Paris Olimpiyat Oyunları’nın açılışında kullanılan koreografiler Woke kültürünü tekrardan gündeme taşıdı. İyi ama nedir bu Woke kültürü? Özgürlükleri ve sosyal adalet arayışını ileriye mi taşıyor, yoksa önünde engel mi teşkil ediyor? Gelin hep beraber Woke hareketi üstüne kafa yoralım.   

Woke terimi Batı’da sağ ile sol arasında başlayan kültür savaşının tam merkezinde yer alıyor. Terimin kökeni 1930’lı yıllara kadar gidiyor. Terim, ABD’de başta ırkçılık olmak üzere toplumdaki yaygın sosyal adaletsizliklerin farkında olanları ifade etmek için İngilizce “uyanık” anlamına gelen “awake” kelimesinden türemiştir. Bu orijinal kullanımda kelime siyahilerin Amerika’da maruz kaldığı sistematik ayrımcılık ve adaletsizliklere karşı uyanık olmak anlamına geliyordu. Kişinin ırkçılık uykusundan uyanmasını sembolize ediyordu. Terim 1960’lara doğru epey popüler oldu. 

Popüler kültürde " woke/uyanık" kelimesinin ilk kullanımlarından biri folk şarkıcısı Lead Belly'nin 1962 tarihli protesto şarkısı "Scottsboro Boys" olmuştur. Şarkı, Alabama'da dokuz siyahi gencin haksız yere mahkum edilmesini konu alıyordu ve "Herkese tavsiye ederim, oradan geçerken biraz dikkatli olsunlar- en iyisi uyanık kalmak, gözlerini açık tutmak" dizesini içeriyordu. 1970’lerde Sivil Haklar Hareketi sırasında terim yine bu anlamda kullanıldı.  

Ancak 21. yüzyılda terimin anlamı genişlemeye ve tüm dünyaya yayılmaya başladı. İnternetle birlikte terim ABD sınırların aşarak tüm dünyayı ifade eder hale geldi. Bununla birlikte siyahilerin haklarını ifade etmenin ötesinde terim LGBTQ sorunları, feminizm, göç, iklim değişikliği ve marjinalleştirilmiş topluluklar da dahil olmak üzere çok çeşitli toplumsal hareketler için kullanılmaya başlandı. Görünürlüğün artması ile terim aşağılayıcı bir şekilde de kullanılmaya başlandı. 

Woke kültürü ve eyleme geçiş  

Öte yandan, hiçbir sosyal hareketi ifade eden terim sadece tanımı ile anlaşılamaz. Söz konusu kadın hakları ya da çevre sorunları gibi konularda bilinçli ve “uyanık” olmayı çoğu entelektüel zaten makul ve gerekli bulacaktır. Ancak Woke hareketi bu bilinçliliğin ötesinde bazı eylem türleri ve davranışları içerir. Birincisi, bu hareket sosyal medya platformlarını etkin ve yoğun bir şekilde davalarını desteklemekte kullanır. İkincisi, bu hareket çağrı kültürü (call-out culture) ve iptal kültürü (cancel culture) ile dikkat çeker.  

Çağrı kültürü, bireylerin veya kuruluşların belirli bir grup tarafından algılanan sorunlu davranışlarını, ifadelerini veya eylemlerini kamuya açık bir şekilde, çoğu zaman sosyal medya aracılığı ile, ifşa etmeyi, hedef göstermeyi ve sorumlu tutmayı içerir. İptal kültürü, sakıncalı veya saldırgan olduğu düşünülen bir şey yaptığı düşünülen kamuya mal olmuş kişilere veya kurumlara verilen desteğin geri çekilmesi ve bu kişinin protesto edilerek dışlanmasını içerir. Bu şekilde bu kişi “iptal edilmiş” olur. Bu genellikle kişilerin toplum önünde aşağılanmasını içerir. Kişi bunun sonucunda ciddi bir itibar kaybı yaşar. Kampanya bazen kişi aslında hukuk önünde haklı çıksa da işini ya da hayat standardını kaybetmesi ile sonuçlanabilir.  

