Türkiye topraklarından bahsederken Edirne’den Hakkari’ye ifadesinin kullanıldığını, ülkenin birbirine en uzak iki ucunun zikredildiğini pek sık duymuşsunuzdur. Ancak bunu zikredenlerin ve dinleyenlerin yüzde kaçı Hakkari’ye gitmiştir? Tahmin etmek güç olmasa gerek. Halen bölgeye giderken yakınlarımızın “Kendine dikkat et, Allah’a emanet ol” diye endişelendiği yerler buralar. Fakat gidip görmeden, kalmadan, gezmeden artık ne kadar güvenli olduğunu anlamak çok mümkün değil. Geçen ay da Hakkari’nin Çukurca ilçesinde düzenlenen doğa festivaline katılmış ve “Çukurca’da kapı açık uyumak” başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Hakkari’ye doyamamıştım ki yeniden bu eşsiz topraklara gitme imkânı buldum.

Hakkari, sıcak insanları ve söz gelimi değil gerçekten eşsiz doğal güzellikleriyle, Türkiye’nin en özel köşelerinden biri. Cilo Dağları’ndaki doğa festivali, bu bölgenin sunduğu eşsiz güzellikleri keşfetmem için büyük bir fırsat oldu. Festivalde, Hakkari halkıyla bir araya gelme ve onların gündelik yaşamları, beklentileri ve umutları üzerine konuşma şansı yakaladım. Halk, bölgede son yıllarda artan güvenlik ve huzur ortamından duyduğu memnuniyeti dile getirirken, Hakkari Valisi Ali Çelik’ten sitayişle söz etti, aynı zamanda yatırımların artırılması konusundaki taleplerini de paylaştı. Özellikle Hakkarili iş insanlarının, yerel ekonomiyi canlandırmak yerine il dışına yatırım yapmalarına yönelik şikayetler dikkat çekiciydi. Dönüş yolunda Hakkari'nin güvenlik sembolü haline gelen ve mahallesine dev bir direkte Türk bayrağını göndere çeken eski korucubaşı Tahir Amca'yı da ziyaret ettim; o da tıpkı diğerleri gibi, çocukların, kadınların ve yaşlıların artık korkusuzca eğlenebildiği bu topraklarda olmanın kıvancını yaşıyordu. 

 

Cilo buzullarında küresel ısınma etkisi 

Cilo Dağları, Hakkari'nin kalbinde yükselen, büyüleyici güzelliklere sahip bir doğa harikası. Türkiye'nin en yüksek zirvelerinden birine ev sahipliği yapan bu dağlar, doğaseverler için bir cazibe merkezi. Dağların zirvelerinde yer alan buzullar, Türkiye’nin en büyük buzulları arasında ve binlerce yıllık bir geçmişe sahip. Bu buzullar, sadece bölgenin doğal güzelliğini artırmakla kalmıyor, aynı zamanda Hakkari'nin su kaynaklarını da besliyor.  

Dağların her yanından süzülen sular, Sat Gölleri'ni oluşturarak bölgeye hayat veriyor. Ancak bu eşsiz buzullar, küresel iklim değişikliğinin etkisiyle hızla eriyor. Son 50 yılda buzulların önemli bir kısmı küçülmüş ve bu durum, bölgenin ekosistemini ve su döngüsünü tehdit ediyor. 1950’li yıllarda yaklaşık 4,5 kilometrekare olan buzul alanı, bugün 2 kilometrekareye kadar gerilemiş durumda. 

Cilo Dağları’nın eteklerinde düzenlenen Cilofest isimli festival, sadece doğanın değil, aynı zamanda Hakkari halkının da yeniden buluştuğu, çocukların özgürce oynadığı, kadınların ve yaşlıların korkusuzca eğlendiği, karpuz ve peynirle piknik yapıldığı bir ortam sundu. Hakkari’nin her bir köşesinde, geçmişin zorluklarından arındırılmış, geleceğe umutla bakan bir toplum yeniden canlanıyor. Eski korkuların yerini mutluluk, özgürlük ve huzur almış durumda. Bu topraklarda artık şenlikler düzenleniyor, insanlar bir araya geliyor ve birlikte güzel anılar biriktiriyorlar. 

