17 Ekim 2024
Benim kuşağımın hatıralarında, önce radyo ajanslarından, sonra da televizyonlardan verilen Lübnan haberlerinin ayrı bir yeri vardır. Akşam 7 ajanslarında aktarılan savaş ve yıkım haberleri bir karanlığın ortasında irileşerek içimizdeki korkuyu derinleştirirlerdi. Bu haberler içerisinde adını en çok duyduğumuz kentlerden biri Beyrut’tu. Orada isimlerini nereye koyacağımızı bilemediğimiz bazı gruplar sürekli birbiriyle çatışıyor, adeta haber merkezlerine günlük malzeme sağlıyorlardı. Marunîler, Dürziler, Şiiler, Sünniler… Kimdiler, amaçları neydi, birbirlerini öldürerek nereye varmak istiyorlardı bilemezdik. Hele Dürzi Lider Velid Canbolat’tan söz açıldığında iyice kafamız karışır, ironik bir şekilde böyle bir gruba nasıl liderlik yaptığına şaşardık.
Zaman bütün bu bilinmezlerin içini bilgiyle doldurdu ve Marunîlerin, Dürzilerin ve Şiilerin kimler olduğunu öğrendik. Lübnan’daki kampları, kamplarda sürgün hayatı yaşayan Filistinlileri, İsrail’in katliamlarının sebeplerini iyi kötü bir yerlere oturttuk.
Lübnan’da ve Beyrut’ta olup bitenleri sökmeye başladığımızda, bu ülkeye dair bilgilerimize, mevcut resimle taban tabana zıt yeni bir resim daha eklendi: Doğu’nun Paris’i. Bu benzetme, iç savaştan önceki Beyrut’un kısa bir dönemini anlatmak için yapılıyordu. Doğu Akdeniz’in kıyısında yıldız gibi parlayan, mekânları, yaşam tarzları ve eğlenceleriyle göz kamaştıran bir şehir nasıl olmuştu da bir savaş ve yıkım yeri haline gelmişti, nasıl olmuştu da ülkenin zenginliği olan ve binlerce yıldır birlikte yaşayan topluluklar birbirinin katiline dönüşmüştü? Bu sorular da zaman içinde cevaplarını buldular.
İsrail’in komşusu bu küçük ülke adım adım sosyolojik bir bataklığa sürüklenmiş, İsrail bu fay hatlarını derinleştirmek için her türlü stratejiyi denemiş, Fransızların, Suriye ve İran’ın, başka bazı ülkelerin desteğiyle her grup kendi Beyrut’unu gettolaştırmaya başlamıştı. Beyrut değil, Beyrutlar vardı artık. Gün geldi, dünya siyaseti öyle arzuladığı için yıkımın üzerine bir astar çekildi ve bu günkü dengeler parlamentosu oluşturuldu. Aslında bu bile bir başarıydı.
Beyrut, Şam ve Halep
Bir de bir okur olarak benim kitap sayfalarından taşınıp gelen Lübnan’ım, Beyrut’um savaş ve yıkım haberlerinin yanına ilişmeye başlamıştı. Bazı sayfalarda Halide Edip Adıvar, şehirde Cemal Paşa’nın masasında oturuyor, ondan Lübnan’da çocukların eğitimi için giriştiği çabalara destek vermesini rica ediyordu; bazı sayfalarda Refik Halit Karay sürgün olarak gittiği bu ülkede geçim sıkıntısı çekiyordu, bazı sayfalarda da mecburi olarak bir süreliğine Beyrut’a yerleşmiş bulunan Osmanlı saray mensupları ve hanım sultanlarının kederli gölgeleri dolaşıyordu. Ama bütün bu metinlerde Beyrut, Şam ve Halep genellikle birlikte anılır, üçü bir salkımın iri taneleri gibi insanı kendine çekerdi.
İç savaştan önce Şam ve Halep’e yaptığım ziyarette, okuduğum metinlerin yazar ya da kahramanları da bana eşlik etmişti. Adonis, Feyroz, Halil Cibran gibi bölgenin kalemleri ve sesleri de baktığımız her yerdeydi. Suriye gezimden önce bu bölgeye dair başka yeni bilgiler de edinmiştim; Golan Tepeleri’nden Toros Dağları’na uzanan bir hatta Yavuz Sultan Selim döneminde yerleştirilmiş bir dizi Yörük köyü de bulunmaktaydı. İsrail işgaliyle birlikte, tepelerdeki köyler boşaltılmıştı. Lübnan’da hala iki büyük Yörük köyü vardı ve bunlardan biri Türkçe konuşmayı sürdürüyordu.
Çocukluğumuzun Lübnan’ı zaman içinde biraz sükûnete kavuşmuş olsa da ara ara yine çocukluğumuzun haberlerine benzer haberlerle gündemimize girdi ve adeta kendisine dair o korkulu hatırayı sulamayı sürdürdü. Ama en son haberler öncekilerle kıyaslanacak gibi değildi. Lübnan’da sadece bu ülkenin değil bütün dünyanın nasıl korkutucu bir eşiğe geldiğine tanık olduk.
Dijital çağ, klasik savaşların çok ötesinde, kendi şanına layık yeni bir harp konseptine geçti ve bu yeni yöntemin ilk denemeleri yapıldı. İsrail birer gün arayla Lübnan Hizbullahı’nın elindeki çağrı cihazlarını ve telsizleri uzaktan kumandayla patlattı.
Korku filmlerini hatırlatan ama gerçek olan bu Lübnan Distopyası, şimdilik iki taraftan birinin yöntemiymiş gibi görünse de artık bütün dünyanın gündemine ve ilgisine girmiş bulunuyor. Bundan böyle savaşlar, büyük filmlerin kurmacalarıyla yarışacak ve hatta yönetmenlere yeni ilhamlar sunacak. Yine de “yeni” derken kendi içimde kuşkuya düşüyorum; aslında Truva Savaşı’ndaki at şekilden şekile giriyor ve Truva sürekli yer değiştiriyor. Yeni Truva ‘Beyrut’.
devamını oku daha az oku
Nasıl Ölür’le Türkiye Yazarlar Birliği Yılın Şiir Ödülü’nü aldı. 2015- 2022 yılları arasında Dergah Dergisi’nin Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı.