Mısırlı Akademisyen: Mısır’da Özgürlük İçin Alan Açılmalı 

Siyaset Sosyolojisi Profesörü Ammar Ali Hasan, Fokus+'a verdiği röportajda Arap Birliği'nin Filistin davasındaki yetersizliğini, Mısır ve Arap ülkelerindeki siyasi baskının getirdiği sıkıntıları ve Batı'nın Ortadoğu politikalarına karşı Araplar, Türkler ve İranlılar arasında güçlü bir temasın önemini vurguladı.
24HC WEB - Mısırlı siyaset bilimci ve akademisyen Ammar Ali Hassan ـ röportaj
24 Temmuz 2024

Mısırlı akademisyen ve yazar Ammar Ali Hasan, Fokus +’a verdiği röportajda ülkesi ve Arap dünyasıyla ilgili birçok siyasi ve fikri konuya değindi.  

Siyaset Sosyolojisi Profesörü olan Hasan, Arap Birliği’nin Filistin davasının benimsenmesindeki zayıf rolüne dikkat çekti.  

Öte yandan, Mısır ve Arap ülkelerinde siyasi alanın tüm hareketlere açılmasının gerektiğini ve baskının millete yalnızca sıkıntı getirdiğini de belirtti.  

Hasan ayrıca, Araplar ile Türk ve İranlı komşuları arasında Batı’nın Orta Doğu’daki politikalarına fayda sağlayan açık bir çatışma değil, güçlü bir temasın gerekli olduğunu da vurguladı.  

Mısırlı akademisyen Ammar Ali Hasan’ın Fokus+’a verdiği röportajın tam metni ise şöyle;  

-Sizce Mısır'ın siyasi çıkmazdan kurtulması için neye ihtiyacı var?  


Mısır’ın siyasi hayatın damarlarını açması, siyaset ile ekonominin iç içe olduğuna ve birbirinden ayrılamayacağına inanması gerekiyor. Kamu özgürlüklerine ve insan haklarına saygılı, sivil toplumu özgürleştiren bir siyasi bağlam olmadan üstlenilen, özellikle de meslek ve işçi sendikalarını özgür ve bağımsız kılan veya yargı bağımsızlığının önemi dikkate alınmaksızın uygulanan herhangi bir kalkınma projesi şüphesiz bocalayacaktır. Eğer Mısır büyük ve kalıcı yatırımları çekmeyi hedefliyorsa, bu görünürdeki siyasi ve idari kısıtlamalar altında yapılamaz. Yerel ve yabancı düzeyde yatırımcılar, bir dizi engelleyici yasa ve bürokratik uygulamanın yanı sıra bu durumdan şikayetçi. 

-Mısır’daki ulusal diyalog şu ana kadar neden hedeflerine ulaşamadı?  


Siyasi çıkmazın sona ermesi için ulusal diyaloğa güvenenler vardı. Ancak bu henüz amacına ulaşamadı. Burada istenen hedefler, karar almadaki ayrıcalıklılara ya da farklı seslere kulak tıkamaya son verilmesi ya da önümüzdeki yıllarda Mısır devleti için entegre bir eylem programına ulaşmaktır. Ulusal diyaloğun bu hususları hayata geçireceğini, düştüğü aksaklıkları gidereceğini ve göreceli de olsa özgürlüklerin, çoğulculuğun ve insan haklarına saygının olduğu bir siyasi yaşamın kaldıracı olacağını umuyoruz. Önemli olan iktidardaki rejimle muhalifleri, onu eleştirenler, ona karşı çıkanlar, anayasa ve hukuka göre barışçıl yol veya çatışma görenler arasında yeni bir sayfa açmaktır. Çözüm bu. 

-Mısır’daki mevcut yeni hükümet hakkındaki değerlendirmeniz nedir?  


Mısırlılar, hükümetten sadece halk düzeyinde değil, ekonomik ve sosyal politikalar açısından da geniş ve köklü bir değişiklik bekliyordu. Ancak Başbakan Dr. Mustafa Medbuli, güvenilir insanlardan oluşan bir ekibin yanı sıra devletin idari aygıtında en üst düzeyde bazı değişiklikler yapmayı seçti. Yürütme, ekonomide üretim, siyasette dışa açıklık ve sosyal hayata önem verilmediği sürece değişim umudu tükeniyor. Eğitim ve kültür alanında etkili bir vizyon gördük ve yakın gelecekte halkla siyasi otorite arasındaki uçurumun kapatılması konusunda samimi bir niyet varsa bu hiç de zor değil.  

-Sizce Mısır’ın yaşadığı temel sorun nedir? Kültürel mi, ekonomik mi yoksa siyasi mi? İlk önce hangisine el atılmalı?  


Tüm bunların bir karışımı, onlarca yıldır biriken ve mevcut otoriteye miras kalan tortuları ve bu otoritenin yarattığı sorunları içeren çok karmaşık bir bileşim. Ülkenin içinde bulunduğu krize yönelik herhangi bir projede siyasetle başlamanın doğru bir seçim olacağına inanıyorum. Çünkü siyasetin yokluğu diğer sorunların daha da derinleşmesine yol açtı. Bu nedenle herhangi bir çıkış yolu, siyasi partilerin omuzlarında, yeterli düzeyde özgürlüğe sahip bir basınla veya kamuya mal olmuş kişilerin siyasi hayatta oynadığı önemli roller aracılığıyla, sorunun kökü olan siyasetle başlamalıdır.  