3 bin 400 rakımda Cilofest coşkusu

Sabahın erken saatlerinde kalkıp Cilofest’e katılmak için Yüksekova’dan 2 saatlik bir yolculuğa başladım. Dağ yoluna girdikten sonra festivalin açılışına yetiştirilen asfalt yoldan kıvrım kıvrım dağların etrafından dolaşıp zirveye çıkana kadar Ciloların heybetiyle buluştum. Sarı çiçeklerin renklendirdiği topraklar, çağlayanların güzelliği, kuzuların melemeleri uyku mahmurluğuna izin vermedi. 

Cilo Dağları eteklerinde otlanan hayvanlar 

 

Çukurca’nın her yanında rastlayabileceğiniz Zap Suyu gibi Cilolar’da da buzullardan eriyip dağların arasından süzülen ince dereleri görebiliyorsunuz. Yıllar önce korku ve endişeyle anılan bu topraklarda hayvanların otlaması, çobanların rahatça gaspa veya tehdide uğramadan gezebileceğini bilmesi, bir kayanın gölgesinde serinlemesi bölgedeki huzurun en basit yansıması. 

Cilo Dağları'nda 4000 rakıma kadar yol yapılmış 

 

Cilo Dağları’nın görkemli zirvelerine ulaşan yollar, artık 4000 metrelik rakıma kadar ilerliyor. Bu yüce dağların eteklerinde başlayan, zirvelerine kadar uzanan bu yollar, sadece bir ulaşım aracı değil; doğanın kalbine atılan bir keşif hattı. Asfaltla kaplanmış büyük bölümü, dağların sarp yamaçlarını yumuşatarak, insanları buzullarla, billur gibi göllerle buluşturuyor. Her viraj, her adım, medeniyetin bu uzak diyarlara nasıl ulaştığını gösteren birer anıt adeta. Yükseldikçe, sadece rakım değil, insanın ruhu da yüceliyor; Cilo’nun zirveleri, artık sadece dağcıların değil, yolları aşan her yolcunun hikayesini birer efsane gibi anlatıyor. Arkamıza bakmadan çıktığımız zirveden geri dönerken biz de “Bu zirveye ulaşmayı nasıl başardık?” diye şaşkınlığa uğramadan edemedik.

Mihmandarımız Serkan, Hakkari'ye atandığında bu uzak ve zorlu coğrafya hakkında ön yargılarla dolu olarak geldiğini ancak zamanla bu kentin güzelliklerini ve insanlarını tanıdıkça, aslında ne kadar derin bir sevgi ve bağ geliştirdiğini anlattı. Şehirle kurduğu bu bağ, sadece görev süresiyle sınırlı kalmamış; Hakkari onun için bir tutkuya dönüşmüş. Serkan'ın anlattığına göre bir diğer arkadaşı da benzer bir hikâye yaşamış. Zorunlu görevi sona ermiş olup başka bir şehre atanmasına rağmen Hakkari'ye duyduğu aşk onu bu bölgeye tekrar tekrar getirmiş. Şimdi, tatillerini Cilo Dağları'na motosiklet gruplarını getirerek geçiriyor, bu doğa harikası coğrafyayı diğer macera severlere tanıtıyor. Hakkari, bir zamanlar uzak ve soğuk görünen bir yerken, onların kalplerinde sıcak bir yuva bulmuş durumda. 

Yüzlerce araç Cilofest için zirveye tırmandı 

 

Cilofest doğa festivaline bu yıl tam 30 bin kişi katıldı. Yüzlerce araç, Cilo Dağları'nın zorlu zirvelerine doğru heyecanla tırmandı. Festivale katılanlar, Hakkari'nin bu eşsiz doğa harikasında unutulmaz anlar yaşadı. Zirveye çıkan araçlar, dağların yüksek rakımlı patikalarında ilerlerken, doğaseverler bu büyüleyici coğrafyanın tadını çıkardı. Cilo Dağları'nın sessizliği, festivale katılan binlerce insanın coşkusuyla yankılandı ve bu eşsiz deneyim, doğa tutkunlarının hafızalarına kazınacağı şüphesizdi. 

Yüzlerce çadırda binlerce doğasever, Cilo Dağlarında konakladı

 

Festival alanında kurulan yüzlerce çadır, katılımcıların doğayla baş başa kalma arzusunu yansıtıyordu. Bu doğa severler, otellerin sunduğu konforu bir kenara bırakıp, Cilo Dağları'nın serin rüzgarları ve yıldızlı gökyüzü altında gecelerini geçirmeyi tercih etti. Kamp alanına adım attığınızda, her bir çadırın farklı bir hikâye anlattığını, doğanın büyüleyici sessizliği içinde insan ruhunun dinginliğe kavuştuğunu hissedebiliyordunuz.

Hakkari Valiliği de katılımcıların rahatını ve ihtiyaçlarını en ince ayrıntısına kadar düşünmüştü. Festival alanına kurulan tam teşekküllü lavabolar, sürekli akan temiz su ve düzenli olarak sağlanan elektrik hizmetleri, çadır konaklamasını tercih edenlere konforlu bir kamp deneyimi sundu. Lavabolar, hijyenin en üst düzeyde tutulması için titizlikle temizlenirken, su ve elektrik hizmetleri de hiçbir aksaklığa mahal vermeyecek şekilde düzenli olarak sağlandı.

Bu hizmetler sayesinde, doğaseverler hem doğanın kucağında olmanın huzurunu yaşadı hem de temel ihtiyaçlarını konforlu bir şekilde karşılayabildi. Festival boyunca, Cilo Dağları'nın eşsiz manzarası eşliğinde sabahları çadırlarından uyanan katılımcılar, doğanın içinde olmanın verdiği mutlulukla doluydu. Hakkari Valiliği'nin sağladığı bu imkanlar, festivalin her bir katılımcı için unutulmaz bir deneyim olmasını sağladı.

Çukurcalı bir aile, Cilofest’te piknik yapıyor 

 

Uzun yıllar sonra ilk kez Cilo Dağları’na geri dönen Çukurcalı Nadir Demir, festival alanında derin bir huzur hissettiğini anlattı. Yıllardır gelmediği bu topraklara yeniden ayak basmanın verdiği mutluluk, yüzünden okunuyordu. Bunca zaman sonra artık özgürce dolaştığı dağların yeniden güvenli hale geldiğini görmek, onu duygulandırmış görünüyordu. Beraber oturduğu iki hanımın ikisinin de eşleri olduğunu öğrendim. İyi geçinip geçinemediklerini sorduğumda “Çok iyi anlaşıyorlar. Biri yetmedi diye diğeriyle evlendim diye bir şey yok. Bu Allah’ın emridir. Nasıl karşı geleyim?” diye gülerek iki eşliliğini savundu. Eşleri Türkçe bilmiyor, o yüzden Nadir Amca'nın eşleriyle onun Kürtçeye yaptığı çeviri sayesinde iletişim kurduk. Türkçeyi “Türkçe bilmiyorum” diyebilecek kadar biliyorlar. Yüksekova’da doğup büyüyen Cüveyra ve Leyla hanımlar dağların zirvesinde buz gibi karpuz ve peynirle yaptıkları pikniğin keyfini çıkarıyorlardı.

 

Muharrem İsmail de “Doğuştan Hakkariliyim. Buraya ilk kez katıldım ama daha önce de kayak festivaline gitmiştim” derken gülen yüzüyle bu etkinliklerin düzenlenmesinden duyduğu mutluluğu paylaştı. “Sat Gölü’nü küçük sanıyordum. Burada bu kadar büyük bir göl olduğunu bilmiyordum. Okulda öğrettiler ama bu kadar büyük olduğunu söylemediler” dedi Muharrem. Biraz daha utangaç olan arkadaşı Emrah Doğulu da “İyi hissediyorum, çok güzel, ilk defa geldim” demekle yetindi. 

 

CiloFest'te Sat Gölleri'nde düzenlenen etkinlikler, doğa severler için unutulmaz anlar yarattı. Festival boyunca rüzgarla dolup taşan gölde yelkenliler süzülürken, gökyüzünde adeta dans edercesine hareket etti. Kanocular ise gölün sakin sularında yarıştı, gölün doğal güzellikleri arasında sporun keyfini çıkardı. Etkinlikler arasında en çok dikkat çekenlerden biri, Jandarma Su Altı Arama Kurtarma ekiplerinin gerçekleştirdiği şovlar oldu. Bu profesyonel ekipler, gölde gösterdikleri becerilerle hem izleyicilere güven verdi hem de su altı kurtarma tekniklerini sergiledi. Festival boyunca doğayla iç içe bir deneyim yaşayan katılımcılar, Sat Gölleri'nin büyüleyici atmosferinde bu etkinliklerle dolu dolu vakit geçirdi. 

Derecikli bir şehit babası 

 

Festivalde karşılaştığım bir şehit babası, duygulu ve hüzünlü bakışlarıyla çevresine bakıyordu. Sessizce geziyordu, konuşkan görünmüyordu. Sohbete başlamak istediğimde hemen “Ben şehit babasıyım” dedi. Onunla kısaca konuştuğumda, bu bölgenin güvenliği için verdiğimiz şehitleri her zaman aklımızda tutmamız ve minnettar olmamız gerektiğini hatırlatıyordu. Onun sessiz duruşu ve içten sözleri, bu topraklarda sağlanan huzur ve güvenin ne kadar büyük bir bedel karşılığında elde edildiğini ortaya koyuyordu.

 

Festival alanında ilerlerken, biraz ötede nergis çiçekleri toplamış ve yöresel kıyafetleri olan şal-u şepik giymiş amcaları fark ettim. Çiçeklerle poz veriyorlardı ve ben de bu neşeli gruba katılarak birlikte fotoğraf çektim. Nergislerin kokusu etrafı sarmıştı; öyle güzeldi ki tarif etmek imkansızdı. O an, doğanın ve geleneksel kıyafetlerin bir arada renklendirdiği bu anın tadını çıkarmak, beni hem çocukluğumda gezip nergis ve adaçayı topladığım anlara götürdü hem de doğanın sunduğu kolay erişilebilir güzelliklerin ne kadar değerli olduğunu bir kez daha anımsattı. 

Hakkari’de yatırım ve ekonomi sorunu

Elbette doğal güzellikler, göller, dağlar, dereler muhteşem fakat Hakkari’nin halen devam eden bir yatırım eksikliği sorunu da var. Şehirde olan hemen hemen her şeyin devlet tarafından yapıldığını söylemek mümkün. Şehrin kendi halkı, iş insanları, zenginleri, yatırımlarını dışarda yapmayı tercih ediyor. Bunda geçmişteki güvenlik sorunlarının yansımalarına bağlamak gayet mümkün. 

Karış karış gezdikten sonra insan, böylesine güzel bir memleket nasıl olur da gelişemez, yatırımdan, büyümeden, ülkeye ve dünyaya açılmadan geri kalır diyorsunuz. Bunun cevabını da Cilofest’e katılan ve on binlerce insana kutlama zılgıtı çektiren İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya verdi: 

“Artık Hakkari, Doğu ve Güneydoğu güzel şehirlerimiz bu pusu terör gölgesi tamamen kalktığı için bu güzellikler ve turizmle ilgili zenginliklerimiz ortaya çıktı. Sadece 85 milyon kardeşlerimiz değil, dünyanın her yerinden Cilo’nun Uludoruk zirvesine, 4 bin 135 metreye en zor zamanda da tırmanmak için gelenler, geldiği zaman Uludoruk’un ululuğunu görecek ama Hakkari’nin misafirperverliğini, Hakkari’nin o güzel çay ikramını, o güzel sofrasını bu güzel tebessümleri gördüğü zaman biz niye daha önce buraya gelmedik diyecek. Tıpkı bu alana ilk kez gelenlerin söylediği gibi. Bu gecikmenin sorumlusu o terördür.”

Şüphesiz bu sözlerde itiraz edilebilecek hiçbir şey yok. Zira Esendere yolunda gördüklerim bu gerçeklikleri teyit eder nitelikteydi.

