Savaş Muhabiri Esad Taha: ''Bosna İki İhanete Uğradı''

Uluslararası Gazeteci Esad Taha, insanlık tarihinin en büyük ayıplarından olan Srebrenitsa Katliamı'nda Bosnalıların yaşadıkları acıları Fokus+'a anlattı. 1995 yılında 8 binden fazla Bosnalı, Sırplar tarafından katledilirken, yüzlerce kadın ise tecavüze uğradı.
Fokus+
Savaş Muhabiri Esad Taha ''Bosna İki İhanete Uğradı''
12 Temmuz 2024

Dünyanın gözü önünde olup kimsenin umurunda olmayan bir savaş… Sırpların Saraybosna’da yüksek sesle tepelerden zevk için Bosnalıları vurmasından tutun, haftada 5-6 gün komşusu tarafından tecavüze uğrayan kadınlara, toplu mezarlara ve nihayet bugün yıldönümünde olduğumuz Srebrenitsa Katliamı’na kadar. Acılar hala ilk günkü gibi taptaze.

Uluslararası Gazeteci Esad Taha, Bosna’daki acılara şahit olmuş bir savaş muhabiri olarak yaşadıklarını Fokus+’a verdiği röportajda anlattı.


 

“Katliamı yapan ülke dışından değil; komşulardan, eskiden yan yana yaşayanlardan geldi”

Her yıl bugün Bosna Hersek'te yaşanan Srebrenitsa Katliamı’nı hatırlıyoruz. Bosna’da yaşanan pek çok katliamdan biri bu. Ancak bu bölgenin insanları aradan bunca yıl geçmesine rağmen aynı trajediyi ve katliamı her gün yaşıyor. İşin aslı bu katliam sırasında iki ihanet gördük. Birincisi, komşuların ihaneti. Katliamı yapan, ülke dışından değil; komşulardan, eskiden yan yana yaşayanlardan geldi. Bu birinci ihanet. İkinci ihanet ise Srebrenitsa'nın Birleşmiş Milletler tarafından güvenli bölge ilan edilen bölgelerden biri olması -Sırplar tarafından kuşatılmış olmasına rağmen güvenli bölgeydi- dolayısıyla yaşananlar aslında emanete ihanet edilmesiydi. Hollanda kuvvetleri başlangıçta tarafsız kalmıştı ve daha sonra Sırp kuvvetlerinin gelip bu katliamı yapmasına izin vermişti.

“Her kadının oğlundan ya da kocasından kalma bir gömleği var. Her gün kutuyu açıyor ve kokusunu içine çekiyor”

Allah'ın lütfuyla Bosna Hersek'teki savaşı başından sonuna kadar kaydetme fırsatım oldu. İnsan ruhunun dayanması çok zor olan birçok şeye tanık oldum. Belki de şu anda Gazze'de yaşananlar bu acı hatıraları canlandırıyor. Bosna savaşıyla ilgili bir belgesel hazırlarken, savaştan sonra Saraybosna'nın bir banliyösüne gittiğimi ve tüm sakinlerinin bu bölgeden gelen insanlar olduğunu hatırlıyorum. Bölgede dolaşırken hepsinin kadın olduğunu görüyorsunuz, neden mi? Çünkü bütün erkekler öldürülmüş ya da kaçırılmış ve kimse onların akıbetini bilmiyor. Bu kadınlardan duyduklarım tarif edilemez. Her kadının oğlundan ya da kocasından kalma bir gömleği var. Her gün kutuyu açıyor ve kokusunu içine çekiyor. Sabra adında bir kadın vardı -belgesele de onun adını vermiştim- her sabah iki fincan kahve yapar, kocasıyla karşılıklı içtiğini hayal ederdi. Bu, her gün tazelenen bir acı demek. Ne suçu vardı adamın? Hiç. Kocası herhangi bir suç işlememişti ancak bölgeden uzaklaştırılmak istenen Bosnalı Müslüman bir vatandaştı. Bir, iki ya da üç gün boyunca bu kadınlarla birlikte kalıyor, onları filme alıyor ve hikayelerini dinliyordum. Çok ama çok fazla detaylı anlatıyorlardı.

