ABD, çarşamba günü Adalet Bakanlığı aracılığı ile Rusya’yı bir kez daha “seçimlere müdahale etmek” ile suçladı ve devlet destekli Rus propaganda kanalı RT’nin çalışanlarına bir dizi yaptırım açıkladı. Ayrıca bu gelişme öncesi geçtiğimiz ayın sonlarına doğru ABD istihbarat teşkilatları, Trump’ın ve Harris’in kampanyasını hedef alan siber saldırılar gerçekleştiğini ve İran'ın sorumlu olduğundan emin olduklarını ve İran’ın bu hamlesini “geniş çaplı eforun” bir parçası olduklarını açıkladı.  

Federal yetkililer, bu gibi siber saldırı faaliyetlerin İran'ın "herhangi bir ABD yönetiminin kendi çıkarlarıyla çelişen bir dış politika hamlesini sürme kapasitesini karmaşıklaştırma" hedefini yansıttığını söyledi. Yetkililer ayrıca bu siber saldırıların kaotik bir iklim yaratmak, demokratik kurumlara olan inancı zayıflatmak ve İran'ın "ulusal güvenlik çıkarları üzerinde yaratabilecekleri etki açısından özellikle önemli" olarak algıladığı seçim sonuçlarını etkilemek olduğunu söyledi. 

Öte yandan Federal Soruşturma Bürosu (FBI), Ulusal İstihbarat Direktörlüğü (DNI) ve Siber Güvenlik ve Altyapı Güvenlik Ajansı (CISA) tarafından yayımlanan açıklamada, "Bu seçim döneminde, özellikle Amerikan halkını ve başkanlık kampanyalarını hedef alan siber operasyonlar ve giderek daha saldırgan hale gelen İran faaliyetleri gözlemledik" tespitine varıldığı aktarılıyor. 

Dezenformasyon ile seçimlere müdahale   

Seçimlere belirli bir düzeyde müdahale ve manipüle etmek, ciddi bir sistem ve organizasyon gerektirmekte. Bu amaç uğruna ayrılacak kaynaklar ve bu kaynakların yönetimi önemli bir organizasyon kapasitesi gerektirdiğinden, seçim süreçlerine yönelik bu tür faaliyetler bir devlet iradesinin tecellisi olarak tanımlanmaktadır. Rakip bir devletin seçimlerini, dolasıyla iç siyasetini kendi çıkarları lehine etkileyebilmek elbette mühim bir etki gücüdür ve şartlara göre bir ordunun yapabileceği icraatlardan daha değerli olabilir. Dolasıyla iki ya da üç kişilik bir ekibin rakip devlete karşı yürüteceği faaliyetler, geliştirilecek son teknoloji bir balistik füze kadar değerli görülebilir. Söz konusu devletin kolaylıkla ayırabileceği bir bütçe ile rakip devletin seçmenlerini yönlendirebilecek ve seçimlerine etki etmek üst düzey bir istihbarat başarısı olarak da nitelendirilebilir.   

Trump ve Harris kampanyalarının hedef alınması ve bugün bu minvalde yapılan tartışmaları daha iyi anlamak için yakın tarihe gitmek gerekir. Soğuk Savaş sırasında, ABD ve Sovyetler Birliği, çift kutuplu düzende kendi çıkarlarını gözetmek için vekalet savaşları, seçim müdahalesi ve dezenformasyon kampanyaları yürüterek istihbarat ve dışişlerini tam kapasite bir şekilde kullanma yarışına girdi. Konvansiyonel silahlar yerine medya, akademi, sanat, spor gibi alanlarda birbiri ile mücadele eden ABD ve SSCB’in satranç tahtası elbette Berlin’den ibaret değildi.  

Soğuk Savaş’ın “Aktif Önlemleri”  

Devletlerin istihbarat kapasitelerinin ve bu kola verdikleri önemin arttığı bu yıllarda SSCB’nin tek agresyonu Demir Perde ülkeleri ve diğer gelişmekte olan ülkelere karşı olmamıştır. Karşılıklı casusluk şebekelerinin çökertildiği, ikili ajanların cirit attığı kaotik bir iklimde, Sovyet istihbaratı KGB başta olmak üzere Sovyet kurumlarının, kaynaklarının önemli bir bölümünü bu “dezenformasyon” araçlarına ayırdıkları bilinmektedir.  