2015’ten bu yana Esendere yolu üzerinde metruk olarak bulunan özel hastane inşaatı

 

Hakkari'de, özellikle hendek olayları döneminde yaşananlar, şehrin ekonomik kalkınma çabalarına ciddi bir darbe vurmuştu. Mihmandarımızın verdiği bilgiye göre Esendere yolunda, Hakkarili bir iş adamı tarafından başlatılan bir özel hastane inşaatı, bu olaylar sırasında yarım kalmıştı. Olayların getirdiği güvenlik sorunları ve ekonomik belirsizlikler nedeniyle, o günlerde durdurulan inşaat, bugüne kadar metruk bir vaziyette beklemekte. Şehrin yeniden güvenliğe kavuştuğu ve yatırımların canlandığı bu günlerde bile, o terkedilmiş inşaat, yakın geçmişin karanlık günlerinin bir aynası olarak orada duruyor.

Hakkari’nin geçen ay Çukurca’da tanıdığım ve insanların kucakladığına şahit olduğum, yüz yıl sonra Kazan Vadisi’ne giren ilk vali olan valisi Ali Çelik’in de festivaldeki konuşmasına kulak verdim: 

“Cilo Sat Dağları sadece dağlardan ve buzullardan ibaret değil, burası Hakkari’nin huzuru, Hakkari’nin sevgisi, Hakkari’nin geleceği ve umudunun birleştiği bir yer. Bugün burada el ele tutuşan halaylarda bir araya gelen bu yürekler, bu gençler kadınlar ve erkekler, yarınlarda ülkemizin geleceğini kucaklayacak, dostluğun ve sevginin tohumlarını ektiler, bir müddet bu alanlarda terörün gölgesi bizlerin yapmak istediklerinin, sizlerin yapmak istediklerinin üzerine gölge oldu ancak onların ekmek istedikleri kötülük tohumları sevginin, iyiliğin, birleştiriciliği üzerinde ortadan kalkıyor ve kalkacak.”

Hakkari Valisi Ali Çelik, kürsüden şehre gelen misafirlerin yol üzerinde dükkanlara girmesini, esnafla tanışmasını, sohbet etmesini, misafirperverliklerini ve çay ikramlarını almasını tavsiye etti. Ben de bu tavsiyeye uydum. Dönüş yolunda önce bir fırına girdim sonra mihmandarımın gösterdiği yakınında göndere çekili Türk bayrağı bulunan bir eve girdim.

Fırıncı Kerem Bey, kapının önüne hemen tabureleri attı ve ışıl ışıl gözleriyle bakan ufaklığa çay getirmesini söyledi. Ses kayıt cihazımı açtım ve kendisini dinlemeye başladım: 

“Yani en büyük sorunumuz şu an doğal gaz. Ondan sonra yol, yollarımız uzun. Özellikle bu TOKİ konutlarındaki yollar çok tehlike saçıyor. Korkuluk yok. Her sene bir araba uçuyor oraya. Onun dışında inşaat dışında yatırım yok, fabrika yok. Yani böyle birçok eksiğimiz var. 32 virajları kısaltacak olan yeni yapılan tünelin de ağustosun sonunda bitmesi bekleniyor sözde. Van'la Yüksekova arası iki tünel bitince yaklaşık bir saate düşecek. Bir 50-60 kilometre fark edecek. Yeniköprü tarafı tehlike saçıyor zaten. Yaklaşık üç dört ay önce, üç dört defa heyelan oldu. Bir araç kaldı altında. Çok şükür kimseye bir şey olmadı. Kışın değildi. Bir iki ay önceydi. Merkeze gelince dediğim gibi fabrika yok. Sadece iş merkezleri açılıyor. Bunun kimseye faydası yok. Böyle normal bildiğimiz binalar yapılıyor. Dükkân yapıyorlar. Yerlileri gelip dükkânı tutsun, iş açsın diye. Onun dışında bir yatırım yok burada. Yerlileri bile dışarıda yatırım yapıyor, İstanbul'da yatırım yapıyorlar. Dükkânda yapıyorlar.”

