Al Capone çetesi, 1920’lerde ABD’nin Chicago kentinde en önde gelen çetelerinden biri olarak ünlendi. Çetenin lideri olan Alphonse Gabriel Capone, mafya işlerinin bilinen doğasına aykırı olarak, ön planda çalışma arzusuyla biliniyordu. Capone, toplumun ileri gelenleri için ses getiren partiler düzenledi, ünlü gazetecilere röportajlar verdi ve hayır etkinlikleri düzenleyerek, yönettiği mafyanın elde ettiği gelirlerden bir kısmını hayır kurumlarına bağışladı. Tüm bunlar, onu mafya dünyasının en ünlü figürü, sinema ve polisiye roman dünyasının en ilham verici kişisi yaptı. 

ABD’deki suç alanları ve aktif sosyal varlığı birleştiren Al Capone, tüm bunlarla kuruluşundan bu yana ülkenin benimsediği “ABD kültürünün” açık bir örneği oldu. Çünkü uluslararası politikada onaylanmış ABD modelinde, savaş alanında utanmadan suç işlersiniz, sonra da müzakere salonlarında bilgelik iddiasında bulunursunuz. 

Netanyahu ve Gallant hakkındaki yakalama kararı talebi 

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Başsavcısı Kerim Han, mayıs ayında “insanlığa karşı suç işlemeleri ve savaş suçlusu oldukları” gerekçesiyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında “yakalama kararı” çıkartılması için başvurdu. Bunun ardından, ABD Kongresi’nden bir grup senatör, siyasi ve diplomatik teamüllere oldukça ters bir şekilde, UCM Başsavcısı’na hitaben bir “tehdit” mektubu kaleme aldı. 

Senato Azınlık Lideri Cumhuriyetçi Mitch McConnell liderliğindeki 12 Cumhuriyetçi senatörün UCM Başsavcısı Kerim Han’a gönderdiği tehdit içerikli mektup, Al Capone ve mafyanın davranışlarına benzer bir diplomasiyi işaret eden ifadeler içeriyordu. 

ABD’li senatörler, mahkemenin Netanyahu ve diğer İsrailli yetkililere karşı uluslararası tutuklama emirleri çıkarma talebini değerlendirebileceği yönündeki haberlere atıfta bulunarak, UCM Başsavcısı Han’ı uyardı. 

Bu tür eylemlerin “gayri meşru ve yasal dayanaktan yoksun” olduğunu öne süren senatörler, Han’a, birlikte çalışanları ve ortaklarına yaptırım uygulayacakları, Başsavcı ve ailesinin ABD’ye girişlerini engelleyecekleri yönünde tehditte bulundular. 

Başsavcı Han’ın Netanyahu ve diğer İsrailli yetkililere karşı yasal işlem başlatmasını engelleme amacını taşıyan tehdit mektubunda, diplomatik ifadeler yerine Han ve kurumuna “ağır yaptırımlar” uygulama tehdidinde bulunuldu. 

Senatörlerin bu yöntemi, UCM’nin kuruluş belgesi olan Roma Statüsü uyarınca Han’ın pozisyonuna tanınan dokunulmazlıkla çeliştiği gibi siyasetçilerin resmi yazışmalarında sergilemeleri gereken siyasi nezaketten de yoksundu. 

Sert ve saldırgan bir yaklaşım kullanılan mektupta ayrıca şu ifadelere yer verildi: 

“İsrail’i hedef alırsanız, biz de sizi hedef alırız. Basında belirtilen eylemleri gerçekleştirirseniz, UCM’ye verilen tüm ABD desteğini sonlandırmak, çalışanlarınıza ve ortaklarınıza yaptırım uygulamak, sizin ve ailelerinizin ABD’ye girişlerini engellemek için harekete geçeceğiz.” 

Mektupta, tehdidin bağlamı ayrıca başka bir alana kaydırılarak şunlar yazıldı:  

“Bu tutuklama emirleri, UCM’yi terörizmin en büyük devlet sponsoru (İran) ve onun vekili (Hamas) ile aynı çizgiye getirecek. Açık olmak gerekirse, Hamas’ın terörü ile İsrail’in haklı tepkisi arasında ahlaki bir eşdeğerlik yoktur.” 

Senatörler burada, Hamas ile İran arasındaki ittifaka atıfta bulunularak, Hamas’ın 7 Ekim’de düzenlediği Aksa Tufanı Operasyonu’nun terör eylemi olduğu ve İsrail’in o zamandan bu yana devam ettirdiği saldırıların da meşru müdafaa olduğunu öne sürdü. Mektuptaki bu ifadelerle UCM de, “teröre destek” ile suçlandı. 

ABD’nin 7 Ekim’den bu yana kurmaya çalıştığı ve “Hamas’ın İsrail’e saldırdığı, İsrail’in ise meşru müdafaa durumunda olduğu” yönündeki anlatı da bunu gösteriyor. Ancak bunlardan farklı bir şekilde, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres, BM Güvenlik Konseyi’nde (BMGK) düzenlenen İsrail-Filistin oturumunda, “Hamas saldırılarının durduk yere ortaya çıkmadığının da bilincinde olmalıyız” şeklinde bir ifade kullandı. 

