Türklerin Afrika ile olan münasebetleri modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından çok daha eski bir geçmişe dayanır. Hal böyle iken günümüzde Türkiye’nin yaşlı kıta ile olan ilişkilerine baktığımızda Osmanlı dönemi diplomasisinin bazen ihmal edildiği görülür. Halbuki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın baştan beri Afrika-Türkiye ilişkilerinin üzerinde durmuş olması ve halen Afrika’daki Osmanlı mirası üzerine birçok tarihi projeyi desteklemesi Türkiye-Afrika ilişkilerine taze bir heyecan katmıştır.  

Bu vesileyle tarihi münasebetlerden dolayı Afrika politikalarında vazifeli kadroların tarihi ilişkilerimiz hakkında çok daha bilinçli olması gerekir. Başka bir deyişle diplomatından memuruna kadar Afrika’da vazife yapan kadroların bulundukları bölgelerdeki Osmanlı varlığından haberdar olmaları yanında bu bilgiyi diplomaside işleyecek donanıma sahip olmaları fevkalade önem arzeder.  

Mesela Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde bahsettiği Kahire’de metfun Osmanlı alimi Kürt Sinan Efendi’nin mezarı Mısır’daki temsilciliğimiz tarafından biliniyor mu? Biliniyorsa ziyaret edilmiş midir? Bu şüphesiz alelade bir ziyaret değil, 400 yıl önce Mısır halkına ilim öğreten bir Osmanlı alimini anmak ve bunu Mısırlılara hatırlatmak olacaktır.  

Güney Afrika Müslümanlarını daha iyi eğitebilmek için Ümit Burnu’nda Afrikaans dilini öğrenip o dilde bir ilmihal kaleme alan Seyit Ebubekir Efendi’nin eseri Beyan’ud Din adlı ilmihalin ilk sayfası, 1869

 

Yine Mısır’ın Sudan sınırında İbrim’de Özdemir Paşa’nın yaptırttığı tek minareli caminin akıbetinden haberdar mıyız? Bu tarihi camiyi neden ihya etmiyoruz? Nijerya’da Sultan Abdülhamid’den Mecidiye Nişanı alan Muhammed Şitta Bey gibi yine Abdülhamid Han’ın iltifatına mahzar olmuş Liberya’dan Dr. Edward Wilmot Blyden’in ailesini bulup görüşen oldu mu? Bu önderlerin torunlarıyla irtibata geçmek Türkiye ile Liberya ve Nijerya ilişkilerini katmerleştirecektir. Sömürgecilikle savaşan Liberyalılar Liberyalı bir Hristiyan lidere Sultan Abdülhamid’in Mecidiye Nişanı gönderdiğini bilseler Türkiye’ye sempati beslemezler mi? Bu tarihi hamleyi neden diplomasimizde kullanmayalım?  

Mozambik’de Madagaskar’da ve Mauritus’da birçok Müslüman lider Osmanlı Devleti’nden Hicaz Demir Yolu madalyası almıştır ve bunların isimleri bellidir. Bu ailelerle eski tarihi ilişkilerimizi canlandırmak maksadıyla münasebetler kuruldu mu? Bu ailelerin torunlarından Afrika’da bizlere ulaşanlar Osmanlı Hicaz madalyasını göstermekten gurur duyuyorlar. Peki biz bunu görmezden mi geleceğiz? Elbette hayır. Bu tarihi miras, diplomatik ilişkilerimizde kullanılması gereken kıtadaki en büyük kozumuzdur.  

İngiltere’nin geçen yıl Sudan’a atadığı büyükelçisi Sudan’da bayram namazı kıldırıyorsa biz bir şeyler kaçırıyoruz demektir. Biz Afrika diplomasisinde bu kadar mühim taşlarımızı ortaya koyamadığımız için, Çin’in Cezayir’e yaptırdığı Afrika’nın en büyük camisini diplomatik atak diye konuşuyoruz. Halbuki biz sadece Afrika ile olan köklü münasebetlerimizi ortaya çıkarabilsek ne Çin’in göz boyamak için yaptırdığı camii, ne de İngiltere’nin gösteriş için Sudan’a atadığı Müslüman büyükelçisi bahis konusu olacaktır.  