Günümüzde açıklanan/açığa çıkan tarihi belgeler, soğuk savaş literatürüne geçen meşhur “Aktif Önlemler” kavramı çerçevesinde Sovyet istihbaratının bu konuya önemli bir mesai harcadığını kanıtlamaktadır.  


(Propaganda afişleri, Soğuk Savaş dönemi boyunca SSCB tarafından başarılı bir şekilde kullanmış ve genelde ABD ile karşılıklı olarak girdiği ideolojik savaşın yansımalarını aktarmıştır. Fakat Sovyetler, bir ideolojinin gerçek bilgilerle sistematik ve agresif bir şekilde hedef kitleyi etkilemek için kurgulanan “propaganda” uygulamalarını farklı bir seviyeye taşıyıp dezenformasyon faaliyetleriyle harmanlamıştır.) 

“Aktif Önlemler” SSCB için, dış politika hedeflerine ulaşmak ve Sovyet etkisini dünya çapında genişletmek adına tasarlanmış, olabildiğince gizlilikle yürütülen bir sistemdi. Bu ve benzeri faaliyetler uzun zamandır Sovyetler Birliği tarafından kullanıldıysa da 1960'ların sonlarında daha yaygın ve daha etkili hale geldi.  

Aktif Önlemler uygulamalarında en öne çıkan “dezenformasyon” teknikleri, hedef halkın siyasi görüşünü yönlendirmek, düşünce dünyasını bulanıklaştırmak, hedef devletin kurumlarının yıpratılması, hükümete güveni azaltmak, Avrupa devletlerinin ABD ile ilişkilerini yıpratmak için tasarlanmaktaydı. Bunlarla birlikte, bu durumun sadece ABD’yi karşı değil, Batı Bloku başta olmak üzere ABD ile yakınlaşma potansiyeli taşıyan ülkeleri kapsadığını da ayrı bir vakadır.  

ABD’nin bu durumu tam olarak çözümlemesi ve buna yönelik önleyici adımlar atma süreci elbette bir anda olmadı. Başkanlığında “Kötülük İmparatorluğu” olarak tanımladığı SSCB’ye ve faaliyetlerine karşı sert bir tutum alma vaadi veren Ronald Reagen yönetimi ve konunun muhatabı CIA, başlarda “Aktif Önlemlerin” kapsamını tam olarak bilmiyordu. KGB’nin Japonya’da gazeteci kimliği ile görev mensubunun ABD’ye iltica etmek istemeyip taraf değiştirmesi sayesinde bu konuya ağırlık verilmesi gerektiğini anlamışlardı. 


(Stanislav Levchenko, 1968 KGB’ye katılmasının ardından, yurt dışı görevine atandı ve 1975’te Japonya’ya gönderildi. Başkentte bir Rus dergisi olan Novoye Vremya için gazeteci kimliğinde çalışmalara başladı. SSCB’nin Aktif Önlemler kapsamında yürüttüğü faaliyetleri kamuoyuna sunmak adına ABD’nin iş birliği yaptığı önemli Sovyet ilticacılarından bir olarak kabul görmektedir.) 

Levchenko gibi daha birçok KGB memuru Batıya gönüllü olarak iltica etmek istedi ve bu kişiler bunu yapmadan önce sahip oldukları hassas bilgilerle birlikte ellerindeki dokümanları yanlarında götürdü.  

Ayrıca, Sovyet muhalifi olma ya da bu bağlamda iltica etme furyası sadece istihbarat memurlarına değil, diğer devlet kurumlara bağlı kişiler hatta sanat camiası gibi farklı sektörlerden isimleri de kapsıyor.   


(Levchenko, KGB’deki çoğu meslektaşı gibi ideolojik nedenlerden dolayı, özgür bir şekilde emekliliğini isteyemeyeceğini bildiğini bildiğinden ve bir muhalif olarak hayatını devam ettiremeyeceğini bildiğinden dolayı otoriter Sovyet yönetiminden bağını kopardı. NBC’ye yaptığı açıklamalarda “hayatının en önemli yıllarını yanlış taraf için yanlış şeyler” yaparak geçirdiğini, ABD’ye “sağlığı izin verdiği müddetçe geride bıraktığı halkı için mücadele etmeye” geldiğini belirtmektedir.) 

ABD’den karşı hamle  

Aktif Önlemler programını KGB adına Japonya’da yönetmiş olan Levchenko, iltica sonrası ABD’li yetkilerle yaptığı yakın iş birliği ile Amerikan Kongresi, CIA başta olmak üzere birçok istihbarat teşkilatı ve Dışişleri Bakanlığı gibi kurumlara koordineli bir şekilde karşı koyma farkındalığı yaratmıştır.  