Kerem Bey’e burada Hakkari’nin kendi insanının da kabahati olduğunu söyledim. İnsan kendi şehrine yatırım yapmazsa şehrin kalkınmamasına şikâyet etmeye hakkı olur mu? Kerem Bey de hak veriyor buna:

“Aynen öyle. Burada bir tekstil açıldı. O da tutmadı. Bir iki ay açık kaldı. Ondan sonra o da kapatıldı. Gençler ister istemez dışarı İstanbul'a, batıya gidip çalışmak zorunda kaldı.  Fabrikalar açılabilir burada. Gördüğünüz gibi kayısı var, vişne var, elma var. Bir meyve suyu fabrikası açılabilir. Tekstil açılabilir. Çiftçilik açısından çok verimli topraklarımız var. Süt fabrikası var. Bir tane daha açılabilir. Böyle gençlere iş sağlayacak fabrikalar açılabilir Yüksekova’da tarım ürünleri çıkıyor. Yüksekova dümdüz bir ova. Ve zemini hep su. Tarım açısından çok iyi. Şeker fabrikası açılabilir burada. İki ülkeye komşuyuz. Gümrüğün açılmasını istiyoruz. Gümrük 2014 ve öncesi açıktı. Ekonomik kriz diye bir şey yoktu burada. Yaklaşık 5 bine yakın insan oradan ekmek yiyordu. Çözüm Süreci’nden sonra kapatıldı, bir daha açılmadı. Şu an çok sıkı tutulmuş durumda. Esendere Gümrük Kapısının ticarete açılmasını istiyoruz. Yeni açılan Umurlu Kapısı'nın araç trafiğine açılmasını istiyoruz. Araçlar gelip geçmiyor şu anda. Oradan sadece yaya girişi var. Açılırsa ekonomik açıdan bize çok katkısı olacak.”

Hakkari’de Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı’ndan talep çokken Millî Eğitim Bakanlığı ile Gençlik ve Spor Bakanlığı’na duyulan memnuniyet ziyadesiyle fazla. Kerem Bey, şehre çocuklar ve gençler için yapılan yatırımların hakkını teslim ediyor:

“Okullar yeterli. Her sene yeni okullar açılıyor zaten. Gençlik merkezleri açılıyor. Yüzme havuzu açıldı. Okullar konusunda denetimler devam ediyor. Deprem açısından sağ olsun, Vali Bey çok üstünde duruyor. Güçlendiriyorlar. Kötü olan eski okulları zaten yıktılar. Van’da Kültür Yolu Festivali yaptılar ama Hakkari’de Kültür ve Turizm Bakanlığı büyük bir etkinlik yapmadı. Oysa bizim Sat Gölümüz var, şelalelerimiz var. Cennet Cehennem Vadisi var. Doğal olarak çok zengin bir şehirdeyiz. Ama sahipsiziz. Turistler gelip görüyor. Yani dışarıdan gelen çok insan var oralara ama bizim insanımız gelmiyor.”

Kerem Bey ile konuştuktan sonra durumu Hakkari İl Kültür ve Turizm Müdürü İdris Ağacanoğlu’na sordum. Bu çerçevede şu bilgileri de not etmem gerekiyor: 

2017-2023 yılları arasında Hakkari’de turizm 2002-2016 döneminin iki katına çıkmış. Turistlerin şehirde ortalama geceleme sayısı 161 bin civarında. Yabancıların geceleme sayısı 2023 yılında 8 bin, yerli turistlerin ise 160 bin civarında. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın çalışmaları sayesinde yeni keşfedilen ve turizme kazandırılan yerlerin başında Cilo Sat Dağları Milli Parkı, Cennet Cehennem Vadisi, 20 bin yıllık Cilo Buzulları, Kaval Şelalesi, Ava Ore Şelalesi, Berçelan Yaylası, Bala Yaylası, Nehil Sazlığı, Nehri İnanç Turizmi Merkezi, Çukurca Tarihi Taş Evleri, Çukurca tarihi Tahin Değirmenleri, Mergabütan Kış Sporları Merkezi geliyor. Elbette bunda 2015 yılında faaliyete geçirilen Hakkari Selahaddin Eyyubi Havalimanı’nın açılmasının payı büyük. Havalimanı açıldıktan sonraki yıllarda ise Kar Festivali, Ters Lale Festivali, Cilo Doğa Sporları Festivali, Çukurca Foto Safari ve Doğa Sporları Festivali gibi etkinlikler Hakkari’nin turizm ve kalkınmasında önemli rol oynuyor. Tarihi yerlerin restorasyon süreci de şehrin ziyaretçilerin arttırılması için önemli. Şemdinli Nehri Kayme Sarayı, Şemdinli Nehri Tarihi Mezarlık, Çukurca tarihi taş evler Hakkari Merkez Melik Esat Camii ve Çukurca Emir Şaban Camii restore edilen eserler arasında yer alıyor. Meydan Medresesi ise restore edilerek “Kent Arşivi ve Etnografya Müzesi” olarak hizmet veriyor. Çalışması devam eden çalışmalar arasında Hakkari Çölemerik (Mir) Kalesi kazı ve jeoradar süreci, Şemdinli Bağlar Köyü (Nehri) Kelat Sarayı kazı süreci ve Hakkari Merkez Zeynel Bey Medresesi Restorasyonu var.