Güney Afrika ve Osmanlı  

Hele bunlardan Güney Afrika’da unuttuğumuz bir Ebubekir Efendi var ki, sadece onun üzerinden işlenecek çok stratejik politikalar var. Öyle ki, o dönemde Hıristiyan misyonerlerin kol gezdiği Afrika’da Jomo Kenyatta’nın tabiriyle misyonerler Afrikalı halka İncil verip topraklarını ellerinden alırken Ebubekir Efendi sadece Allah rızası için ilim öğretmiş ve o topraklarda vefat etmiştir.  

Güney Afrika’da Osmanlı mirası hakikaten başlı başına ele alınması gereken bir meseledir. İsmini bizatihi Osmanlı Devleti’nden alan Nur’ul Osmaniye Camii gibi Sultan Abdülaziz’den alan Mescid’ul Aziz Camii için yetkililerimiz neler yapmıştır? Mozambik’te Sultan Selim’in emriyle yaptırılan camiyi hiç merak edip ziyaret eden bir temsilcimiz oldu mu? Bunlar yazılıp çizildiği halde neden halen bu mirasımız korunmaya alınmadı? Afrika’da böyle müspet ve zengin bir mirasın tek sahibi Türklerdir demek mübalağa olmayacaktır.  

Bu noktadan bakıldığında halen Ebubekir Efendi’nin anısına Cape Town’da bir anı evi veya müzenin yapılmamış olması da üzüntü vericidir. Afrika’ya Türk mührünü vuran Ebubekir Efendi için Güney Afrika’daki büyükelçilerimizin şimdiye kadar bir anma töreni dahi yapmamış olmaları diplomasi adına bir hayal kırıklığıdır. Ebubekir Efendi’nin Afrikaans dilinde kaleme aldığı Güney Afrika tarihinde bir mihenk taşı sayılan ve tek yazma nüshası kalmış ilmihali Beyânu’d-Dîn’in tıpkı basımını neden yapmıyoruz?  

Tarihimizi hatırlamamız için ne zaman elimizi taşın altına koyarsak Afrika diplomasisinde o zaman tam manasıyla meyve almaya başlayacağız.  

Tarihe ışık tutacak belgesellerin, kitapların eksikliği

Afrika-Türkiye ilişkilerinde gözden kaçan diğer bir faktör ise hayata geçiremediğimiz stratejik icraatlardır. Mesela Ebubekir Efendi’nin torunu Fuad Ataullah Bey’in yazdığı ve 1939 yılında basılan İngilizlere Türkçe öğretme metodu tamamıyla unutulmuş bir tarihi kitaptır. Bu kitabın TC. Dışişleri Bakanlığınca bastırılarak Afrika’da İngilizce konuşan ülkelerin temsilciliklerine verilmesi çok manidar olacaktır. Çanakkale gazisi bir Osmanlı münevveri tarafından yazılan bu Türkçe öğrenim metodu ayrıca bir kültürel mesaj içermektedir.

Yine Osmanlı döneminde Afro-Türkler’den dünyanın ilk siyahi pilotu Ahmet Ali Çelikten gibi şahsiyetlerimizin belgeselleri çekilip Afrika’da izletilmelidir. Pilot Ahmet Ali Çelikten’in hikayesi Türklerin ırk üstünlüğüne kıymet vermeyen bir millet olduğunun en somut kanıtıdır. Avrupalılar gibi Afrika’ya sömürge niyetiyle gitmeyen bir toplum olduğumuzu ortaya koyan en somut deliller, Allah rızası için ömrünü Afrikalılara ilim öğretmeye adamış olan Osmanlı alimlerinin hizmetleridir. Milliyetine ve rengine bakmadan herkesi mektebine kabul eden Osmanlı alimlerinin hikayesi, Türk milletinin Afrika’daki şeref nişanesidir. Bunların film ve belgesellerde halen Afrika’da ve hatta Türkiye’de gösterilmemesi gerçekten şaşırtıcıdır. 