-Sizce vatan ve hükümet kavramları birbirinden ayrılmalı mıdır? Hükümetlere verilen destek vatanseverlikle bağlantılı mıdır?  


Bu, iktidar ile devlet ve hükümet ile millet arasında tam bir uyumun olduğu Mısır siyasi hayatındaki kronik sorunlar veya ikilemlerden biridir. İktidarın performansına veya hükümetin eylemlerine itiraz ettiğinizde, ulusal konsensüsün dışında görülür veya devlete karşı çalışmakla suçlanırsınız. Hatta bazı yetkililerin yandaşları sizi “devlet düşmanı” ve “vatan haini” olarak nitelendirir. Devletin basit tanımı halkı esas alsa da devlet yürütme yetkisine, yetki ise cumhurbaşkanının şahsına indirgenmiştir. Bunu kim yaparsa yapsın, bu iktidardan faydalandığını sanıyor, gerçekte ise ona karşı çalışıyor. Bunlar “sahiplerini öldüren ayılardır”. Bu büyük kusur, iktidarın kendisine dair bazı dar görüşler veya ikiyüzlülerin yüksek sesi ve farklılığı engellemeye veya bastırmaya değil, farklılığı yönetmeye dayalı doğal bir siyaset anlayışının bulunmamasından kaynaklandı. Bu ikilemin, toplumun da içerik ve biçim bakımından benzer metalar değil, çoklu çıkarlar, farklı söylemler ve eğilimlere sahip olduğunun anlaşılması dışında bir çözümü yoktur. Bu karşılaştırma ve rekabetin hiçbir sakıncası yoktur. Önemli olan bunun barışçıl bir şekilde yapılması ve sonuçta durumun ileriye taşınmasıdır.  

-2013’ten beri geçen 11 yılın ardından, Mısır modelinin, Suriye, Libya, Yemen gibi iç savaş yaşayan ülkelere kıyasla başarılı bir alternatif olduğunu düşünüyor musunuz?  


Mısır’ın bir iç savaşa ya da gözle görülür, şiddetli ve yaygın bir toplumsal huzursuzluğa sürüklenmekten kaçındığını kimse inkar edemez. Bana göre bu, Mısırlıların kaos ve parçalanmayı reddeden doğasından ve her şeyden önce din, mezhep, ırk, dil veya etnik kökene dayalı derin bölünmeleri önleyen toplumsal uyum halinden kaynaklanmaktadır. Güven dolu bir Mısır, ülkenin uzun bir tarih boyunca süren sosyal oluşumunun temelidir. Bu, göz ardı edilmemesi gereken, güç mücadelesi, korkunç sosyal eşitsizlik veya kötü ekonomik koşullar nedeniyle baltalanmasına izin verilmemesi gereken bir avantajdır.  

-Sizce 2013’teki siyasi rejime şans verilmeli miydi, yoksa o dönemde darbeyle önüne geçmek mi daha doğruydu?  


Tarihte “eğer” kelimesinin yeri yok, dökülen süt için ağlamanın da bir faydası yok artık. O dönemi hesaplayıp değerlendirirsek, demokrasiyi yanlış anlayanlar ya da Mısır devletinin projesi dışında bir projeye hizmet etmek isteyenler de dahil olmak üzere pek çok kişi kınanacaktır. Olan bitene ilişkin tutumun yanı sıra tanımı ve değerlendirmesi ne olursa olsun, artık önemli olan, toplumsal bütünlüğü yeniden tesis ederek gidişatın düzeltilmesi ve devletin son on yılda izlenenden farklı bir şekilde inşa edilmesi için çaba gösterilmesidir. Ayrıca herhangi bir siyasi kutuplaşmanın devam etmesi, şiddetin yeniden başlaması, ideolojiye kılıçla karşı çıkmanın ne şimdi ne de gelecekte devlete faydası olmayacağına herkesin ikna olması önemlidir.  

-Mısır’da artık tasavvufi dini söylem açıkça ortaya çıktı. Bunun şimdi ortaya çıkmasının nedeni nedir? Selefi söylem neden kayboluyor?  


Mısır’da tasavvufi söylem hiçbir zaman sona ermedi. Bu, Evkaf Bakanlığı ve ona bağlı şeyhler ile Dar El İfta ve onun alimleri tarafından üretilen resmi söylem de dahil olmak üzere diğer dini söylemlerin yanında mevcuttur. Son yıllarda göreceli bağımsızlığa doğru ilerlemeye çalışan El-Ezher'in söylemi var. Ocak Devrimi öncesindekinin aksine pek çok kişinin terk ettiği Selefi söylem var. Ayrıca Müslüman Kardeşler ve cihatçı örgütler gibi dini siyasi grupların susturulmuş veya bastırılmış söylemleri de var. Bu söz konusu söylemlerin sonsuza dek öldüğü anlamına gelmez. Ayrıca Ortodoks, Katolik ve Evanjelikler gibi her mezhepten Hristiyanların ürettiği başka söylemlerin varlığını da inkar edemeyiz. Bu, ister “ulusal birlik” ışığında, ister tarih boyunca Mısırlıların hayatlarında birleşen ve kesişen genel dindarlık sayesinde kamusal hayatta kendine yer bulmuş bir söylemdir.  