Öte yandan, ABD’nin ilticacılardan ve kendi karşı istihbarat faaliyetlerinden edindiği bilgilerle, Sovyetlere karşı strateji üretme ve uygulama fırsatı tanımış ve Amerikan güvenlik bürokrasisinin de öncelikleri arasına girmiştir.  


(İşte bu karşı stratejiyi üretmek, Sovyet “Aktif Önlemlerine” karşı önlem almak maksadıyla, artık SSCB’nin hilelerle dolu programını fark etmiş olan Reagen yönetimi, günümüze kadar izlerini taşıyacak olan Aktif Önlemler Çalışma Grubu'nu (AMWG) kurdu.) 

AMWG, öncelikle Sovyet Aktif Önlem faaliyetleri hakkında bilgi topluyor, raporluyor ve daha sonra analiz edip kamuoyuna ifşa metodu kullanarak faaliyet gösteriyordu. Ancak, buna rağmen bir bakıma geç ve yetersiz kalmış olan ABD, o dönem birçok Sovyet dezenformasyonu yüzünden savunma pozisyonuna geçmek zorunda kalmıştı.  

Ayrıca, KGB’nin gelişmekte olan ülkelerde başta İngilizce yayın yapanlar olmak üzere sabırla iş birliği yapıp yayınlattığı sahte bilgiler, hızlı bir şekilde olmasa bile belirli bir süreçten sonra Batı medyasına dolasıyla dünya ve ABD kamuoyunu etkileyecek seviyeye gelmekteydi.  


(Dışişleri ve istihbarat kurumlarının iç yazışmaları, kurum içi yazışmalar ve bilgi notlarında sıkça ABD’nin engelleyemediği ve SSCB’nin “kompromat” kabiliyeti, yani sahte hikayelerle (Aktif Önlemler kapsamında dezenformasyon) başarılı bir şekilde ABD’yi üzerine yıktığı olayların tespitleri ile doludur. Birçok ülkenin gazete ve radyolarını koordineli kullanarak 1979 Mekke baskının ve Kore havayollarına ait uçağı kendilerinin düşürmesine rağmen arkasında ABD’nin olduğu bilgisini yaymalarından bahsedilmekte.) 

2016 süreci ve etkileri devam ediyor  

Günümüzde ABD istihbarat topluluğu, Soğuk Savaştan beri alışkın olduğu Sovyet stratejilerini, mevcut Rus yönetiminin de takip ettiğini belirtiyor. 2016 seçimlerinde Rusya’nın seçimlere müdahalesi ve Trump lehine “Aktif Önlemler” faaliyeti yürütmesi, ABD’nin dört yıl boyunca gündeminden düşmemiş olup, eskisi kadar yoğun olmasa bile hala iç siyaset malzemesi olmaya devam etmektedir.  

Bu sebeple 2016 takip eden yıllar, ABD istihbarat ailesinin seçim güvenliği ve dezenformasyonla mücadelede yeterince önlem alıp almadığı, ne kadar hazırlıklı olduğu ve karşı koyma stratejilerinin niteliği hakkında tartışmalar ile geçmiştir. 


(ABD istihbarat topluluğunun, 2024 Başkanlık seçimlerine 100 gün kala kamuoyu ile paylaştığı bilgilerde, Rusya ve Çin ile birlikte Trump kampanyasını hedef aldığı belirtilen İran’a da atıf yapılmıştı. Buna göre Rusya’nın seçim güvenliğine dolayısıyla iç siyasete etki etmeye çalışan ana aktör olduğu, Çin’in bu konuda çabalarının Rusya kadar “kararlı ve net” bir görüntüde olmadığı ancak sosyal medyayı kullanarak iç siyaseti kutuplaştırmak ve istikrarsızlaştırma çabalarının farkında oldukları vurgulanıyor.) 

Rusya, KGB başta olmak üzere geniş kapsamlı bir devlet mekanizması ile bu faaliyetleri tarihsel olarak iyi yönettiğinden, elbette İran ve Çin’den daha tecrübeli bir konumda bulunuyor. Çok kutuplu dünya ve yeni soğuk savaş tartışmalarının öne çıkan İran-Çin-Rusya iş birliği, ABD tarafından sadece siyasi bir tehdit değil aynı zamanda uzun süredir iç siyasetini ilgilendiren bir güvenlik problemi olarak görülüyor.  

