02 Nisan 2024
Söz konusu dünya çapında, ama özellikle Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da yaşanan iç savaşlar olduğunda, güvenlik bürokrasinin dikkatini İslami söyleme sahip direniş gruplarına katılan “yabancı savaşçılar” çekiyor. Tartışmalar bu kişilerin bölgeye ulaşması nasıl engellenebilir sorusundan tutun ülkelerine döndüklerinde savaş ortamında yaşadıkları travmayı ve şiddeti beraberlerinde taşıyıp taşımayacaklarına kadar geniş bir ölçekte sürmekte. Bütün bu “endişelere” rağmen Orta Doğu’da küresel çapta gönüllü katılımının profesyonel bir şekilde yapıldığı bir ülke var: İsrail.
İsrail’in silah altına aldığı bu insanlar aktif savaş eğitimi almalarına ve bilfiil sıcak çatışmalarda farklı pozisyonlarda yer almalarına rağmen ne hikmetse yukarıda bahsettiğim yasadışı gönüllülere atfedilen radikalleşme söylemlerinden nasiplerini al(a)mıyorlar. İsrail’in acımasız savaş ve soykırım politikası nedeniyle gündemde öne çıkan insani krizin üzerini örttüğü bu gerçek ne yazık ki yeteri kadar incelenmedi.
Bir istisna olarak geçtiğimiz haftalarda Güney Afrika Dışişleri Bakanlığı İsrail safında savaşan vatandaşlarının ülkelerine döndüklerinde yargılanacaklarına dair bir açıklamada bulunsa da bu genel kabul gören bir uygulama değil henüz. İsrail safında savaşanları ise iki kategoride değerlendirmek mümkün. Bir tarafta İsrail vatandaşı olup 7 Ekim’den sonra hizmete çağırılanlar, diğer yanda Özel Askeri Şirket çalışanları. Konu alabildiğince geniş, tarihi ve teknik. O yüzden bu yazıda ilk grupla yani ülke dışında ikamet edip savaşmak için gelen İsrailliler ele alınacak.
“Siyon çağırıyor!”
Yabancı savaşçılık fenomeni özellikle Suriye devriminin ardından İslami hareketler ile eş değer kullanılsa da konunun herhangi bir dine, millete, ırka, ideoloji veya coğrafi bölgeye ait olmadığının altı kalın bir şekilde çizilmesi gerekiyor. İsrail ve Filistin özelinde ise konunun izini 1930’lu yıllara kadar geri götürmek mümkün. O tarihlerde Araplar ve Yahudilerin aynı çatı altında örgütlenebildiği İngiltere karşıtı olduğu kadar Siyonizm karşıtlığını da içerisinde barındıran bir oluşum bulunuyordu; Filistin Komünist Partisi. 1936’da patlak veren İspanya İç Savaşı’na Cumhuriyetçiler safında savaşmak için gönüllü olan FKP üyeleri bölge açısından ayrı bir öneme sahiplerdi, zira bu tarihten itibaren Filistin toprakları tam tersine Siyonist gönüllüler için bir çekim noktası haline gelecekti.
İlk kırılma tahmin edileceği gibi 1948’de İngiltere’nin Filistin’deki Manda yönetimini ilga edip İsrail Devletinin kuruluşunun ilan edilmesinin akabinde gerçekleşecekti. İkinci Dünya Savaşı’nın ardında bıraktığı tahribat ve Yahudi toplumsal hafızasında Hitler Almanya’sı altında yaşananlar halen taze olduğu bir dönemde kurulan İsrail’in ülke dışındaki destekçilerinden büyük beklentileri vardı. Bugün bilinen ismiyle İsrail Güvenlik Güçlerinin (IDF) özellikle hava savunma sisteminin gelişiminde çoğunluğu Yahudi olmakla birlikte Yahudi olmayanları da barındıran “Yurt Dışından Gönüllüler” birimi oluşturmaktaydı. Siyonist hareket ve Haganah grubunun özel çabaları sonucunda 56 ülkeden yaklaşık 4700 kişi Filistin topraklarında İsrail devletinin kurulması için Arap ülkelerine verilen savaşa bilfiil katılım sağladı. Açıklanan arşiv verilerine göre Türkiye’den 15 erkek ve 2 kadın olmak üzere toplam 17 kişinin de 1948 yılında İsrail safında savaşmak için Filistin’e gittiğini hatırlatmakta fayda var.
