Milliyetçilik üzerine çalışmalarıyla tanınan Anthony D. Smith, Ulusların Etnik Kökeni (2002) adlı eserinde etnik bir grubun ya da toplumun ulus inşa etmesinin ve bir ulus devlet kurmasının farklı yollarını sıralar. Bu yolların neler olduğundan bağımsız olarak, bir ulus inşa etmek ve ulus devlet kurmak, örneğin bazen masa başında diplomatik tavizler vermek gibi ama çoğu zaman da bir bağımsızlık savaşı vermek gibi oldukça ağır bir siyasi maliyeti üstlenmeyi gerektirir. Örneğin Türkiye Cumhuriyeti, Sevr Antlaşmasının Osmanlı Devleti’ne dayattığı çok daha ağır şartları kabul etmeyerek Kurtuluş Savaşı gibi bir siyasi maliyetin üstlenilmesi ve bu maliyetin milletimizin kanıyla ödenmesi sonucu kurulmuş bir devlettir.  

Öte yandan bazı toplumlar, ulus olmanın ve bir ulus devlet kurmanın siyasi maliyetini üstlenmek istemeyebilir. Örneğin İskoçlar ve Katalanlar ya da Kanada’nın Fransızca konuşan bölgesi Quebec halkı, kendi parlamentoları vasıtasıyla söz konusu maliyeti üstlenmeyi reddederek bağımsızlık yerine özerkliği tercih etmişlerdir. Bazen de bu maliyeti üstlenmek konusundaki anlaşmazlık, aynı etnik kökene sahip toplumların siyasi olarak bölünmesine bile yol açmıştır. Örneğin İrlanda halkı, İngiltere ile öteden beri var olagelen tarihsel anlaşmazlıklarını aşmak ve ulus olmanın maliyetini üstlenmek hususunda ikiye bölünmüş ve sonuçta günümüzde İrlanda Cumhuriyeti gibi bağımsız bir devletle birlikte Kuzey İrlanda gibi İngiliz Milletler Topluluğuna bağlı bir ülke olmak üzere iki ayrı İrlanda ortaya çıkmıştır.  

İleride tarih kitaplarına konu olacak şekilde ulus olmanın maliyetini üstlenmeyle ilgili yeni bir örnek, Filistin topraklarında ortaya çıkmaya adaydır. Bu yazımızda, özellikle 7 Ekim’den bu yana yaşananlar ışığında günümüzde Filistin’in ulus olmanın ve ulus devlet kurmanın maliyetini üstlenmeye hazır olup olmadığına dair bir değerlendirme yapmaya çalışacağız.  

Filistin’in siyasi dinamikleri 

Bundan yaklaşık 12 yıl önce, Mursi’nin Mısır cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmasının henüz ilk günlerinde ülkemize yaptıkları bir ziyaret esnasında o dönem Filistin başbakanı olan İsmail Haniye’ye yöneltilen mealen şöyle bir soru hatırlıyorum: “Siyasi atmosferin ve uluslararası şartların imkân vermesi halinde Filistin’in geleceği için bir garanti oluşturacak olursa Mısır ile birleşmeyi düşünür müsünüz?” Soruya verilen cevap soru hakkında fazla düşünmeye gerek olmadığını gösterecek kadar hızlı ve oldukça netti: “Hayır, Filistin ayrı bir devlettir.” Aslında bu cevap bile Filistinlilerin ulus olmanın maliyetini üstlenmeye hazır olduklarını iddia etmek için bir dayanak oluşturuyor. Ancak mesele göründüğü kadar basit olmayabilir.  

