Hatırlanacağı üzere Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkiler; ilki 2010 ve ikincisi de 2018 yılında olmak üzere iki kere kesintiye uğradıktan sonra son olarak 2022 Ağustos’ta şartsız ve koşulsuz olarak tekrar normalleşmişti. Fakat bu normalleşmeden kısa bir süre sonra İsrail’deki iktidar değişmiş ve normalleşmenin mimarı olarak kabul edilen Cumhurbaşkanı Herzog halen görevinin başında olsa bile iktidara daha önce de Cumhurbaşkanı Erdoğan ile gerginlikler yaşayan ve yıldızları bir türlü barışmayan Netanyahu gelmişti. 

Dolayısıyla Türkiye-İsrail normalleşmesinin, Netanyahu’nun liderliğindeki bir hükümet ile sürdürülmesinin zor olacağına yönelik tahminler yapılmıştı. Ancak bu olumsuz beklenti, en azından belli bir süre için boşa çıktı. Zira Cumhurbaşkanı Erdoğan iki ülke arasındaki meselelerin ve bölgesel sorunların çözümü için Netanyahu ile işbirliği yapabileceğini açıklayarak, ikili arasındaki geçmişten kaynaklı soğukluğu eritmek için bir adım atmıştır. Netanyahu da bu adıma olumlu karşılık vermiş ve taraflar 20 Eylül 2023’te Birleşmiş Milletler’in açılış törenleri için bulundukları New York’taki Türk Evi’nde bir araya gelmişlerdi.

Her ne kadar geçmişteki bagajlar nedeniyle ikilinin görüşmesi çok da samimi geçmemiş olsa da, nihayetinde ülkelerinin çıkarı için Erdoğan ve Netanyahu’nun bile bir araya gelebildiği görülmüştür. Ancak zaten yavaş ilerleyen normalleşme süreci 7 Ekim’de Hamas’ın askeri kanadı İzzedin El Kassam Tugayı tarafından gerçekleştirilen Aksa Tufanı saldırısı sonrasında yaşanan gelişmeler nedeniyle, belki de bir daha geri dönülemez şekilde yeniden bozuldu.

 

Türkiye’nin 7 Ekim’den sonraki arabuluculuk çabaları

Aslında Türkiye sürecin başında gayet dengeli bir politika takip etmiş ve Hamas’ın sivillere yönelik saldırısını eleştirirken, İsrail’in devamında başlatmış olduğu saldırıların da bir an önce durdurulması için arabuluculuk rolü üstlenmeye gayret etmiştir. Fakat İsrail tarafı Türkiye’nin bu süreçte rol almasını istememiş ve Türkiye’yi Hamas’ı desteklediği gerekçesiyle ısrarla masadan ve sahadan uzak tutmaya çalışmıştır. Türkiye yerine görece zayıf inisiyatifler üstlenebilecek Mısır ve Katar ile yol yürümeyi tercih eden İsrail, İsrail ile Filistin arasındaki ilişkilerde tamamen taraf olduğu bilinmesine rağmen ABD’nin süreçlerde bulunmasını ise özellikle arzu etmiştir. 

Türkiye’nin İsrail politikasındaki değişim

Türkiye’nin bu itidalli ve her iki tarafa da yakın durmaya çalışan tavrı, İsrail’in her türlü uluslararası hukuk kuralını yok sayarak 17 Ekim’de El Ehli Hastanesi’ni vurup 500’e yakın sivili katletmesinden sonra değişmeye başlamıştır.   

Türkiye, Netanyahu ve Gallant’ın Gazze’ye ve bölgeye yönelik kabul edilmesi mümkün olmayan apokaliptik sözleri ve ardından başlatılan kara harekâtında etnik temizliğe başlaması sonrasında, İsrail’in 7 Ekim saldırısını; Gazze’yi tamamen ortadan kaldırmak ve Filistinli nüfusu buradan çıkarmak için bir bahane olarak kullandığını idrak etmiş ve buna mukabil bu vahşeti ve hukuksuzluğu önlemek amacıyla İsrail karşıtı bir politika sergilemeye başlamıştır.  

Cumhurbaşkanı Erdoğan, ilk olarak 25 Ekim’deki grup toplantısında, “Hamas’ı bir terör örgütü olarak görmediğini” söylemesinden sonra, kısa bir süre önce New York’ta mutabık kalınan İsrail ziyaretini de iptal ettiğini açıklamıştır.  

Bu açıklamaların hemen akabinde 28 Ekim’de Atatürk Havalimanı’nda düzenlenen “Filistin’e Destek” mitinginde ise, “İsrail’in ve Netanyahu’nun savaş suçlusu olduğu” ve “Gazze’deki vahşeti ancak bir terör devletinin yapabileceği” ifade edilerek İsrail “terör devleti” olarak ilan edilmiştir.