 

Üçüncüsü, Woke kültürü işyerlerinde, medyada ve diğer kurumlarda çeşitlilik ve kapsayıcılığı teşvik eder. Dizilerde LGBTQ bireylerinin ya da siyahilerin daha görünür olması, yaygın standartlarda “kilolu” ya da “vasat bir görünüşe sahip” olarak sınıflandırılacak bireylerin güzellik yarışmalarında dereceye girmesi ya da manken olması bu kültürün etkisidir.   

Dördüncüsü Woke kültürü dili ve kültürü radikal bir şekilde değiştirmeyi teklif eder. Cinsiyet ayrımı gözetmeyen zamirlerin kullanımını sağlamak, ırkçı veya cinsiyetçilik çağrıştıran terim, anlatıların ve deyimlerin kullanılmasından kaçınma çağrısı yaparlar. Bu terimleri kullananları ise kınarlar, bazen iptal ederler.  Bu yaklaşımları çoğu zaman kültürler arası farkları, terimlerin kullanıldığı bağlamı ve amacını görmezden gelir.  

Woke kültürünün hedef olarak belirlediği sosyal adaleti sağlamak, ayrımcılıklarla ve eşitsizliklerle mücadele etmekte eleştirilecek bir şey yok. Elbette ki toplum olarak hedefimiz bunları sağlamak olmalıdır. Ancak Woke kültürü iki noktadan eleştirilebilir, birincisi adaletsizliğin nedenlerini ve toplumdaki yaygınlığı tespit etmekte ne kadar başarılılar? Önyargılardan sıyrılıp toplumun nesnel resmini ne kadar çekebiliyorlar?  

Örnek olarak Paris’teki gösteriyi ele alalım. Mesela dünyada yükselen İslamofobi, ki Fransa’da da ciddi yükselişte, neden görünürde yoktu. Evet kilolu insanlara yönelik ayrımcılık var, ama yaşı ileri insanlara yönelik ayrımcılık da tüm dünyada giderek artıyor. Yaşlı insanlara yapılan ayrımcılıklar mesela o programda görmezden gelinmiş. Genel olarak da dizilerde ve diğer platformlarda görmezden geliniyor. Elbette Paris’teki gösteri tekil ve çok önemli bir örnek değil, sadece burada dikkat çekmek istediğim şey belli ayrımcılıklara dikkat çekilirken, başka ayrımcılıklar görmezden gelinebilir, hatta bu ayrımcılıklar Woke kültürü tarafından güçlendirilebilir. Zira iptal ettiği sesler aslında toplumda yaygın bazı ayrımcılıklarla mücadele ediyor olabilir. Ben bu yazıda bu boyut üstünde çok durmayacağım ama üstüne düşünülmesi gereken bir nokta. Nitekim Woke kültürüne yönelik önemli bir eleştiri, daha derin, daha sistemik sorunları ele alan somut eylemler yerine genellikle yüzeysel veya sembolik jestlere öncelik vermesidir. Sembolik konulara odaklanmak, güç ve eşitsizliğin altında yatan yapılarda anlamlı bir değişim yaratmadan ilerleme yanılsaması yaratabilir. Nitekim bazı Marksistler Woke kültürünün ekonomik sömürüyü görmezden geldiği ya da hafife aldığını söyler.  

İkincisi Woke kültürünün kullandığı metot ve sosyolojik davranışları eleştirilebilir. Bu yazıda özellikle bu kısım üzerinde durmak istiyorum. Woke kültürünün çeşitli açılardan amacına zarar veren metotlar kullandığını düşünüyorum. Bunu açmaya çalışayım.  