Öncelikle Filistin, öteden beri İsrail işgali altında pek çok defa siyasi maliyetler ödedi. Ancak bunlar çoğu defa topyekûn ulus olmanın maliyeti olarak görülemeyecek münferit maliyetler olmuştur. En başta Hamas ve Filistin Kurtuluş Örgütü ya da Gazze ile Batı Şeria arasındaki siyasi görüş farklılıkları, bir bütün olarak Filistin halkının ulus olmanın maliyetini topyekûn üstlenmesini uzun yıllar engellemiştir. Bu bakımdan Filistin’i İrlanda’ya benzetmek mümkündür. Bir taraf, İrlanda Cumhuriyeti’ne benzer bir şekilde maliyeti üstlenmeyi isterken diğer taraf bu maliyeti üstlenmek yerine statükoyu sürdürmeyi tercih etmiştir. Günümüzde İrlanda’nın hükümet nezdinde Filistin’i açıktan destekleyen tek Batılı ülke olmasını, İrlanda ve Filistin arasındaki bu benzerlik üzerinden de okumak mümkündür.  

Ancak 7 Ekim’in bu noktada bir değişim sürecini başlattığını söyleyebiliriz. Günümüze gelindiğinde Filistin Bölgesel Yönetimi lideri Mahmud Abbas’ın da bağımsız Filistin Devleti söylemini sıkça tekrar eder olması, ulus olmanın maliyetini üstlenme hususundaki bölünmüşlüğün bertaraf edilmeye başladığına dair bir işaret olabilir. Tabi ki bunun ne derece kayda değer bir şey olduğunu ilerleyen süreçte görebileceğiz.  

Öte yandan, günümüzde şahit olduğumuz bazı önemli gelişmelerin, Filistin halkı açısından ulus olmanın maliyetinin altından kalkılabilir bir maliyet haline gelmesine yardımcı olduğu görülüyor. Bu bağlamda uluslararası kamuoyunun Filistin’e artan desteğini, Batılı hükümetlerin İsrail yanlısı politikalarının meşruiyet kaybını ve iki devletli çözümün giderek en makul siyasi çözüm olarak ön plana çıkmasını zikretmek gerekir. Nitekim özellikle Batılı toplumlar nezdinde 7 Ekim sonrasında yaşanan katliamlar, İsrail’in “kendini savunma mücadelesi” verdiği iddialarını tümüyle boşa çıkarmış ve uluslararası kamuoyu nezdinde İsrail’in bu iddiasındaki haksızlığı her geçen gün biraz daha göze batar hale gelmiştir. Son günlerde yaşanan Amerikan üniversitelerindeki öğrenci protestolarının aldığı hâl ve protestolara hükümetlerin verdiği tepkilerin sertliği, İsrail yanlısı politik söylemlerin toplum nezdindeki meşruiyetini de her geçen gün biraz daha zayıflatmaktadır. İsrail-Filistin çatışmasının içyüzüne ve Filistin halkının haklı davasına dair uluslararası kamuoyunda artan bu farkındalık, yine uluslararası kamuoyu nezdinde “Peki ya bu sorunun çözümü nedir?” türünden soruları gündeme getirdikçe, iki devletli çözüm fikrinin destekçilerinin sayısı da her geçen gün yükselmekte ve 1967 sınırlarında bir Filistin Devleti’nin kurulması fikri giderek daha fazla uluslararası destek toplamaktadır. 

Tüm bunlar, Filistin halkı için ulus olmanın maliyetini üstlenmeyi kolaylaştırıcı unsurlar olarak görülebilir. Nitekim Filistin, tarihinin hiçbir evresinde uluslararası kamuoyu tarafından bu kadar gündem olmamış ve bu kadar haklı görülmemiştir. Yine İsrail, tarihinin hiçbir evresinde Filistin meselesi karşısında meşruiyetini bu kadar çok kaybetmemiş ve uluslararası kamuoyu karşısında bu kadar zor durumda kalmamıştır. Dolayısıyla Filistin halkı, bugün ulus olmanın maliyetini üstlenmeye hiç olmadığı kadar yakındır.  