-İslami hareketlere yönelik baskı siyaset sahnesini nasıl etkiledi?  


Her zaman düşünceyle yüzleşmenin ancak farklı bir düşünceyle yapılabileceğine inananlardanım. Fikirlerin bastırılması, hatalı, yanlış, toplum için tehlikeli, gelişme ve ilerlemeye engel olsa bile, taraftarlarının onlara bağlı kalmasına ve onları savunmasına yol açacaktır. İslami siyasal hareketleri bastırmak doğal bir çözüm değildir. Çünkü bu, eğer siyasi iktidarın güvence altına alınmasına ya da bir süreliğine istikrara kavuşturulmasına yol açarsa, gelecekte tekrar siyasi hayata ciddi bir yük oluşturmaya başlayacaktır. İslami siyasi akım toplumsal hayattan silinemez, yok edilemez. Dolayısıyla silah taşıyarak çözüm isteyenlerle değil, “barışçıl çözüm” isteyenlerle diyaloğa alan açmak önemli, hatta gerekli bir görevdir. Hepsinden önemlisi, siyasi iktidar veya devletin artık Mısırlıların büyük çoğunluğunun dikkatini çekecek, onları etrafında toplayacak ve onları çalışmaya itecek, üzerinde büyük ölçüde mutabakata varılmış kapsamlı bir ulusal projeye sahip olmasıdır. Tek etkili ve sürdürülebilir çözüm budur.  

-Arap Birliği’nin Filistin meselesine yönelik rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz? İran ve Türkiye gibi bölgedeki en önemli ülkelerin bu konudaki tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?  


Ne yazık ki Arap Birliği, üyelerinin iradesini yansıtıyor. Genel ve resmi bakış açısı ve bazı sahte propagandalar dışında Filistin meselesi ve onun aktif taraflarına bakış konusunda aralarında bir anlaşma yok. Bu nedenle Arap Birliği’nin konumu Arap halklarının beklediğinden çok daha zayıftı. Araplar ve Müslümanların İsrail’in saldırılarına karşı daha güçlü bir rol beklediği Türkiye için de durum pek farklı değil. İran’a gelirsek, direnişe maddi ve manevi olarak yardım ediyor olsa bile, birçok kişi Tahran’ın Gazze halkına yönelik saldırın durdurulmasında daha güçlü bir rol oynamasını bekliyordu.  

-Arap rolünün bölgesel olarak azalması ve gerilemesi ışığında, İran ve Türkiye arasındaki bölgesel rekabeti nasıl değerlendiriyorsunuz? Arap ülkeleri bu rekabette nasıl bir rol oynuyor?


Neredeyse 20 yıl önce yaptığım bir araştırmada, Araplar ile Türk ve İranlı komşuları arasında Batı’nın Orta Doğu’daki politikalarına fayda sağlayan açık bir çatışma değil, yaratıcı bir temas çağrısında bulundum. Aynı şeyi Türkiye-İran ilişkileri için de gerekli görüyorum. Sorumlu olanların siyasi, ekonomik, askeri, güvenlik açısından ve kültürel açıdan pek çok ortak noktayı araması gerekiyor. Orta Çağ askeri operasyonları ve hatta acımasız Moğol saldırılarıyla temsil edilen Batı’nın Selçuklular, Safeviler ve Araplar arasındaki çatışmadan nasıl yararlandığını ve bu konunun Birinci Dünya Savaşı sırasında tekrarlandığını görmek için Arap, Türk ve İranlı yetkililerin tarihi iyi incelemeleri gerekiyor. Bölge ülkelerinin bir anlaşmaya varması, kardeş ve komşuya karşı hiçbiri yabancıya yardım etmemek gerektiğini söyleyen tarihin bilgeliğinden ilham almanın zamanı geldi. Eğer bazı iktidar rejimleri bu yardımları kısa vadede kendi çıkarlarına görüyorsa, uzun vadede onların aleyhinedir, daha da tehlikelisi ise bunların halkın çıkarlarına aykırı olmasıdır.  


Mısırlı akademisyen ve yazar Ammar Ali Hasan siyaset bilimi araştırmacısı ve yazardır. Kahire Üniversitesi İktisat ve Siyasal Bilimler Fakültesi’nden mezun olmuştur. Siyaset bilimi alanında doktora sahibidir ve daha önce Orta Doğu Araştırma ve Çalışmaları Merkezi’nin direktörlüğünü yapmıştır. Hasan’ın siyaset, sosyoloji, kültürel çalışmalar, tasavvuf ve siyasallaşmış dini hareketler alanlarında yaklaşık 60 kitabı yayınlandı.