Rosetta Taşı ve Mısır Hiyeroglifleri 

332 yılında Pers İmparatorluğu’nu yıkarak Mısır’ı ele geçiren Büyük İskender’le birlikte burada yeni de bir dönem başlamıştı. Özellikle onun ani ölümünden sonra bu topraklara sahip olan Ptolemaios Hanedanı sayesinde Yunancanın Mısır topraklarındaki kullanımı hızla yayılmış, bunun neticesinde hiyeroglif yazısı da yavaş yavaş unutulmaya başlanmıştı.
Fokus+
Rosetta Taşı ve Mısır Hiyeroglifleri 
17 Mayıs 2024

Mısır’da M.Ö. 3250 yılında icat edilen yazının oldukça girift bir hâl alan o günkü toplumla alakalı, gerek toplumsal gerek ekonomik kimi işleri yoluna koymak için kullanılmak gibi pratik sebepleri olmuştu. Mezopotamya, Mısır, Çin ve Mezoamerika gibi dört farklı yerde birbirinden bağımsız olarak ortaya çıktığına inanılan yazılar arasında Mısır’ınki en kadim olanlardan biri olarak tavsîf ediliyordu. Antik Mısır'ın en eski şehirlerinden biri olan Abidos’ta keşfedilen ve oluşturulduğu tahmin edilen M.Ö. 3100 tarihiyle günümüzde British Museum’da yer alan; üzerinde siyah mürekkeple yazılı çömlek bu yazının en eski misâlini meydana getiriyordu. “Kutsal oyma” manasına gelen hiyeroglifler büyük ölçüde taşa oyulmuş ve yaklaşık 3000 yıldır tapınaklarda, mezarlarda ve diğer farklı anıtlarda yaygın olarak kullanılmıştı.  

İlerleyen dönemde o zaman Nil Deltası’nda bolca bulunan papirüs bitkisinin özünden elde edilen papirüs kağıdına fırça, kamış kalem ve mürekkeple de işlenmişti. Ne var ki M.Ö. 332 yılında Pers İmparatorluğu’nu yıkan Büyük İskender Mısır’ı da hâkimiyeti altına almış, burada Yunancanın kullanımını yaygınlaştırmıştı. İskender’in ani ölümü üzerine Mısır toprakları kendisinin generallerinden Ptolemaios Soter’e kalmış, onun başlattığı ve yaklaşık üç yüz yıl sürecek olan Ptolemaios Hanedanı döneminde Mısır ve Yunan geleneklerinin sentezi olan yeni bir kültür anlayışı ortaya çıkmıştı. Daha sonra hiyerogliflerin çözülmesinde hayâtî bir öneme sahip olacak olan, yine Antik Mısır’ın kadim kentlerinden biri olan Memfis’teki bir tapınağın din adamları tarafından ülkeye karşı yaptığı iyi işler karşılığında V. Ptolemaios’a takdim edildi. Ayrıca, üzerinde hem hiyeroglif hem de Antik Yunancanın yer aldığı Rosetta Taşı bu dönemde meydana getirilmişti. Tabi bu taş, Fransız ordusunda vazifeli bir isim olan Pierre-François Bouchard tarafından ancak 1799 yılında keşfedilecekti.    

Mısır’ın yabancı güçler tarafından idare edilmesi tabîî olarak yazı başta olmak üzere Mısır kültürünün de dejenere olmasına sebebiyet vermişti. Sahip olduğu harflerin çoğunu Yunan alfabesinden alan Kıptî yazısı bu dönemin bir ürünü olarak ortaya çıkmıştı. Yunanca ve Kıptî dili ilerleyen süreçte yavaş yavaş hiyerogliflerin yerini almaya başlamıştı. Sonrasında Hıristiyanlığın bölgede yayılması, eski dini uygulamaların terk edilmesine ve tapınakların kapatılmasına yol açmıştı ki bu da hiyerogliflere ölümcül darbeyi vurmuştu. Bilinen son hiyeroglif yazıt, Philae tapınağında bir rahibin yaptığı M.S. 394’e tarihlenen bir duvar yazısı olmuş, sonrasında bu yazı çeşidi artık tarihe karışmıştı.  