Türkiye Cumhuriyeti her manada bu misyonu yerine getirecek kudrete sahiptir. Fakat ancak şuurlu ve milli kadrolarla bu tür projelerin yapılması mümkündür. Öncelikle Türkiye-Afrika ilişkilerinde diplomatlarımız tarihten ilham almak zorundadırlar. Bu konuda ilk başta bölgedeki misyonlarımıza gereken eğitim verilmeli ve o minvalde gereği yapılmalıdır. Ahmet Cevdet Paşa, “Tarih bilmeyen diplomat, pusuladan anlamayan kaptana benzer. Her ikisinin de karaya oturmak tehlikesi vardır” derken işaret ettiği husus tam da eksikliğini hissettiğimiz bu noktadır. Afrika’nın köylerine okullar açan Osmanlı Devleti’nin kültür mirası neden Türk milletine Afrika’da bir kılavuz olmasın?  

Sözlerimiz şüphesiz bir şikayet değil Türkiye Cumhuriyeti’nin şanlı tarihine yakışır bir diplomasiyle Afrika’da var olmasına ışık tutmak için paylaştığımız samimi düşüncelerimizdir. Türkiye’nin Afrika’da saha diplomasisinde potansiyelinin çok altında bir kapasiteyle çalıştığını söylemek, Afrika’da Afrika tarihi öğreten bir Türk tarihçisinin belki vatanı için yapabileceği en salahiyetli vazifesidir. Aksi halde hali hazırdaki vaziyetten muvaffakiyet beklemenin akibeti sükut-u hayal olur. Özetle Osmanlı Afrikası, Türkiye Cumhuriyeti’nin yaşlı kıtadaki yol haritasıdır.

Ecdadımızın çizdiği o haritayı okuyacak kadrolar, Türkiye Cumhuriyeti’nin Afrika diplomasisindeki kaderini belirleyecektir.  

Türkiye Afrika’da nasıl bir temsili hakediyor?

Şüphesiz bir ulusun mirası, tarihte Afrika topluluklarını güçlendirme çabalarıyla karakterize edilmelidir. Geçmişte Afrika'ya olumlu katkıda bulunan, hakikaten iyi niyetle hareket eden ve arkasında takdire şayan bir miras bırakan Türk milleti gibi bir ulus, derin bir saygı ile tanımlanmalı ve öyle temsil edilmelidir. 

Bu geçmişiyle Türkiye, herhangi bir gizli gündem olmaksızın Afrika'nın büyümesine ve refahına yatırım yapan gerçek bir müttefik olarak tasvir edilmelidir. Bir başka ifadeyle Afrika'nın ihtiyaçlarını ve isteklerini ön planda tutan hayırsever bir ortak olarak hatırlanmalıdır. Ve elbette Afrika tarihi ve kültürüne yaptığı katkılar kabul edilmelidir. Bu, eğitim yoluyla tanınmayı, kamuya açık anma törenlerini, anıtları veya kıtada yarattığı olumlu etkiyi kutlayan kültürel alışverişleri içerebilir. 

Eritre’de bir caddeye Özdemir Paşa’nın ismi, Güney Afrika’da bir okula Ebubekir Efendi’nin adı konulabilir. Genel olarak, bu ülkenin Afrika'daki temsili, samimi ve özverili işbirliğiyle neler başarılabileceğinin bir örneği olarak hizmet eden onurlu bir temsil olmalı iken kıtada devletimizi temsil eden diplomatlar bunu ne kadar başarabilmiştir.  

Sorulması gereken suallerden birisi, Türkiye devleti, tarihini arkasına alarak Afrika’da bu münasebetleri kurabilmiş midir? Diğer soru ise Uganda’da Yunan kıyafeti ile tören düzenleyen diplomatla, Güney Afrika’da Ramazan ayının arife gününde bayram kutlaması yapan büyükelçilerle bu temsil ne kadar mümkündür?