13 Kasım 2024
Bazı tarihi kaynaklar, Cezayir’deki Fransız sömürgeciliğinin sadece ilk 30 yılında (1830-1860) Cezayirlilerin üçte birinin öldürüldüğünü gösteriyor. Fransız ordusu bu dönemde, yaklaşık üç milyon Cezayirliden bir milyonunu öldürdü.
Cezayir’in Fransız sömürgecilere karşı kurtuluş savaşı ise 132 yıl süren işgalin ardından, Fransa’nın yenilgisi sonucu Cezayir’den zorla ayrılmasıyla sona erdi.
Cezayir’in maruz kaldığı sömürge deneyimi barışçıl ve teslimiyetçi değildi. Nitekim Fransızların gerçekleştirdiği vahşeti, cinayetleri, yerinden etmeyi, işkenceleri ve etnik temizliği okumak bile insanın aklını zorluyor. Bu bağlamda, tarih benzer deneyimlerle dolu.
Nazi Almanyası Haziran 1941’de Sovyetler Birliği’ni işgal ettiğinde, çok büyük kayıplar verildi. Bazı tarihi araştırmalara göre, Sovyetler Birliği’nde sivil ve asker olmak üzere 27 milyon insan Naziler tarafından öldürüldü. Ancak sadece Sovyet askerlerden bahsedecek olursak, öldürülenlerin sayısı en az 10 milyondur.
Bu dönemde kıtlık, zorunlu göç, ilaç eksikliği, Nazi kampları ve iki taraf arasındaki doğrudan çatışmalar gibi nedenlerle çok sayıda kişi hayatını kaybetti.
Fransız sömürgesi sırasında bazı ‘aydınlar’, “Cezayir teslim olmalı”, “Neden kazanamayacağımız bir süper güçle savaşıyoruz?” veya “Allah savaşanları affetsin, çünkü bize felaket, ölüm ve yıkım getirdiler” demişti.
Sovyetler Birliği’nde de bazıları “Keşke Nazilere teslim olsaydık” demiş olabilir ama işler öyle yürümüyor. Durumun nasıl değişeceği, hakların nasıl kazanılacağı, iç ve dış sömürgeden nasıl kurtulunacağı konusunda derin bir stratejik anlayıştan uzak bu tür seslerin her zaman var olduğuna şüphe yok. Ancak son zamanlarda Filistinlileri eleştiren, doğrudan ya da dolaylı olarak "Yenilginizi ilan edin” diyen -bizim sapkın bulduğumuz- bazı sesler yükselmeye başladı. Dolayısıyla burada sorulması gereken soru şu: Filistinliler yenilgilerini ilan mı etmeli, yoksa başka bir deyişle Filistinliler İsrail’e karşı direnirken hata mı yaptılar?
Nekbe bize neyi gösterdi?
Tarihte biraz geriye gidersek, Filistin’in başına gelen ve Filistin halkının yaklaşık yarısının yerinden edildiği felaket olan “Nekbe”, Filistin meselesindeki en önemli olaydan biridir. Tam burada da şu soruları sorabiliriz: Filistin halkı uğradıkları soykırımı “Nekbe” ya da “yenilgi” olarak adlandırdığında, toprakları ve hakları kendilerine iade edildi mi? Bu yenilginin ilanından sonra Filistinli mülteciler ülkelerine döndüler mi, yoksa mülteci olarak mı kaldılar? İsrailliler tarihi Filistin topraklarında tamamen yok ettikleri 530’dan fazla köy ve kasabayı yeniden inşa ettiler mi? Yoksa Nekbe ya da “yenilgiden” sonra 76 yıldan fazla bir süre diasporada mı kaldılar?
Belki de Filistinlilerden İsrail karşısında yenilgilerini ilan etmeleri ve teslim olmalarını isteyenler, Siyonist yayılmacı ve işgalci düşmanın doğasından habersizdir.
Siyonist varlıkla olan çatışma varoluşsal bir çatışmadır. Bu çatışma, “ya İsrailli ya da Filistinli olmak” üzere sıfır toplamlı bir denkleme dayanıyor.
Siyonistlerin hem önceki hem de son zamanlardaki söylem ve eylemleri oldukça açık ve net. Devletlerinin kuruluşundan öncesine kadar dayanan bu söylem ve eylemler, iki tarafın değil, tek tarafın olduğu bu varoluşsal çatışmanın göstergesi olarak kabul edilebilir. Örneğin, İsrail’in kurucusu ve ilk başbakanı olan David Ben-Gurion, 1938 yılında Yahudi Ajansı Yürütme Komitesi’nde yaptığı bir konuşmada, “Zorla sınır dışı etmeyi destekliyorum ve bunda ahlaka aykırı bir şey görmüyorum” dedi.
Bu konuşma elbette, İsrail devletinin kuruluşundan yaklaşık 10 yıl kadar önceydi. İsrail’in geçmişte ve günümüzde Filistin’de, özellikle de Gazze Şeridi’nde gerçekleştirdiği eylemler, Filistinlilerin varlığını reddeden bu yayılmacı projenin açık ve net bir ifadesidir. Hatta İsrailliler, bir Filistinliye “Filistinli” demeyi reddederek, Arap kelimesini kullanır.
Filistinliyi “Filistinli” olarak kabul etmeyenler, onları ve haklarını nasıl kabul edebilir ve bir Filistin devletini nasıl tanıyabilir?