Aslında ulus olmanın maliyet hesabı, Filistinli liderler tarafından bilinçli ya da bilinçsiz daima değerlendirilmiştir. Örneğin Filistin Kurtuluş Örgütünün eski lideri Yaser Arafat, bir gün Filistin’in bu maliyeti ödeyip ulus devlet olacağına dair umutlarını dile getirmiştir. Michael Billig, Banal Milliyetçilik (2002) adlı eserinde, milliyetçiliğin yalnızca ayrılıkçı siyasi hareketler ya da bir çeşit şovenizm olmadığını; “dalgalanmayan bayraklar” ile sembolize edilen bir başka milliyetçilik türü olarak banal milliyetçiliğin de varlığını öne sürer. Billig’in Yaser Arafat üzerinden verdiği örnek, banal milliyetçiliğin bu dalgalanmayan bayraklarını gözler önüne serer. 1993 yılında Arafat’ın yakında Filistin bayrağının Kudüs’ün surlarında, minare ve katedrallerinde dalgalanacağını ifade ederken aslında kastettiği, uzun vadede dalgalanmanın son bulmasını arzulamasıdır. Arafat, “rutin bir biçimde sergilenen Filistin bayraklarının özgürce işlerinin peşinde koşan vatandaşlarca fark edilmeyeceği bir zamanın gelmesini” temenni etmektedir (Billig, 2002, 54). Bu bakımdan Arafat da ulus olmanın maliyetini üstlenmenin işaretlerini vermiştir. Bu bağlamda 7 Ekim, ulus olmanın maliyetinin tekrar gündeme gelmesi bakımından önemli bir dönüm noktasına işaret etmektedir.  

Batı’nın ikilemi ve Türkiye’nin rolü  

Ancak öte yandan dünyanın ve özellikle Batı’nın siyasi (hükümet) ve toplumsal (halk) vicdanı ise bu konuda ikiye bölünmüş durumda. Birkaç istisna dışında, genel anlamda Batı’nın siyasi vicdanı hala yok; toplumsal vicdanı ise ikiye bölünmüş durumda. Bir yanda halen İsrail’i Batılı bir devlet olarak gören ve İsrail’den yana konumlanan ya da en iyi ihtimalle meseleyi umursamayanlar var. Öbür tarafta ise vicdanını koruyarak Filistin’deki zulmü gören ve buna karşı tavır alan kitleler var. Filistin açısından ulus olmanın maliyetinin hafiflemesi için uluslararası ölçekte hem siyasi hem de toplumsal anlamda vicdan sahiplerinin çoğunluk haline gelmesi de elzemdir. Yine de bu durum, Filistin’in ulus olmanın maliyetini üstlenmeye hiç olmadığı kadar yaklaştığı gerçeğini değiştirmemektedir. 

Türkiye de 7 Ekim’den sonraki süreçte Filistin halkının bu maliyeti üstlenmeye her geçen gün daha fazla gönüllü olduğunu anlamalı ve buna göre hareket etmelidir. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Türkiye’deki Kuvâ-yi Milliye ne ise Hamas da işte odur. Bunu söylemenin de bir bedeli olduğunun farkındayız.” şeklindeki açıklamaları, tıpkı 1918’den 1921’e kadar Kuvâ-yi Milliye’nin Türkiye’de halkı Kurtuluş Savaşı’na hazırlaması gibi Filistin’de de Hamas’ın Filistin halkını ulus olmanın maliyetini üstlenmeye hazırladığına işaret etmektedir. Filistin halkının bu maliyeti tümüyle üstlenerek bir ulus inşa edip edemeyeceğini ve bir ulus devlet kurup kuramayacağını şimdiden kestirmek oldukça güç. Ancak hem uluslararası kamuoyu nezdinde Filistin’in giderek daha fazla destek bulmasının hem de İsrail’in kendini savunma argümanı etrafında yarattığı meşruiyet algısının giderek zayıflamasının, Filistin halkının bu maliyeti üstlenmesine dair beklentilerimizi giderek artırdığını söyleyebiliriz. Allahu alem.