Yasaklı bölgede festival

Hakkari’de insanlar genel olarak siyaset hakkında konuşmaktan kaçınıyor. Ancak devletin bölge halkına doğayla kavuşma, eğlenme ve sosyal etkinlik yapma imkânı sağlamak için düzenlediği bu etkinlikleri eleştiren ve “devletin psikolojik savaşı ve propaganda aracı” olarak eleştiren terör örgütü destekçisi malum siyasetçilere de satır arasından mesajlar var:

“Bu festival yapılan yerler yasaklı bölge. İzin almadan kimse gidemiyor oraya. Sadece devlet izin verdiğinde gidiliyor. Tabii ki bu güvenlik amaçlı bizim açımızdan. Ama çoğuna göre değil. Bana göre tabii ki güvenlik amaçlı ama biz buranın insanıyız. Gidip görmek isteriz, gezmek isteriz doğamızı. Ama devlete de hak veriyoruz.”

Sohbet ettiğim diğer insanlar da Hakkari Valisi Ali Çelik’in halkın sesini, sözünü, isteğini dinleyen ve taleplerine hızlıca yanıt veren bir devlet adamı olduğu konusunda övgüyle bahsettiler. Kerem Bey de bunu teyit etti ve insanlar memnun olmadığı için Vali Bey’in Dağlıca ve daha birkaç yerdeki kontrol noktalarını kaldırttığını söyledi. Çukurca’da iken de halkına yönelik sıcaklığından çok etkilendiğim Vali Ali Çelik’in nasıl bu kadar sevgi dolu ve tatlı dilli olduğunu anlamak için kendisini bir süredir sosyal medyadan takip ediyorum. Vali Çelik, Berçelan Yaylası’ndan Yüksekova’nın Alpleri Cilolara, Han Yaylası’ndan Bala’ya Hakkari’nin bütün güzelliklerini karış karış gezip, bir arı gibi çalışıp çiçekleri koklayıp adeta bal yapıyor.

“Malazgirt Zaferi’nden beri buradayız”

Dönüş yolundaki son adresim yol üzerinde yakınında gördüğüm dev Türk bayrağının olduğu Suüstü köyü. Mihmandarımız Serkan Bey’e “Tanrı misafiri olabilir miyiz?” diye sordum ve hemen yörede iyi tanınan eski Korucubaşı Seyit Tahir Öztepe’nin evine götürdü bizi. 

Eski Korucubaşı Seyit Tahir Öztepe’nin evinde

 

10 dakika diye girdiğimiz Tahir amcanın evinde 2 saat kalıyoruz. Çayın yanında bayram şekeri ikram edip birkaç avuç şekeri de çantamıza koyuyor. Seyit soyundan geldiğini ve Malazgirt Zaferi’nden sonra buraya yerleştiklerinin altını çizerek başlıyor anlatmaya:

“Kürtler buranın asıl unsurudur. Aslında 24 Oğuz boyundan bir tanesi de Kürttür. Bunlar Türktürler. Kendi kendilerine Ermenilere, bilmem Yezidilere araç olmuşlar. Dünyanın her tarafına git. Türklerin oturduğu yerde mutlaka Kürtler de vardır. Kürtlerin bulunduğu yerde mutlaka Türkler de var. Çünkü aynı ırkız. Tabi bu dönemde sizin de dünya konjonktürüne bakacak olursa fitne ve fesatlık doğuyor. Bizim ülkemizi istemeyen insanlar ne yaptılar? Fitne fesatlık yaptılar. Sağ sol döneminde yaptıkları gibi. Türkiye'yi parçalamak için ellerinden gelen her türlü şeyi yapmaya çalışıyorlar. Neden? Sadece ülkeyi yok etmek için. Ama yok edemezler. Çünkü biz Türkler var ya hiçbir zaman kavgayı istemeyen, savaşı istemeyen ayrımcılık istemeyen bir toplumuz. Kızım işte sizin demin değindiğiniz gibi aynı bu bölgede terör örgütü, komşu ülkemiz Irak olsun, Yunanlar olsun, Bulgarlar olsun, İranlılar olsun bu ülkeyi karıştırabilmek için ayrı bir fraksiyon, ayrı bir ulus meydana getirmek istediler. Abdullah Öcalan, o zaten Türklerden de değildir Kürtlerden de değildir. Efendim, biz bunları birbirine düşürelim, Türkiye'yi zayıf düşürelim diye uğraştılar. Hiçbir ülke bizim Türkiye kadar güzel değil.

Örgüt, 1984’te başladı burada, Beytüşşebap’ın orada bir eylem yaptılar, ikinciyi de Şemdinli’de yaptılar. Bir iki kişi şehit ettiler. Eylemler o zaman başladı. Bu bayrağı otuz beş sene önce diktim.  Örgütün baskısına bakmadım, baksaydım örgüt devlet olurdu. Bizi de burada sürerlerdi ve yahut da biz onların kölesi olurduk. Biz örgütün hareketiyle veyahut da demesiyle hareket etmiyoruz ki. Türkiye Cumhuriyeti bizim devletimizdir. Türkiye Cumhuriyeti'nin vatandaşıyız. Aslî vatandaşıyız. Biz ancak onun, devletin vermiş olduğu emirlere göre hareket ederiz. Ama ben resmî korucuyken de devletten maaş almıyordum.

Buraya çok yabancılar geliyordu on yıllar önce. İnsanları örgütün safına çekmeye ve sindirmeye çalışıyorlardı. Bazı insanları, onları dinlemeyenlerin çoğunu öldürüyorlardı. Almanlar, Amerikalılar vardı. Turist tipinde gelen insanlar. PKK'ya katılmış teröristler ama turist tipinde geliyorlardı. Sonra örgüte katılıyorlardı veyahut da memleketinde katılıp buralara geliyorlardı.” 

 

Bu yolculuk, bana Hakkari’nin sadece doğasıyla değil, insanlarıyla da ne kadar güçlü ve dirençli bir yer olduğunu gösterdi. Cilo Dağları’nın görkemli manzarası, buzulların serinliği, Sat Gölü’nün huzur veren duruluğu ve halkın içtenliği, bu toprakların gerçek zenginlikleri. Hakkari, yatırım ve gelişimle birlikte, doğanın ve insanın uyum içinde yaşadığı bir bölge olarak yeniden doğuyor. Devlete çok iş düşüyor ancak en az devlet kadar bölge halkının kendisinin de kalkınma için, üretim ve yatırım için elini taşın altına sokması gerekli. 

Merhum Prof. Dr. Halûk Dursun’un 26 Ağustos 2018 tarihli Güneydoğu’daki aşiret reisleriyle buluşmasından

 

Son olarak bu toprakları gezmenin benim için 2019 yılı Ağustos ayında görevi sırasında Van’ın Erciş ilçesinde geçirdiği trafik kazasında hayatını kaybeden çok kıymetli hocam ve Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Prof. Dr. Halûk Dursun’un vasiyeti olduğunu söylemek, vefat yıldönümünü vesilesiyle ruhunu rahmet, minnet ve hasretle yâd etmek ve onun 1071 Malazgirt Zaferi’nin yıldönümünde paylaştığı sözleriyle bitirmek ve okuyan herkesi mutlaka buraları görmeye ve sahip çıkmaya davet etmek istiyorum:

“Cephede omuz omuza, 

Camide saf safa, 

Düğünde kol kola, 

Sıkıntıda baş başa, 

Yer sofrasında diz dizeyiz. 

Bu coğrafyada herkes bilsin ki  

Malazgirt’ten beri biz bizeyiz.”