İslam döneminde hiyeroglifler

İslam medeniyetinin Kuzey Afrika’ya uzandığı yıllarda artık hiyeroglifler okunması çoktan unutulmuş bir hüviyet arz ediyordu. Antik Mısır ve hiyerogliflere alaka duyan Araplar bu dünyanın keşfedilmesi için gayret de göstermişlerdi. X. yüzyılda yaşadığı kabul edilen İbn Vahşiyye’nin Şevku’l-müstehâm fi ma’rifeti rumûzi’l-aklâm isimli eseri bu gayretin bu çabanın somut bir örneğini gösteriyordu. Bu alaka sadece bu dönemle sınırlı kalmamış, sonraki dönemde de ilgi duyulan bir mesele olmuştu. Eski mısır bilimcisi Ukâşe ed-Dâlî’nin Türkçeye de tercüme edilen Egyptology: The Missing Millennium. Ancient Egypt in Medieval Arabic Writings (Kayıp Binyıl: İslam Dünyasında Hiyeroglifler ve Eski Mısır) bu meseleyle alakalı detayları da içeriyordu. Mısır hiyeroglifleri Rönesans dönemi bilim insanlarının da dikkatinden kaçmamıştı. Mısır araştırmalarının adeta Avrupa’daki merkezi haline gelen Roma'daki Rönesans sanatçıları ve akademisyenleri, M.Ö. 10 yılında Roma İmparatoru Augustus tarafından Flaminio Dikilitaşı ile Roma'ya getirilen Piazza di Montecitorio'daki dikilitaş gibi eski Mısır dikilitaşlarını yoğun bir şekilde incelemişlerdi. Fakat hiyerogliflerin çözülmesi için biraz daha zamana ihtiyaç vardı.    

Napolyon'un Mısır işgali ve Rosetta Taşı  

Meşhur Napolyon Bonapart, Britanya'nın Kızıldeniz üzerinden Hindistan'a giden kârlı ticaret yolunu kesmek için beraberinde getirdiği 40 bin askerle 1798 yılında Mısır'ı işgal etmişti. Napolyon yanında sadece askerlerle gelmemişti. Mısır’ı tam manasıyla fethetmeye gelen bu büyük kumandana ayrıca akademisyen ve bilim adamlarından oluşan büyük de bir ekip eşlik etmişti. 1799 yılının Temmuz ayında, Nil Deltası'nda yer alan bir liman kenti olan Reşîd’de bir kaleyi onaran ve başlarında Pierre-François Bouchard’ın olduğu Fransız askerleri, çalışmaları esnasında büyük, kırık bir taş çıkarmışlardı. Üzerine hiyeroglif, halk dili ve Yunancanın kazındığı taşın önemi hemen anlaşılmıştı. Ne var ki bundan kısa bir süre sonra Reşîd veya İngilizce telaffuzuyla Rosetta İngilizlerin yardımıyla Osmanlı tarafından Fransızlardan geri alınmıştı. Bundan sonra yürütülen müzakerelerde ana mevzulardan birini Fransızların Mısır’da topladıkları eserler oluşturmuştu. İngilizler için paha biçilemez nice eser Fransızların elindeydi. Yapılan tartışmalar nihayet 1801 yılının Ağustos ayında taraflar arasında imzalanan yirmi iki maddelik İskenderiyye Antlaşması’yla bir neticeye bağlanmıştı. Buna göre Rosetta Taşı’nın da içerisinde olduğu Commission des Sciences et des Arts ve Institut d'Egypte gibi Fransız kurumları tarafından toplanan eserler İngilizlere bırakılmış ve Londra’ya taşınarak British Museum’daki yerlerini almışlardı.    

Rosetta Taşı Fransızların elinden alınmıştı ama onun şifresini çözmek yine bir Fransız’ın; Jean-François Champollion’un gayretleriyle mümkün olabilmişti. Rosetta Taşı’nı kendisine temel alarak yoğun bir mesai neticesinde nihayet hiyeroglif yazısını çözmeyi başaran Champollion’la birlikte bu sahayla alakalı kimi önyargılar da yıkılmıştı. Çalışmalarını daha sonraki dönemde de devam ettiren Champollion, özellikle İtalya'nın Torino kentine yaptığı bir araştırma gezisinde, firavunların adlarını saltanat dönemlerine göre kronolojik sırayla gösteren kapsamlı bir liste olan ve günümüzde “Kraliyet Listesi” olarak bilinen bir papirüs keşfetmişti. Bununla M.Ö. 1250 yılına tarihlenen ve İngiliz eski Mısır bilimcisi William John Bankes tarafından keşfedilen II. Ramses Tapınağı’nda yer alan otuz dört kral isminin yazılı olduğu kayıtla karşılaştırmış ve binlerce yıl daha Mısır tarihinin geriye uzandığını keşfetmişti. 1836 yılında, ölümünden dört yıl sonra yayımlanan “Grammaire égyptienne” isimli eseriyle bu sahada bir çığır açan Champollion, kendisinden sonra yapılan nice çalışmalar için de bir temel sunmuştu.