 

Normalleşmenin sonu

Erdoğan’ın hem grup konuşmasındaki hem de İstanbul mitingindeki sözleri, Türkiye ile İsrail arasında Ağustos 2022’de başlayan 15 aylık normalleşmenin de sonunu getirmiştir. Bu sözlerden sonra İsrail, zaten güvenlik nedeniyle ülkesinde olan Ankara büyükelçisini geri çektiğini açıklamıştır. Mütekabiliyet kapsamında Türkiye de Tel Aviv büyükelçisini geri çektiğini açıklamış ama iki taraftan da normalleşme sürecinin sona erdiğine dair bir açıklama gelmemiştir.   

Bu gelişmelerden sonra İsrail hükümetinde Türkiye’ye karşı yeni bir tutum sergilenmeye başlanmıştır.  

İsrail’de Türkiye ve Erdoğan karşıtlığının ortaya çıkması

Cumhurbaşkanı Erdoğan ne zaman İsrail’in vahşetini, soykırımlarını ve uluslararası hukuka mugayir eylemlerini eleştirse, İsrail dışişleri bakanlığı makamında oturan kişi (önceleri Eli Cohen ve daha sonra ise Israel Katz) sosyal medya üzerinden; İbranice, İngilizce ve Türkçe olmak üzere Türkiye’yi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı suçlayan (sözde teröre destek vermek, Batı ittifakına ihanet etmek, NATO üyesi olmasına rağmen Rusya ile iyi ilişkiler geliştirmek, Kürtlere soykırım yapmak, Suriye topraklarını işgal etmek, Kıbrıs’ı işgal etmek, Türkiye’yi otoriterleştirmek ve demokrasiyi askıya almakla…) paylaşımlar yapmaya başlamıştır. 

Bir nevi sosyal medya manipülasyonunun yapıldığı bu paylaşımlarda; ne devlet ciddiyeti, ne adab-ı muaşeret kuralları ne de ahlaki değerler gözetilmemiş olup, Erdoğan’ın yaptığı eleştiriler veya İsrail’in aleyhinde aldığı kararlar tamamen uluslararası hukuka uygun iken, İsrailli bakanların yaptığı paylaşımlar ise genellikle dikkatleri dağıtmaya, konuyu başka yerlere çekmeye veya asılsız iddialarla Türkiye’nin tezlerini itibarsızlaştırmaya matuf hadsiz ve küstahça içeriklerden ibaret kalmıştır.

Türkiye’nin İsrail saldırılarını durdurmak için yaptıkları

Ancak Türkiye bu gibi algı operasyonlarından hiç etkilenmediği gibi daha kararlı bir şekilde İsrail’in Gazze’deki vahşet ve soykırım politikalarını tüm dünyanın gündemine taşımaya ve başta Netanyahu ile hükümet ortakları olmak üzere İsrail’deki tüm sorumluların cezalandırılması için elinden gelen her şeyi yapmaya başlamıştır. 

 

Öncelikle İsrail’in hasbara (Siyonist kamu diplomasisi) araçlarının yaydığı 7 Ekim ile ilgili yalanları deşifre etmiş ve İsrail’in dünyaya yaydığı Gazze ve Hamas ile ilgili haberlerin doğru olmadığını, bilakis bunların tamamen dezenformasyon olduğunu ispatlamaya başlamıştır.   

Akabinde ise İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarını durdurmak için; İsrail ürünlerine boykot uygulamaya konulmuş, Gazze’deki saldırılarda kullanılabileceği değerlendirilen ürünler için ticaret yasağı getirilmiş ve sonrasında ise ticaret tamamen kesilmiştir.   

Uluslararası mahkemeler devrede

Ayrıca Güney Afrika’nın İsrail aleyhine Uluslararası Adalet Divanı nezdinde açtığı soykırım davasına destek verilerek, İsrail’in Gazze’de soykırım uyguladığını gösteren deliller mahkeme ile paylaşmıştır. Anadolu Ajansı tarafından bölgedeki şahitliklere ve muhabirlerin gözlemlerine dayanarak hazırlanan “Delil” isimli kitap divana iletilmek üzere Güney Afrika yetkililerine teslim edilmiştir.    

Bununla yetinmeyen Türkiye, her fırsatta ve her platformda Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne çağrı yaparak; Netanyahu ve diğer sorumlular hakkında savaş suçu, soykırım suçu ve insanlığa karşı işlenen suçlar nedeniyle soruşturma açılması ve ilgililer hakkında yakalama kararı çıkartılmasının gerekliliğini yüksek sesle dile getirmiştir. 

Küresel vicdanın harekete geçmesi

Aradan geçen süre içerisinde Türkiye’nin İsrail’i durdurmak için ortaya koyduğu söylemler ve atmış olduğu fiili adımlar küresel vicdanı harekete geçirmiş ve o zamana kadar Gazze’deki soykırıma sessiz kalan dünya kamuoyu İsrail’i eleştirmeye, saldırıların durdurulmasını talep etmeye başlamıştır. 

 

Bu uyanış öyle bir hal almıştır ki, o güne kadar gözünü kapatan kitleler hem de kendi hükümetlerine rağmen İsrail zulmünü eleştirmeye, kötü muamele ve tutuklanmaları bile göze alarak Filistinlilerin bağımsızlığı ve özgürlüğü için dünya genelinde protesto gösterileri yapmaya başlamışlardır. 

