Hindistan’daki Son Bağımsız İslam Hilali ve Osmanlı Münasebetleri

Araştırmacı Mehmed Mazlum Çelik, Osmanlı Devleti'nin Uzak Asya ve Hindistan coğrafyasıyla olan ilişkilerini ve bu bölgelerdeki Müslüman devletlerle olan münasebetlerini Fokus+ için inceledi.
Mehmed Mazlum Çelik
Hindistan’daki Son Bağımsız İslam Hilali ve Osmanlı Münasebetleri
13 Eylül 2024

Osmanlı Devleti, okyanusların ötesini ve Uzak Asya coğrafyası ile ilk münasebeti Seydi Ali Reis ile sağladı.

Seydi Ali Reis atadan denizci bir Osmanlı subayıydı. Güzel ahlakı ve akıllı kişiliği ile İstanbul’da sevilen bir deniz paşasıydı. Rodos ve Preveze gibi önemli seferlerde yer alıp Hayrettin Paşa ile çalışma fırsatı yakalamıştı. 

2 Aralık 1553’te Cihan İmparatoru Kanuni Sultan Süleyman’ın bizzat emretmesiyle Seydi Ali Reis, Piri Reis’in yerine Mısır’daki ordunun başına atandı. Bu atama ile İstanbul’dan ayrılan Seydi Ali Reis, Mısır’a asla ulaşamadı. Denizde başlayan yolculuğu türlü talihsizlikler sonucu karada devam edecekti. Seydi Ali Reis’in başına öyle felaketler gelecekti ki ‘Seydi Ali Reis Talihi’ sözleri Osmanlı toplumunda bir deyime dönüşecekti. 

Seydi Ali Reis’in yıllar süren yolculuğu kendisi adına talihsizlikse de bizlere Miratül Memalik (Ülkelerin Aynası) isimli eşsiz bir seyahatnameyi hediye etmiştir.

Çeşitli talihsizlikler sonucu Hindistan’a ulaşan Ali Reis, burada Müslümanlar tarafından hürmetle karşılanacaktı. 

Uzak Asya’da Hümayun Padişah’ı çok sevdiği ama daha önce hiç tanışmadığı Anadolu Türklerinin elçisine yanında kalması ikna etmeye çalışacak hatta orada kalması karşılığında Osmanlı paşasına 100 bin akçelik dirlik teklif edecekti. Seydi Ali’nin ulufesinin sadece 80 akçe olduğu düşünüldüğünde bir servet önerilmişti. 

Tüm bu tekliflere rağmen Ali Reis gitmek istediğini bildirince Hümayun Padişahı, yıldızlar ilmi Seydi Ali Reis, eserini yazdığı sırada Hümayun Padişah’ı öldü. Ülkede bir kaos ortamı hâkim olmak üzereyken hükümdarın vezirleri Seydi Ali Reis’ten bu tür durumlarda Osmanlıların ne yaptığını sordu. 

Seydi Ali Reis Selim Han’ın ölümünün bir süre gizli tutulması örneğini vererek padişahın oğlu tahta çıkana kadar haberin saklı tutulmasını tavsiye etti. Bu tavsiyeye uyan Hint Müslümanları ülkeyi bir kaostan korumuştu. 

Seydi Ali Reis Hindistan’da adımını attığı her Müslüman coğrafyasında büyük bir sevgi ile karşılanmış ve büyük ikramlarla yanlarında kalması teklif edilmişse de türlü maceralara girişerek yoluna devam etmişti. 

Sonunda İstanbul’a vardığında ahali büyük bir şaşkınlık yaşadı; çünkü herkes Seydi Ali Reis’in çoktan öldüğünü düşünüyordu herkes. Görevleri başkasına verilen ve serveti dağıtılan Seydi Ali Reis’in başına gelenleri halk ibretle dinliyordu. 

Hindistan coğrafyası, İstanbul’un hayli alakasını celp etmiş ve buradaki Müslümanlarla münasebet güçlendirilecekti.  