Radikallik ve kavramlara karşı “savaş” 

Woke kültürü kanaatimce çok radikal bir hareket. Radikallik sorgulamayı kapatır, kişi kendini hep haklı görür, eleştirileri es geçer ve ılımlı takipçileri uzaklaştırır. Konuyu anlamak için bir örnek vereyim. İngiltere’de "İşyeri Eşitlik Endeksi" yürüten LGBTQ yardım kuruluşu Stonewall şirketlerin “anne” kavramını kullanmamaları tavsiyesinde bulunmuştu. Anne kavramı bazı kesimler tarafından hem anne olmak istemeyen kadınları hem de bazı LGBTQ’ları dışladığı gerekçesi ile eleştiriliyor. Ancak bu anneliği önemli bir vasıf gören kadınlara ve bu kuruma önem veren tüm insanlara radikal bir istek gibi görünür. Ben bir erkek olarak anne olamam ama bu benim kadınların annelik yaparken harcadıkları efor ve emekleri görmeme engel değil. Anneliğin yüceltilmesi bana yapılan bir ayrımcılık da değildir. Elbette anne olamayan ya da olmak istemeyen kadınları anlamak önemlidir, onları küçümsememek ya da ayrımcılık yapmamak da önemlidir. Ancak bu “anne” kavramına savaş açmayı gerektirmez. 

 

Radikallik çoğu zaman ahlaki mutlakçılığa yol açar. Bu, belirli inançların veya eylemlerin nüans, bağlam veya tartışmaya yer açmaksızın kesinlikle doğru veya yanlış kabul edildiği bir yaklaşımı ifade eder. Bu çerçevede, Woke kültürünün ahlaki standartlarını ihlal ettiği düşünülen bireyler ya da kuruluşlar genellikle sert bir şekilde yargılanır. Eleştirilerinde haklı oldukları durumlarda bile karşıya herhangi bir ifade ya da özür şansı tanınmaz. Ahlaki mutlakçılık radikalleştiği durumda çok tehlikeli bir hal alabilir. Bu insan haklarının çiğnenmesinin ötesinde toplum içinde yeni ayrımcılıklar oluşturabilmektedir. Mesela kendini hem Müslüman hem de LGBTQ olarak tanımlayan bireyler Woke çevrelerin İslamofobik olduğu ve dini inançlarının aşağılandığını ifade ediyorlar. Bunlar genellikle bu çevreler tarafından dışlanmakta ya da içine girmekte zorlanmaktadırlar.   

Ahlaki mutlakçı tavır aslında Woke kültürünün beslendiğini iddia ettiği post modern değerlerle de çelişir. Zira Woke kültürü kendisi dışındaki tüm kültürleri aşağı, “uyuyan”, yok edilmesi gereken yapılar olarak görür. Bu hem bir asimetri yaratır hem de yeni bir çeşit kültürel emperyalizm oluşturur. Batılı olmayan toplumlar yargılanır, geçmiş toplumlar tarihsel ve sosyal bağlamlarından koparılarak eleştirilir. Bunlar Derida gibi post-modern düşünürlerin asla onaylamayacağı yaklaşımlardır.  

İptal kültürü çok sayıda temel ahlaki ve hukuki ilkeyi ihlal eder. Bu kültür mesela adil yargılanma hakkını ihlal eder. İptal kültüründe bireyler genellikle resmi bir yasal süreç olmaksızın kamuoyu tarafından yargılanır ve mahkûm edilir. Bu "kamuoyu yargılaması", hukuk sisteminin adil yargılamayı sağlamak üzere tasarlanmış güvencelerini es geçer. En önemli göz ardı edilen güvence "Suçluluğu kanıtlanana kadar masumdur" şeklinde özetlenebilecek masumiyet karinesidir. İptal kültürü, suçlanan kişinin kendisini yeterince savunma fırsatı olmaksızın yalnızca iddialara dayanarak, yanlış ya da yetersiz delillerle mahkûm edebilir.  

