Her şeyi yolunda görenler…  

Yetişkinlerin diğer bir kısmı ise çok daha saf… Onlar gerçekten kendini görünür kılmayan, hiç dışa vurmayan bu kopuşun yaşanmadığına ve her şeyin yolunda olduğuna inanıyor. Kendisiyle yaşamaktan her daim mutlu bu insanlar, çocuklarını maddi-manevi her konuda ikna ettiklerini, içine girip kendileri gibi mutlu yaşayabilecekleri bir dünyayı onlara miras bıraktıklarına inanıyor. Bir tür zihinsel hacıyatmazlık kabiliyeti bu… 

Tedavülden kalkmış paranın geçerliliği yok ama tedavülden kalkmış bir dünyanın düşünceleriyle ömür boyu yaşanabiliyor. Böyleleri kısa zamanda kendilerini ele verdiklerinden ve yapıp ettiklerinin yanlışlığına inandırılmaları mümkün olmadığından pek itiraz eden bulunmuyor onlara. Varlıkları zaman zaman dünyayı bir açık hava müzesine dönüştürüyor olsa da ortaya çıktıkları yerlerde onları sessizce geçiştirmek yine de makul yöntem… Kimisi çok da görünür olabiliyor.

Kürsülerde, minberlerde, ekranlarda, mikrofonlarda, sütunlarda, hatta kitaplarda aynı nakaratı çevire çevire çalıp söylüyor, attıkları birbirinin aynı ve uzun ötesi nutuklarla her türlü hayranlığı üstlerine çektiklerini, herkesi ikna ettiklerini sanıyorlar. Dedim ya hep mutlular… Zamanın bir yerinde donup kalmış zihinlerinden zerre kadar şüpheleri yok. Keşke aralarında çocuklarının da olduğu genç çocukların kendilerini görmezden geldiğini ve karşılaşmamak için yollarını değiştirdiğini fark edebilseler…

Tereddüt halindeki üçüncü kesim ‘yetişkinler’ 

Bu iki grubun dışında, iki arada bir derede kalıp tereddütler içinde bocalayan, iç gelgitler yaşayan daha huzursuz bir başka kesim daha var. Onlar bir şeylerin yolunda gitmediğini seziyor ama içine düştükleri bu belirsizliklerle dolu girdaptan nasıl çıkacaklarını bilmiyor. Mevcut kopuşun kendi kuşaklarının, kendi hatalarının, kendi vurdumduymazlıklarının bir neticesi olarak ortaya çıktığının farkındalar ve suçluluk hissediyorlar. Hatalarını telafi etmek adına bir şeyler yapmak da istiyor ama ne yapacaklarını bilemiyorlar. Aralarında kendi çocuklarının da olduğu genç kuşakla istedikleri iletişimi bir türlü kuramıyor, onların ilgisini çekemiyorlar. 

En başta ifade ettiğim gibi, gençler köhne, günü geçmiş buldukları bu zihniyetle temas halinde olma ihtiyacı hissetmiyor, onlara ihtiyaç gösterecek bir eksikleri olduğuna da inanmıyorlar. Çünkü katı ve köşeli gerçeklerle büyütüldüler, şıkların arasında doğru şıkkı bulduklarında işlem tamam oluyor onlar için. Muhasebe, muhakeme başka bir dünyanın takıntıları… Varoluşsal meseleler mi? Yazsana `Google´a bakalım ne diyecek?

Söz karşı tarafa, yani yeni kuşaklara geldi ama burada şimdilik noktayı koymak, sabırları taşırmamak lazım… Belki bir sonraki yazıda baktığımız yerin yaş ortalamasını birkaç kuşak düşürür, oradan gördüklerimizi yazmaya gayret ederiz.

Bu arada, iddialı ayrımlar yaptığımın, dikine ve bir miktar abartılı teşhisler koyduğumun farkındayım; umarım bu pervasızca ataklığım kışkırtıcı olur ve karşı ataklarla konu hak ettiği şekilde toplumsal gündemde artık kendine küçük de olsa bir yer bulur.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.