Uzaklarda bir diyar: Açe Sultanlığı 

Uzak coğrafyalarda gönlü Müslüman Türk muhabbeti ile dolu olan bir başka coğrafya da Açe Sultanlığı idi. 

İstanbul ile doğrudan ve güçlü siyasi temas kuran en uzak İslam devleti Açe Sultanlığı oldu. Portekizliler, Mekke’ye giden bir Açe gemisini batırıp 500 hacının ölümüne neden olunca Açe Sultanlığı İstanbul’un dikkatini çekti. Lütfi Bey hem konuyu hem de Açe Sultanlığını araştırmak üzere görevlendirdi. Lütfü Bey’in aktardığına göre büyük adaya bağlı adacıklardan oluşan bölgede bulunan Açe, Cuma hutbelerinde Osmanlı padişahının da adını geçiriyordu. Bu tavır, son derece teveccüh ile karşılandı. Bu gelişmeler sonrası Açeliler, İstanbul’a bir elçi göndererek meramlarını aktardı. Bölgede Portekizlilere karşı direndiklerini ve İslam’ı yaymak için yaptıkları çalışmaları Osmanlı padişahına aktardılar. 

Osmanlılar varlıklarından bile yeni yeni haberdar oldukları Açe Sultanlığının Osmanlı padişahı adına hutbe okutmasına, İslami konudaki hassasiyetlerine ve Portekizlilere karşı amansız mücadelelerine hem şaşkınlık hem de hayranlıkla mukabelede bulundu. Padişah, ağır topların da bulunduğu silahlı yardımı Lütfi Bey vasıtasıyla Açe Sultanlığına ulaştırdı. Bu yardımlardan kısa bir süre sonra Açe bölgedeki güçlü devletler arasına girerek sınırlarını hayli genişletti. 

Açe Sultanı, İstanbul’a gönderdiği elçi vasıtasıyla Padişah II. Selim’e “Açe sizin bir köyünüz ve ben de sizin hizmetkarınızım” sözleriyle Osmanlı’ya sadakatini sunmuştu. Osmanlı Padişahı ise yalnız silah yardımı ile sınırlı kalınmamasını ve bir donanma oluşturularak Portekizlilerin Uzak Asya’dan tamamen sürülerek Açe’nin güvenliğinin sağlanmasını istedi. Bu sırada Yemen’de çıkan bir isyan donanmanın oluşturulmasını ve bölgeye gönderilmesini engelledi. Buna rağmen ağır silahlar ve askeri uzmanlar taşıyan iki savaş gemisi Açe Sultanlığına gönderilerek bölgedeki gücü tahkim edildi. 

Kanuni sultan Süleyman döneminde başlayan Açe ile ilişkiler, II. Selim döneminde en üst düzeye çıkartılmıştı. Açe, Osmanlı’nın desteği öncesi küçük bir vilayetken bölgenin önemli bir gücü haline gelmişti. Açeliler bugün Malezya sınırlarında bulunan Malakka’ya fetih gerçekleştirdiğinde 300 gemi ve 15 bin Türk denizcinin Açe Sultanlığı altında savaştığını dönemin Batılı kaynakları zikretmektedir. Böylece Müslümanlar Malezya’da hâkim güç konumuna geldi ve Açe Sultanlığı artık Portekiz’in varlığını tehdit eden bir unsura dönüşmüştü. 

Bölgedeki son İslam Hilali: Haydarabad Nizamlığı 

Hindistan’ın Dekken bölgesinde kurulan Haydarabad Nizamlığı yine az bilinen ama gönül coğrafyamızda son derece önemli bir yere sahip İslam beldelerinden birisiydi. 

Haydarabad Nizamlığı 1948 yılına kadar bağımsız bir devlet olarak varlığını korumuş olması son derece önemlidir. Bilhassa, büyük İslam devletlerinden Babür Şahlığının İngiliz işgaliyle ortadan kalkması sonrası Anadolu Türkleri ile Hint Müslümanları arasındaki en güçlü rabıta Haydarabad Nizamlığı olmuştur.

Haydarabad’ın kuruluşu 17. Yüzyıla kadar gitmektedir, kelime anlamı olarak “Aslan Şehri” anlamına gelen bu belde Babür Şahlığının siyasi bir koluydu esasında. Devletin kurucusu olan Kılıç Han, otoritesinin en güçlü olduğu zamanlarda dahi Babür yönetimine karşı bir bağımsızlığa girişmemiş Haydarabad Nizamlığının bölgede Müslümanların gücünü zayıflatacak ayrılıklardan uzak tutmuştu. 

Her ne kadar Haydarabad Nizamlığı nezaketen Babürlülere bağlı olsa da esasen 1724 yılından itibaren bağımsız bir devletti. Bunun ilk nişanesi Osmanlı ile kurdu münasebette rahatlıkla görülebilmektedir. 

Kılıç Han ve diğer tüm Haydarabad Nizamlığı yöneticileri İstanbul’daki halifeye bağlı ve Türk halkına karşı ilk günden itibaren hasbi bir muhabbete sahipti. Bunun ilk mücessem örneği 1876 yılında Osmanlı’nın yaşadığı Balkan hezimetinde görecektik. Haydarabad Nizamlığı ve halkı uluslararası arenada Osmanlı’nın yardımına koşan ilk devlet olmuş ve bölgeye çok sayıda tıbbi malzemenin yanı sıra yüklü miktarda yardım parası ulaştırmışlardı. 

Haydarabad Nizamlığı ve halkı Osmanlı’ya olan yardımlarını Trablusgarp Savaşı, Birinci ve İkinci Balkan Savaşı, Cihan Harbi’nde de gösterecek; ama asıl fedakarlığı Kurtuluş Savaşı sırasında ortaya koyacaktı. 

Yine 1920 yılında İstanbul’un işgal edilmesine dünya kamuoyunda en sert tepkiyi Haydarabad Nizamlığı göstermiş halk günlerce meydanları doldurarak İngiliz yönetimini zorda bırakacak protestolara imza atmıştı. 

Kurtuluş Savaşı’nın en zor günlerinde maddi olarak Ankara’ya gelen bağışların çok büyük bir kısmını Haydarabad Nizamlığı halkı tarafından teşkil edilmişti. Sonradan bu paralar öylesine ciddi meblağlara ulaşacaktı ki bugün İş bankası olarak bilinen banka bu yardım paraları ile kurulacaktı. 

1924 yılında Hilafetin kaldırılmasına da en büyük tepkiyi gösteren ve üzüntüsünü bildiren Haydarabad Nizamlığı olacaktı. Bölge halkı Halife Abdülmecid’e yurt dışında hayatını idame ettirebilmesi için bağışlarda bulunacak ve Ankara yönetimine mütemadiyen ricacı olacaktı. 

Haydarabad Nizamlığı’nın kaderi 1947 yılında değişecekti. 16 milyon nüfusa sahip bu beldenin halkı Hindistan coğrafyasından bambaşka bir görünüm arz ediyordu. Halkı son derece yüksek bir kültüre sahip Haydarabad minik bir Endülüs’tü. İngilizlerin bölgeden çekilmesiyle yeni bağımsız olmuş Hindistan Devleti ile karşı karşıya kaldı. İşgalci yönetim bir sene içerisinde bu devletçiği ortadan kaldırarak bölgede kültürel ve etnik bir asimilasyona girişti. “Bahçeler Şehri” ya da “Aslan Şehri” olarak bilinen bu beldeden geriye pek bir şey kaldığı söylenemez. Bugün Haydarabad Nizamlığı’ndan geriye sayısız mimari eser geride kalırken bölge siyaset arenasından çekilmiştir. Yine de Anadolu Türk halkı için Haydarabad Nizamlığı ve halkı her daim özel bir yere sahip olacaktır.