Dahası iptal kültürü unutulma ve affedilme hakkını da ihlal eder. Sosyal medyada bir kişi alenen hedef gösterildiği zaman bilgiler süresiz olarak erişilebilir kalır ve kişi kalıcı olarak damgalanır. Yargılanan kişi gerçekten haksız olsa bile bu yanlıştır. Zira kişi rehabilite edilse, pişman olup kendini düzeltse de hâlâ o damga internette durmaya devam eder. Bu iptal kültürünün önemli sorunudur ve bireyi kazanmak ve affetmenin bir yolunu sunmaz. Oysa hukuk ve adaletin amacı sadece kişiyi cezalandırmak değildir, rehabilite edip topluma tekrar kazandırmaktır. Kalıcı damgalanmalar kişi ve çevresini olumsuz etkileyebilir ve kalıcı psikolojik sorunlara yol açabilir.  

Woke kültüründe linçlemeler  

İptal kültürü ifade özgürlüğünün önünde önemli bir engeldir. İptal edilme korkusu, bireylerin tartışmalı konuları tartışmaktan veya tepkilerden kaçınmak için gerçek fikirlerini paylaşmaktan kaçındıkları otosansüre yol açar. Bu kamusal söylemdeki fikir ve perspektif çeşitliliğini sınırlayabilir. Bunun en radikal sonucunu akademisyen ve sanatçılarda ortaya çıkan baskıdır. Akademisyenlere ve sanatçılara belirli ideolojik standartlara uymaları için baskı yapmak sanatsal ve entelektüel özgürlüğü kısıtlar. Bu da toplumsal ve entelektüel gelişmeyi yavaşlatır. Bu durum, canlı ve dinamik bir kültür için gerekli olan düşünce çeşitliliğini kurutur.   

Bunun bir örneği son yıllarda Harry Potter serisinin yazarı J.K. Rowling’in başına gelenlerdir. Rowling, "erkekler kadın değildir" şeklinde bir tweet attıktan sonra 2019'da işini kaybeden Maya Forstater'ın tweetini beğenir ve kendini tepkilerin ortasında bulur. Birçok eleştirmen Rowling'i transfobiyle suçlayarak sosyal medyada yaygın kınamalara ve eserlerini boykot etme çağrılarına yol açtı. Rowling, Forstater'ı destekleme gerekçesini açıklamak için duygusal bir makale kaleme aldı. Bu yazıda, bir zamanlar şiddet içeren bir ilişki yaşadığını ve bu nedenle savunmasız kadınlar için tek cinsiyetli alanların neden olması gerektiğini çok iyi anladığını ifade etti. Bu yazısı tepkileri azaltmadı tam tersi tepkiler artarak devam etti, Rowling “iptal edilmeye” çalışıldı.  

 

Rowling'in görüşlerine katılınsın ya da katılınmasın, bu görüşler toptan reddedilmek yerine açık bir tartışmanın parçası olmalıdır. Bunun nedenini anlamak için John Stuart Mill’e değinmekte fayda var. 19. yüzyıl filozoflarından John Stuart Mill, özellikle "Özgürlük Üzerine" adlı ufuk açıcı eserinde dile getirdiği ifade özgürlüğü ve fikir pazarını savunmasıyla tanınır. Mill, fikirlerin serbestçe paylaşılmasının hakikatin keşfi için elzem olduğunu savunmuştur. Mill, yanlış ya da saldırgan olanlar da dahil olmak üzere tüm görüşlerin ifade edilmesine izin verilmesi gerektiğine, çünkü bu görüşlerin hakikatin daha iyi anlaşılmasına ve iyileştirilmesine katkıda bulunduğuna inanıyordu. Bireyler karşıt görüşlerle karşılaşarak kendi inançlarını daha iyi anlayabilir ve savunabilir ya da gerekirse revize edebilirler. İptal kültürü, bireyleri görüşleri nedeniyle susturma veya "iptal etme" eğilimiyle Mill'in fikirlerin pazar yeri ilkesine ters düşmektedir. Mill'e göre, tartışmalı veya popüler olmasa bile konuşmayı bastırmak, toplumu entelektüel ve ahlaki gelişim için çok önemli olan fikirleri test etme ve sorgulama fırsatından mahrum bırakır.  