Belki de Filistinlilerden, İsrail ve tüm dünya önünde teslim olmalarını isteyenler, Filistin halkının doğası ve bu halkın geçirdiği kümülatif oluşumdan da habersizdir.
Gazze Şeridi halkının, büyük ulusların tahammül edemeyeceği şeylere katlandığı açıktır. Hiç şüphe yok ki, eğer Nekbe, kuşatma ve apartheid sistemi onların düşünce ve kararlılığını güçlendirmeseydi, bu radikal soykırımın ilk günlerinde Gazze Şeridi’ni terk ederlerdi. Ancak geçtiğimiz on yıllar, 1948 yılında yaşanan Nekbe’de olduğu gibi yerinden edilmeyi kabul etmeyecek olan bu kararlı ve dirençli halkın kimliğinin şekillendiği bir okul oldu.
Teslim olma ve yenilgiyi ilan etmenin İsrailliler ve ABD’lilere “Filistinliler üzerinde tam hegemonya ve mutlak hakimiyet vermek” anlamına geldiğini unutmamak gerekir. Bu aynı zamanda, Filistinliler ve özellikle de Filistin direnişinin soykırım, sürgün, cinayet ve yerinden edilmeyi kabul ettiği anlamına geliyor. Bu demektir ki, İsrail’in emrinde itaatkar bir köle olmak şöyle dursun, Filistin halkının gururlu, mert ve metanetli olduğunu, sebat ve direnişten başka bir şeyi kabul etmediğini söyleyebiliriz.
Yarım milyon İsrailli göç etti
Hamas'ın askeri kanadı İzzeddin El Kassam Tugayları tarafından 7 Ekim’de düzenlenen Aksa Tufanı Operasyonu’nun ardından göç edenlerin çoğunun Filistinli değil de İsrailli olması bunun kanıtıdır. Bazı istatistikler, söz konusu operasyonun düzenlenmesinden bu yana yarım milyondan fazla İsraillinin göç ettiğini gösteriyor.
Burada fail yerine kurban suçlanıyor. Aslında Filistin’in değil, İsrail’in bu savaştaki başarısızlığını ilan etmesi gerekiyor.
İsrail’in şiddet kullanımı, Aksa Tufanı Operasyonu’ndan önce olduğu gibi sonrasında da etkili olmadı. İsrail kuruluşundan bu yana ilk kez saldırıya uğradı, bu kadar çok sayıda asker, subay ve tugay kaybetti. Aynı şekilde ilk kez askeri, istihbarat ve stratejik olarak başarısız oldu. Buna ek olarak “hasbara” (İsrail propagandası) da büyük ölçüde çöktü. Buna ülkenin ahlaki, siyasi ve ekonomik çöküşü de eklenebilir.
Öte yandan, dünya genelinde düzenlenen gösterilerin yüzde 90’ından fazlasında Filistin davası destekleniyor. Filistin küresel çapta sembolik ve merkezi bir mesele haline geldi. Başka bir deyişle, Aksa Tufanı Operasyonu’ndan önce de sonra da Filistinliler öldürüldü ve yerinden edildi. Ancak İsrailliler ilk kez acı çekti, güvenlik ve emniyeti kaybetti. Bu başlı başına, tüm Arap ülkelerinin geçmişte İsrail ile yaptıkları savaşlarda elde edemedikleri bir başarıdır. Geriye, despotizm, tiranlık ve başarısızlık zamanlarında şartların tersine döndüğünü söylemek kalıyor.
Bazıları için teslimiyet bir erdem haline gelir ve hatta teşvik edilir. Onlara göre direniş ise bir ahlaksızlıktır ve bunu savunanlar suçlanır.
Dalkavukluk zeka ve bilgeliğe işaret eden bir vasıf haline gelirken, sertlik ve hakkını almakta ısrar etmek saflık olarak görülür.
Sonuç olarak, sanki Filistin halkını kurtaracak, sınırları tanımayan yayılmacı işgalci bir devlet ile yerinden edilmiş, öldürülmüş ve yok edilmiş bir halk arasındaki varoluşsal çatışmayı sona erdirecek olan akılcılık ve bilgelik buymuş gibi, bazıları Filistinlileri İsraillilerin önünde yenilgiyi kabul etmeye çağırıyor.
devamını oku daha az oku
Bir Medeniyet Teorisi İnşası”dır. 2006 yılında Kudüs'teki el-Kuds Üniversitesinden Siyaset Bilimi alanında lisans derecesi almış, 2009 yılında Birzeit Üniversitesinden Uluslararası Çalışmalar alanında ilk yüksek lisans derecesini ve 2013 yılında Almanya'daki Frankfurt am Main Goethe Üniversitesi ve Darmstadt Teknik Üniversitesinden Siyasal Teori alanında ikinci yüksek lisans derecesini almıştır. Akademik yayınları Journal of Middle Eastern Studies, Insight Turkey, Journal of Islamic Thought and Civilization, Dîvân ve Alternatives: Global, Local, Political gibi dergilerde yayımlanmıştır. Ana dili Arapça olan Dr. Zatari, Almanca, İngilizce ve Türkçe dillerini de akıcı bir şekilde konuşmaktadır. Araştırma ilgi alanları, etik ve siyaset, siyaset teorisi, medeniyet çalışmaları, medeniyet teorisi, İslami düşünce, klasik İslam düşünceleri ve Filistin-İsrail çatışmasıdır.