Bu kişilerin Filistin topraklarına yerleşmesi gibi bir plan ilk aşamada yoktu, ancak İsrail’in tarihi açısından bu kadar önemli bir eşikte birlikte savaşmış olmaları bazılarını kalmaya ikna etti. Gönüllüler artık mülteci olmuşlardı. Yabancı savaşçı olarak geldikleri topraklara yerleşenler aynı zamanda İsrail’in ilerleyen dönemde de başvuracağı yeni sistemin ilk temsilcileri olacaklardı. Ülke 1948’den sonra askeri sistematikleşmesiyle birlikte rezerve askerlik sistemini benimseyecek ve varoluşsal krize girdiğine inandığı farklı dönemlerde benzer akınlara kapı açacaktı, 1967’deki 6 Gün Savaşları, 1973’teki Yom Kippur Savaşı, 1991’deki Körfez Savaşı ve elbette 7 Ekim’den sonra Gazze’de yaşanan soykırım dönemi.
Yalnız kurtlara dönüşebilecek “yabancı” askerler
Orta Doğu’da bu kapsamda bir hareketliliği teşvik eden ve zemin hazırlayan tek ülke İsrail. Elbette başlıktaki ifade de bir nüans gizli. Yabancı savaşçılardan kasıt, kavramı terminolojisine uygun olarak kullanacaksak eğer bir çatışmada devlet dışı aktörlere katılanlar olarak tanımlanıyor. Ancak İsrail özelinde bu durum devlet politikası haline getirilmiş ve dünyanın her neresinde olursa olsun savaş durumunda geri çağrılan bir kişinin 48 saat içerisinde kendisini bağlı olduğu birliğe bildirmesi gerekiyor. Yahudilik bu kapsama girmek için önem arz ediyor. “Eğer en azından büyükannelerinizden veya büyükbabalarınızdan biri veya ebeveynleriniz Yahudi ise veya bir Yahudi ile evliyseniz ve İsrail'de yaşıyorlarsa, Yahudi kanununa göre Yahudi değilsinizdir (eğer anneniz Yahudi değilse) bile hala gönüllü olabilirsiniz.” Bu kronikleşen bir savaş sistematiğinin de ürünü aynı zamanda. Öyle ki bu kişiler normal askerlik görevlerinin yanında yılda bir aylığına tekrar eğitimden geçiyorlar. Bunun İsrail’e ekonomik getirisi olduğu gibi ülke dışından gelen askerlerin yaşadığı entegrasyon sorunları da dikkatlerden kaçmamalı. Ama işgal güçleri ellerinden geldiğince bütün sorunları aşmaya gayret gösterecek sistematikleri geliştirmeye çalıştırıyorlar. En çarpıcı örnek IDF içerisinde, İsrail'de kendisini destekleyecek ailesi olmayan biri: yeni göçmen, yurtdışından gelen bir gönüllü, yetim veya parçalanmış ailelerden gelen bireylere has “Yalnız Asker” statüsünün bulunması.