“Tek bir beden üç beş yere dağıtılıyordu. Şehidin ailesi acıyı saatler ve günlerce değil, yıllarca yaşıyordu böylece”

Sırpların orada yaptığı şey sadece insanları öldürmek değildi, cansız bedenlerin de peşindeydiler. Şehitleri yani bedenleri mezarlarından çıkarıp karıştırıyorlardı, bu mezarı o mezara, o mezarı diğerine götürüyorlardı, böylece bir bedene ulaşmak için gösterilen tüm çabalar boşa çıkıyordu. Tek bir beden üç beş yere dağıtılıyordu. Şehidin ailesi acıyı saatler ve günlerce değil, yıllarca yaşıyordu böylece. Sonra bana kadınların kemik ve cesetlerin toplandığı bölgelerden birine gidecekleri bir gün olacağı söylendi. Bu, Bosna Hersek'te yaşadığım en zor günlerden biriydi diyebilirim. Kadınlarla birlikte bir otobüse bindim. Hepsi kadındı. Normal bir şekilde davranıyorlardı. Gülüyorlardı. Normal bir şekilde konuşuyorlardı. Sonra oraya yaklaşıp tekbir getirmeye başladılar ve otobüsten indikleri zaman ne buldular? Oradan sorumlu olan uluslararası kuruluşlar bedenleri -kemikleri tabii ki, çünkü bedenler yok olmuştu- koymuştu. Ve o kemiklerle birlikte olan tüm eşyaları, yani belki bir alyans, belki bir ayakkabı, belki bir çorap falan vardı. Bunları masaların üzerine koymuşlardı. Kadınlar içeri girip oğullarının ya da kocalarının bedenini tanıyıp tanıyamadıklarını görmek için etrafa bakıyorlardı. Hayatta bu durumdan daha zor bir şey var mı? Bir anne, "şunu okudu, bununla evlendi, şunu yaptı, bunu yaptı" diye hayal ettiği oğlunun bedenini aramak zorunda. Bunun oğlu ya da kocası olduğunu gösterebilecek bir şey bulana kadar kemikleri aramak.

“Gorajda da güvenli ilan edilen bölgelerden biriydi ve kuşatıldığından insanlar yerdeki otları yiyorlardı”

Kim olursa olsun, hiçbir kamera, ifade ya da edebi terimle anlatılamayacak bir durumdu bu. En zor ya da garip durum ise oğullarının ya da kocalarının kemiklerini bulan ve tanıyan kadınların, bulamayanları teselli etmeleri; oğullarına ya da kocalarına dair hiçbir kanıt bulamayanların ise diğerlerini tebrik etmeleriydi. Neden biliyor musunuz; çünkü oğlunuzu ya da kocanızı bulma fikri, onun ölü mü diri mi olduğunu, nerede ve ne olduğunu bilmemekten çok daha yürek ferahlatıcıdır. Her yıl hala birçok kurban ve birçok beden buluyorlar. Gerçek şu ki Bosna Hersek'teki savaş çok şiddetliydi. Dediğim gibi gerek komşular gerekse uluslararası toplum tarafından büyük bir ihanet söz konusuydu çünkü ilan edilen bu beş güvenli bölge kuşatılmış, kendi kendini besleyemeyen bölgelerdi. Gorajde adında başka bir şehre gitmeye cesaret eden bir gazeteci arkadaşımı hatırlıyorum. Yaklaşık bir hafta boyunca yoldaydı, bir hafta boyunca yürüdü. Bir insanın yaşayabileceği tüm tehlikeleri yaşadı. Gorajda da güvenli ilan edilen bölgelerden biriydi ve kuşatıldığından insanlar yerdeki otları yiyorlardı. Yaklaşık bir ay boyunca orada kalmış ve kamerasıyla tek başına kayıt yapmıştı. Bir ay sonra da geri döndü. Nereye? Saraybosna'ya. Saraybosna sınırında, uluslararası güçlere bağlı Fransız kuvvetleri tarafından tutuklandı. Tüm filmlere el koydular -o zaman film şeridi şeklindeydi, şimdi kameralar gibi değil- hepsine el koydular. Gorajda halkının savaş yıllarında yaşadıklarının tek kanıtıydı o kasetler. Bildiğim kadarıyla o yirmi kadar kaset şu anda Fransız Savunma Bakanlığında bulunuyor, belki de yok edilmişlerdir çünkü özellikle Müslüman gazetecilerin bu bölgelere gitmesi yasaktı. Zira bu kanıtların her biri Sırpların yaptıklarını açık bir şekilde gözler önünde seriyordu.