Söz konusu durumun Hamas’ın saldırılarını meşru kılamayacağına işaret eden Guterres, “Hamas’ın korkunç saldırıları da Filistin halkına yönelik toplu cezalandırmayı meşru kılamaz” dedi. 

Guterres bu ifadeleriyle, olayların 7 Ekim’de başlamadığı, işgalin bağlamının uzun yıllara yayıldığı yönünde bir karşı anlatı ortaya koydu. 

ABD’li senatörlerin gergin ve tehditkar bir dille karışık gerekçeler öne sürdüğü mektupta ayrıca şunlar yazıldı: 

“Ne İsrail ne de ABD, UCM üyesi değildir ve dolayısıyla kuruluşunuzun varsayılan yargı yetkisinin dışındadır. İsrail yönetimine tutuklama emri çıkarırsanız, bunu yalnızca İsrail’in egemenliğine değil, aynı zamanda ABD’nin egemenliğine yönelik bir tehdit olarak yorumlayacağız.” 

Mektubun bu yönü bir takım belirsizlikler de taşıyordu. Evet, ABD ve İsrail UCM üyesi değil. Ancak Filistin UCM’nin bir üyesi olduğu için mahkemenin İsrail’le ilgili davayı inceleme hakkı var. Bu da UCM’ye davaya bakma hakkı veriyor. Bu konu, ABD’nin, Ukrayna’nın işgaliyle ilgili olarak Rusya’nın UCM’de yargılanması için 39 ülke tarafından sunulan talebe destek verirken dayandığı gerekçenin aynısı. 

Putin ve Netanyahu’ya yönelik tutum farklılıkları ne anlama geliyor?  

Toparlamak gerekirse, Rusya UCM’ye üye olmamasına rağmen, UCM Ukrayna’da işlenen suçlara ilişkin yürüttüğü soruşturma kapsamında, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin hakkında savaş suçu gerekçesiyle tutuklamaya yönelik yakalama kararı çıkardı. 

Ukrayna da UCM’ye üye değil ve davanın değerlendirilmesine yönelik hüküm UCM Başsavcısı Han tarafından verildiğinde, ABD bu kararı memnuniyetle karşılamıştı. 

Senatörlerin söz konusu mektubunda, “Ülkemiz, Amerikan Askeri Personelini Koruma Yasası’nda (ASPA) egemenliği korumak için ne kadar ileri gidebileceğimizi gösterdi” ifadeleriyle tehlikeli uyarılar da yer aldı. 

“Lahey’i İşgal Yasası” olarak bilinen Amerikan Askeri Personelini Koruma Yasası, 11 Eylül saldırılarına yanıt olarak 2002 yılında ABD eski başkanı George Bush tarafından yasalaştırılan ve artık pek hatırlanmayan Ek Kongre Tahsisat Yasası’na dahil edilmişti.    

Söz konusu yasa, ABD başkanına, mahkeme talebi üzerine gözaltına alınan veya hapsedilen ABD’li veya müttefik ülkelerden askerlerin serbest bırakılması için “gerekli ve uygun tüm askeri araçları” kullanma yetkisi veriyor. 

ABD’li senatörlerin tehdit içeren mektubu, İsrail’de böyle bir yasanın çıkarılma ihtimali ya da ABD’nin, Siyonist oluşumun liderlerini “ABD çıkarlarını savunan kişiler” olarak göreceğinin bir göstergesidir. 

Böylece İsrailli yetkililer, Amerikan Askeri Personelini Koruma Yasası kapsamında ABD başkanına sağlanan korumadan yararlanabilecek. 

Senatörlerin mektubu, cezai yargı yetkisi 124 üye devlet tarafından tanınan UCM’nin Başsavcısı’na karşı ABD küstahlığının en üst düzeyini yansıtıyor. 

Bahsi geçen mektupta ayrıca, “ABD, UCM’nin müttefiklerimize yönelik siyasallaştırılmış saldırılarına tolerans göstermeyecektir” ifadeleriyle de, siyasi saldırılara karşı UCM’ye uyarıda bulunuldu. 

Mektup tuhaf bir şekilde, UCM Başsavcısına hitaben “Uyarıldınız” ifadesiyle sona erdi. 

ABD hala İsrail’in soykırım ve Filistin davasının sistematik olarak yok edilmesine yönelik sürdürdüğü yaklaşımını destekliyor ve İsrail politikalarına karşı olan her türlü hareketi her düzeyde yakından takip ediyor. 

UCM Başsavcısı Han, tüm baskılara rağmen Netanyahu ve Gallant’ın derhal tutuklanması yönündeki talebini yeniledi. 

Bu konuda Başsavcı Han’a yönelik yeni tehditler gelecek mi? Acaba bunlar sadece sert bir üsluba sahip diplomasi ile mi sınırlı kalacak, yoksa Al Capone’un taktiklerinden birini mi göreceğiz?