Bu sadece teknik arka plan değil. Bugün Gazze’de yaşananları geçtiğimiz yüz yılda Bosna ve Ruanda’da gerçekleşen toplu katliamlarla kıyaslamaya kalksak bile 5 ay gibi kısa bir sürede bu kadar ölü, yaralı ve yıkıma yaklaşan herhangi bir örnek bulunmuyor. Bu elbette tarihi 7 Ekim’den sonra başlatırsanız böyle. İsrail’in 2007’den beri Gazze’ye karadan, denizden ve havadan uyguladığı ablukayı ve sistematikleşen/bürokratikleşen şiddeti soykırımın boyutunu gözler önüne seriyor. Savaş ve soykırıma imza atmış ve bu ideoloji benimseyerek hiçbir şey olmamış gibi ülkelerine dönebilen askerlerin bölge ve dünya güvenliğine tehdidini bu çerçevede yeniden düşünmemiz gerekiyor.
7 Ekim saldırılarının ardından İsrail sayıları 360.000’e varan rezerv askeri dünyanın dört bir yanından Gazze’de devam eden soykırıma destek vermeleri için göreve çağırdı. Fransız vatandaşı İsrail askerlerinin evlerinden sürülen insanların özel eşyalarıyla dalga geçen videolar çekmekten geri durmuyorlar. Gazze’deki katliama katılan İngiltere vatandaşlarının günlük hayatlarını kameraya aldığı görüntüler sosyal medyada herkesin erişimine açık. İsrail’in savaş ilanının henüz 5. gününde Güney Amerika ülkesi Peru’dan İsrail’e gitmekte olan bir uçakta yolcuların büyük bölümünün İsrail bayrağı sallayarak sevinç gösterilerinde bulunduğu, çekilen görüntülerden rahatlıkla anlaşılabiliyor. Benzer bir katılımın Türkiye’den iki kişinin katıldığı kamuoyuna yansıdığı ve kendi sosyal medya hesaplarında paylaştıkları kadarıyla biliniyor.
Geçtiğimiz 75 yılın en kapsamlı kitlesel katliamlarından birine şahitlik eden Gazze’de bilfiil sahada bu yıkımın parçası olanların edindikleri tecrübeyi ve ideolojiyi ülkelerine döndüklerinde Filistin’i destekleyenler için kullanmayacaklarını kimse garanti edemez. ABD’deki Columbia Üniversitesi’nde Filistin’i destekleyen göstericilere karşı iki İsrailli rezerv askerin kimyasal bir madde ile spreyli saldırı gerçekleştirmesi bunun en çarpıcı örneklerinden birisi. Yakın zamanda Salih el-Aruri örneğinde veya 1970’li yıllarda Avrupa’nın farklı başkentlerinde yaşanan suikastlarda olduğu gibi, İsrail, Filistin direnişine destek vermekle suçladığı kişileri bu askerler tarafından hedef alma yoluna gidebilir. Böyle eylemlerin sonrasında görmeye alışık olduğumuz saldırganın “travma sonrası stres bozukluğu” mağduru olduğu bahanesini duymak şaşırtıcı olmayacaktır.
İsrail’i soykırım gerçekleştirmekle suçlayarak Uluslararası Adalet Divanı’nda bu konuda başvuruda bulunan dünyanın dikkatini üzerine çeken Güney Afrika’nın yazının başında ifade ettiğim bu askerlere yönelik çağrısı önemli. Bunun içinse Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kurumlar ve İsrail askerlerinin vatandaşı oldukları ikinci ülkelerin iç hukuk yollarının gündeme getirilmesi gerekiyor. Bu sadece, yurttaş başka ülkenin savaşında savaşabilir mi, şeklinde özetlenebilecek hukuki bir tartışmanın ötesinde yakın ve orta vadede toplumsal huzur ve güvenliğini tehdit edebilecek bir durum olması nedeniyle kamuoyunu yakından ilgilendiren bir tehdit olarak karşımızda duruyor.
devamını oku daha az oku
Haldun Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde Doktor Öğretim Üyesi olarak görev yapmaktadır. Araştırma alanları arasında Yabancı Savaşçılar, İç Savaşlar, Etnik Çatışmalar ve Ulusaşırı İslami Hareketler bulunmaktadır.