“Yıllar süren sürekli kayıplardan sonra saha zaferleri elde eden bir direniş”

Aslında, ben hiçbir zaman tablonun tamamen simsiyah olduğunu düşünmüyorum. Olumlu yönler de var ve bir felaket yaşandığında olumlu tarafa da bir bakmak gerekir. Olumlu taraf, Bosnalıların komünist ve sosyalist dönemde kaybettikleri kimliklerini ve inançlarını geri kazanmak için çalışmalarıdır. Savaş başladığında orduları yoktu. Daha önce Yugoslavya Federasyonu Ordusu'nda yer alıyorlardı. Sonra Sırp ağırlıklı Yugoslav ordusu Bosna'nın içindeki savaşı fırsat bilerek saldırmaya başladığında Müslümanların av tüfeklerinden başka tüfekleri yoktu. Sonra çok büyük çabalarla bu işler gelişti. Kuvvetler ve direniş ortaya çıktı. Yıllar süren sürekli kayıplardan sonra saha zaferleri elde eden bir direniş. Avrupa'nın en güçlü dördüncü ordusuyla savaşıyorlardı. Liderlik Aliya İzzetbegoviç tarafından yürütülüyordu ve bu adam -her ne kadar yazdığı kitaplar ve fikirleri şu anda yayılıyor olsa da- bence henüz hakkı verilmedi. Neden mi? İşin sırrı tecrübede. Aliya İzzetbegoviç'in deneyimi sadece bir konuşmacı, bir slogancı olmaması, bunu günlük hayatında uygulamasındadır. Kendisi ile hapisten çıktıktan sonra görüştüm, sonra seçimlerden önce, sonra seçimleri kazanınca, sonra cumhurbaşkanı olunca, sonra da savaşta. O hep aynı adamdı. Aynı kişi oldu. Değişmedi ve halkının çıkarlarından sapması için uluslararası tarafların kendisine uyguladığı hiçbir baskıya boyun eğmedi. İnsanlar Aliya'nın kişiliği konusunda fikir birliğinde değiller -ve bu normal bir şey- ancak herkes onun sadece bir cumhurbaşkanı değil, düşünen bir adam olduğu, samimiyeti, halkına olan sadakati, alçakgönüllülüğü, tertemiz biri olduğu konusunda hemfikir ve daha sonra ortaya atılan ve şimdi de ortaya atılan, yayılan ve birçok dile çevrilen fikirlerin sahibidir. Ve bence bu, Allah'a şükretmemiz gereken şeylerden biri, Müslümanların liderliğinin herkes tarafından saygı duyulan bu adamda olması. Düşmanları bile bunun farkında. 1995' te savaşın son döneminde, Allah'ın lütfuyla Bosna'daki onurlu yoldaşlarıyla birlikte kurduğu Bosna ordusu zaferler kazanmaya başlamıştı, bu nedenle diplomatik müdahale yapıldı ve Dayton Anlaşması Müslümanlara dayatıldı ve kabul etmekten başka çareleri yoktu. Neden mi? Çünkü kızının da bana söylediği gibi, Müslümanların, Avrupa'nın bu bölgesinde zafer kazanmasına izin verilmiyordu. Bu kadarı yeter. Bazı kazanımlar oldu evet. Ama baktılar ki Müslümanlar tüm topraklarını özgürleştiriyor. Öncelikle Amerika Birleşik Devletleri'nin, daha sonra da bazı uluslararası tarafların gözünde Bosna Hersek'teki savaş durdurulmalı ve bir barış anlaşması dayatılmalıydı. Şimdi bu anlaşmanın onaylanmasını eleştirenler, o dönemde var olan durumu ve gerçekliği anlamamakta ısrar ediyorlar.

“Bosna Hersek'teki Müslümanları yok etme ve kovma arzusunu yeniden canlandıranlar oradaki aşırılık yanlıları”

Bosna'da yeni bir savaş patlak verir mi? Aslında bu çok zor bir soru. Evet, dönebilir de dönmeyebilir de. Ancak unutmamalıyız ki Bosna Hersek'teki Müslümanların 1992 savaşında maruz kaldığı soykırım ilk soykırım değil. Bu yüzden araştırma merkezlerinde Bosna Hersek'teki Müslümanların maruz kaldığı "on soykırım" diye isimlendirilen kitaplar ve çalışmalar var. Aslında düşmanın hedefi devam ediyor, yani bu hedef her zaman gözlerinin önünde duruyor. Bunu bugün gerçekleştiremiyorlar evet, ama yıllar geçiyor ve yeni bir nesil geliyor. Toplu önyargıyı sevmiyorum ve desteklemiyorum, bu insanlar tamamen şöyle böyle ya da bu insanlar böyle demek. Ama her zaman her yerde aşırılık yanlılarını bulabilirsiniz. Bosna Hersek'teki Müslümanları yok etme ve kovma arzusunu yeniden canlandıranlar oradaki aşırılık yanlıları. Bu nedenle Yüce Allah'tan Bosna'ya emniyet ve huzur vermesini niyaz ediyorum.


Uluslararası Gazeteci Esad Taha’nın, bir savaş muhabiri olarak Bosna’da yaşadıklarını anlattığı özel röportajın devamı için Fokus+ YouTube kanalını ziyaret etmeyi unutmayın.