Dolasıyla ağustos ayının başında Trump kampanyası başta olmak üzere diğer siyasi aktörleri de hedef aldığı açıklanan siber saldırılar bu sürecin sadece “son gelişmesi” olarak addedilebilir.  

Şubat ayında İran’ın siber operasyon kabiliyetinin geliştiği vurgulanmıştı 


(Ulusal İstihbarat Direktörlüğünün (DNI) 2024 yılına yönelik “Risk Değerlendirme Raporun”da İran'ın siber operasyonlar konusunda kendini geliştirdiği ve bu yönde kararlı olduğu ve bu durumun ABD ve müttefikleri için problem teşkil edeceği not ediliyor. İran'ın siber saldırının, ABD'deki kritik altyapı sahiplerini hedef haline geldiği not edilirken, İsrail’in de Tahran tarafından hedef alınmasının bu konudaki artan cesarete işaret ettiğine yer veriliyor.) 

Ağustos ayındaki açıklamalarda, Trump ve Harris kampanyalarının, WhatsApp hesapları ve benzeri iletişim adreslerinin İran kaynaklı gruplar tarafından hedef alındığı bilgileri ABD güvenlik bürokrasisinde hareketlenmeye neden oldu. Mağdur olan siyasi partilerin de iştirak ettiği Microsoft’un 9 Ağustosta paylaştığı raporda “İran kaynaklı aktörler tarafından önemli etki faaliyetlerinin tespit edildiğini” söylemesinin ardından ABD bir kez daha seçim güvenliğini konuşur hale geldi.  

Trump kampanyasının kıdemlilerinin ve Harris kampanyası çalışanlarının “oltalama” denilen yöntemle iletişim adreslerine sistematik bir şekilde saldırı altına alınması, parti programı ve stratejileriyle ilgili bilgilerin ifşa olmasına yol açmış, kampanya yetkililerini medyaya bunları paylaşmama çağırısı yapmaya mecbur bırakmıştır.  

(The Intercept’e sızdırılan NSA dökümanlarında da görüldüğü üzere 2016 sürecinde Rusya kaynaklı siber saldırılarda ABD şirketlerinin, yerel devlet görevlilerinin, seçmenlerle ilgili birtakım faaliyetleri hedef aldıkları kaydedilmiş. Ayrıca Rusya kaynaklı aktörlerin, İran kaynaklı aktörlerinde benzer bir biçimde kullandıkları oltama yöntemi ile sahte “Google Alert” mesajları ile “oltalamayı” yürütmek üzere açılmış olan hesap hakkında bilgiler yer alıyor.) 

ATP42 yine ön planda  

Microsoft’un ardından, seçim sürecini etkilemeye yönelik siber saldırılara ilişkin benzer iki açıklamada Meta ve Google gibi teknoloji devlerinden geldi.  

Yaptıkları tespitlere göre siber saldırganlar “sosyal mühendislik” yaparak Yahoo, Google, Microsoft ve benzeri şirketlerin “teknik destek” operatörleri gibi davrandığı bunu yaparken sahte e-posta adresleri ile WhatsApp hesaplarının kullanıldığı ve bu hesapların gruplar halinde hareket ettiğini belirtiliyor.  


(ATP42, İran Devrim Muhafızlarına bağlı olarak hareket ettiği kabul edilen siber espiyonaj grubu olarak bilinmekte. Meşhur Stuxnet olayından sonra İran’ın bu alanda küçük düşmesinin ardından, Tahran’ın siber dünyada daha etkin olma çabalarının bir yansıması olarak kabul ediliyor. Son on yıldan bu yana stratejik öneme sahip kişileri ve kuruluşları hedef alan onlarca teyit edilmiş siber casusluk saldırısıyla ilişkilendirildi. Hedefleri arasında Avustralya, Avrupa, Orta Doğu ve ABD'deki kurumlar yer almakta.) 

Google, Meta ve Microsoft’un ortak tespitleri ABD’nin sorumlu istihbarat teşkilatlarıyla örtüşmekte olup, bu üç özel sektör devinin devlet kurumlarını kendi bilgi akışları ile beslemekte olduğu görülmekte. Aynı zamanda hem Trump hem de Harris kampanyalarının hedef alınması, 2016 sürecine benzer ancak bazı farklılar barından bir sürecin içinde olduğumuzu yansıtmaktadır.  