İfade özgürlüğü ve “zarar ilkesi” 

Mill, bir bireyin ifade özgürlüğünü kısıtlamak için tek gerekçenin başkalarına zarar gelmesini önlemek olduğunu belirten “zarar ilkesi”ni ortaya atmıştır. Mill, doğrudan zarar (şiddete teşvik gibi) ile sadece hakaret arasında ayrım yaparak, bir fikir veya görüşten rahatsız olmanın onu bastırmak için yeterli bir gerekçe olmadığını savunmuştur. Rowling'in görüşlerini ifade etme hakkını savunanlar da dahil olmak üzere iptal kültürünü eleştirenler sıklıkla Mill'in zarar ilkesine başvurmaktadır. Tartışmalı ya da popüler olmayan görüşlerin ifade edilmesinin, zarara yol açmadığı sürece, iptal gerekçesi olmaması gerektiğini savunmaktadırlar. Ben de bu görüşe katılıyorum. Elbette ki Rowling görüşlerinden dolayı eleştirilebilir ama onu iptal etmeye kalkmak kanaatimce Mill’in zarar ilkesi ile çelişir.   

Mill, toplumsal normların ve baskıların resmi yasalar kadar baskıcı olabildiği "çoğunluğun tiranlığına" karşı uyarıda bulunmuştur. Mill, bireysel özgürlüğü ve entelektüel çeşitliliği boğabilecek olan çoğunluğun görüşlerine uyma baskısı konusunda endişeliydi. Kanaatimce iptal kültürü Mill'in uyardığı sosyal tiranlığın modern bir tezahürü olarak görülebilir. Woke kültürü içindeki baskın anlatıya uyma baskısı ve muhalif olduğu için iptal edilme korkusu, insanların gerçek inançlarını ifade etmekten caydırıldığı bir ortam yaratabilir. Bu durum düşünce çeşitliliğini bastırır ve tam da Mill'in önlemeye çalıştığı türden bir toplumsal zarar olan entelektüel durgunluğa yol açar. Batı’daki düşünce dünyası kanaatimce bu tehlike ile karşı karşıya kalmış durumda. Bunun ilk etkilerini ülkemizde de görmeye başladık.   

 

Son olarak Woke kültürünün radikalliğinin en önemli göstergelerinden biri toplumsal uzlaşıya ve demokratik tartışmalara önem vermemeleridir. Demokratik tartışma, toplumsal uzlaşının temel taşıdır. Woke kültürü açık tartışma ve uzlaşma yerine ideolojik saflığa öncelik vererek demokratik ilkeleri görmezden gelir. Demokratik bir toplumda, sosyal değişim tipik olarak tartışma, müzakere ve uzlaşma yoluyla sağlanır; farklı bakış açıları dikkate alınır ve çoğunluğun iradesini yansıtan politikalar geliştirilir. Dolayısıyla herhangi bir politik aksiyon için toplumsal uzlaşı elde edilmelidir. Batı’da bu toplumsal uzlaşıyı Woke kültürünün önemsememesi ciddi kutuplaşmalara yol açıyor, bu kutuplaşmalar gelecek yıllarda çatışmalara yol açabilir.  

Çoğunluğun görüşünü takmam, bana ne onlardan, onları “iptal ederim” diyerek başarı elde etmek mümkün değildir. Davanıza güveniyor ve haklı olduğunuzu düşünüyorsanız yapmanız gereken davanızı insanlara anlatmak, yapıcı diyaloglara girmek, toplumun hassasiyetlerini gözeterek yaklaşmaktır ve elbette yeri geldiğinde pozisyonunuzu revize etmektir. Toplumun endişeleri anlaşılmalı ikna edici ve makul çözümler sunulmalıdır. Bu elbette hakaret etmek, insanları ya da değerlerini aşağılamak, “iptal etmek”, bağırmaktan hele de takma isimlerle sosyal medyada faaliyet yürütmeye göre çok daha zordur. Ancak hiçbir gerçek başarı ve ilerleme kolay elde edilmez.