2016 yılındaki sürece bakacak olunursa, Rusya’nın seçimlere müdahale tartışmalarında anlaşılması çok daha basit bir görüntü olduğunu söylenebilmektedir. Sosyal medya hesaplarından Trump lehine ve rakibi H.Clinton aleyhine paylaşım yapan ve etkileşim geliştiren Rusya orijinli trol orduları ve başta dün ABD’nin yaptırıma tabii tuttuğu RT olmak üzere Rus medyasının Trump lehine yayınları Kremlin’in “taraf tutmuyoruz” açıklamalarıyla çeliştiği de görülebilir.  

Buna ek olarak, ağustos ayında gördüğümüz siber saldırılara benzer bir şekilde, 2016’da da Trump’ın rakibi Hillary Clinton’ın e-posta arşivi ile Demokrat Parti kurultayı öncesi parti komitesine ait binlerce e-posta iletilerinin sızıntılarıyla ABD iç siyaseti ve seçim süreci ciddi şekilde etkilenmişti.  

Dolayısıyla geçmişteki bu sızıntıların o dönem Rus medyasıyla koordineli ve hararetli bir şekilde servis edilmesi, bugün APT42’nin Trump ve Harris’in kampanyasını hedef alma çabalarını ilişkilendirmeyi makul kılmaktadır. Zira İran ve Rusya askeri, diplomatik ve diğer pek çok ortak çıkar alanlarında ilişkilerini giderek geliştirmekte olup bu ilişki kamuoyunun uzun süre malumu olmuştur.  

Ağustos’ta açığa çıkan bu saldırılar yeni sürecin başlangıcı olabilir  

Sonuç olarak Soğuk Savaş’ın “Aktif Önlemler” uygulamalarının Rusya tarafından günümüzde yeniden yürütüldüğü ve özellikle yapay zekâ gibi yüksek teknolojinin sosyal medya üzerinde kullanımının bu faaliyet gücünü arttırdığı söylenebilir. Siber saldırılar ve sosyal medya manipülasyonu hangi ülkenin seçim sürecinde yaşanırsa yaşansın bu demokratik sürece kayda değer bir zarar vereceği kesindir.  

Başkanlık yarışında partililerin ve partiye ait iç yazışmaların hedef alınması, ABD gibi güçlü ve esnek medya yapısına sahip ülkelerde hedef alınan partinin etkilendiği, dolasıyla iç siyasete dışarıdan belirli bir ölçüde müdahale edildiği anlamına gelmektedir. 


(Kamuoyu araştırma şirketi Gallup tarafından yapılan bir çalışmada seçmenlerin okuduklarını, gördüklerini veya duyduklarını kelime bazında kategorilere ayırmış ve bunun sonucunda Trump kampanyasının rakibine karşı sıklıkla kullandığı “e-posta” sızıntısının ön planda olduğu belirlenmişti. Dolayısıyla 2016 seçimlerinde Clinton’ın e-posta skandalının hem kendi kariyerine hem de Trump karşı yıpranması ilk akla gelen örneklerdir.) 

Örnekte olduğu gibi bu tür sızıntılar bazen rakip partinin eline koz verebilmekte, partinin ve başkan adayının atacağı ya da atmayı planladığı adımların zarar görmesine neden olabilmektedir. Sosyal medyada seçmenlerin düşüncelerini yönlendirecek ve kutuplaştıracak dezenformasyon faaliyetleri ise hem hedef alınan partiye hem de hedef alınan ülkenin demokratik sürecine zarar vermektedir. ABD Kongresinde ise istihbarat teşkilatlarının Rusya, Çin ve İran’ın bu faaliyetlerine karşı alınan önlemlerden memnuniyetsiz olanların sayısı kayda değerdir. 

ABD istihbarat topluluğunun son sekiz yıldır Rusya ve ortaklarının çabalarına karşı koymada belirli bir ölçüde başarısız olduğunu düşününler, seçim süreçlerinde gündemi defalarca işgal etmesinden rahatsız olmaktadır. Yasama ve yürütmenin birlikte ele aldığı bu konu yapay zeka gibi yeni teknolojilerin çıkmasıyla beraber giderek daha ciddiye alınmaktadır. ABD’nin ise Sovyetlere karşı savunma kapsamında geliştirdiği “tespit et ve ifşa et” yönteminin üzerine koyarak daha başarılı önlemler alıp alamayacağını gelecek gösterecektir.  

Ayrıca, 2024 seçimleri yaklaşırken bu konunun daha fazla gündeme gelmesi ve yeni saldırıların vuku bulmasının yüksek bir olasılık olduğunu da belirtmek gerekir.