İsrail, Filistin topraklarındaki 75 yıllık işgalini görmezden gelerek Hamas’ın 7 Ekim’deki saldırıyla savaşı başlattığını ileri sürerek Filistin’i ve Filistinlileri tamamen ortadan kaldırmak istemiş ancak gelinen noktada her yer Filistin olmuştur. Türkiye ise bu değişimdeki payı sebebiyle Filistinlilerin ve diğer mazlum halkların gözdesi olurken, İsrail ve onun arkasındaki güçlerin öfkesiyle karşılaşmıştır.   

Türkiye’nin tavizsiz politikası

Yine de bu tavrından taviz vermeyen Türkiye, bir taraftan da üyesi olduğu uluslararası örgütlerin İsrail ile ilişkilerini de engellemiştir. Bu kapsamda, 10-12 Temmuz tarihlerinde Washington’da gerçekleşen NATO zirvesi sonunda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı basın toplantısında; “NATO’nun İsrail ile ilişkilerini engelleyeceğiz” şeklindeki açıklaması, İsrail’i olduğu kadar, o güne soykırımcı İsrail’in arkasında duran bazı NATO üyelerini de çılgına çevirmiştir.   

Sosyal medya üzerinden manipülasyon

Hatta Erdoğan’ın bu açıklamasından sonra sosyal medyadan yine bir paylaşım yapan İsrail Dışişleri Bakanı Katz, İsrail’in NATO üyesi olmadığı gerçeğini unutarak üyelere yönelik bir çağrı yaparak, “Türkiye’nin NATO’dan çıkarılmasını” talep etmiştir. 

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rize’de gündemdeki konulara dair yaptığı bir söyleşide, İsrail’in Lübnan’a yönelik tehditleri mevzu bahis olunca, “Karabağ ve Libya’da yaptığımız gibi Lübnan’da da İsrail’e karşı bir şeyler yapabiliriz” diyerek, Türkiye’nin talep gelirse Lübnan’a destek olabileceğini vurgulaması, İsrail’de küçük çaplı bir depreme yol açmıştır. 

Türkiye’nin İsrail’i işgal etmekle tehdit ettiğini yazan İsrail medyası, Türkiye’yi ve Erdoğan’ı Batılı müttefiklerine şikâyet ederek yardım istemiştir. Hatta İsrail’in hadsiz Dışişleri Bakanı Katz da sosyal medyadan yeni bir paylaşım yaparak, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Saddam’ı karşılaştırıp, “Erdoğan’ın sonunun da Saddam gibi olacağı” imasında bulunmuştur. 

Katz’a Hitler anolojisi üzerinden bir cevap veren Dışişleri Bakanlığı, “Soykırımcı Hitler’in sonu nasıl olduysa, soykırımcı Netanyahu’nun sonu da öyle olacak. Soykırımcı Naziler nasıl hesap verdiyse, Filistinlileri yok etmeye çalışanlar da öyle hesap verecek. İnsanlık, Filistinlilerin yanında duracak. Filistinlileri yok edemeyeceksiniz” diyerek haddini bildirmiştir. 

 

İsrail’in Heniyye için ulusal yas tahammülsüzlüğü   

Ama bununla uslanmayan Katz, Türkiye’nin Hamas Siyasi Büro Şefi İsmail Heniyye’nin Tahran’da alçakça bir suikastla şehit edilmesi üzerine ulusal yas ilan etmesine ve bu karar doğrultusunda Tel Aviv büyükelçiliğindeki bayrağın yarıya indirilmesine de tepki göstermiş ve yine sosyal medyadan yaptığı bir paylaşımla, “İsrail, 7 Ekim saldırısının sorumlularından biri olan Heniyye’nin yasının tutulmasını tolere etmeyecektir. Eğer Türk elçilik görevlileri Heniyye’nin yasını tutmak istiyorlarsa Türkiye’ye gitmelidirler” deyip, kendi bakanlık yetkililerine de Tel Aviv’de bulunan Türk büyükelçi yardımcısının bakanlığa çağrılması talimatı verdiğini ifade etmiştir.   

 

Türkiye’nin toprağı sayılan Tel Aviv büyükelçiliğinde ne şekilde davranacağının Türkiye’nin kendi bileceği bir konu olduğunun dahi farkında olmayan Katz, Türkiye’nin egemenliğine müdahale anlamına gelen bu sözlerinin ardından BTK’nın, Heniyye’ye yönelik taziye mesajlarına sansür uygulaması ve katalog suçlar nedeniyle “Instagram” isimli sosyal medya uygulamasına erişimi yasaklaması üzerine de bir paylaşım yapmıştır. Paylaşımında, “Erdoğan’ın Hamas’a destek vermek uğruna Türkiye’yi diktatörlüğe dönüştürdüğünü, Instagram’ı engellediğini, İsrail’i işgal etmekle tehdit ettiğini, İsrail ile ticari ilişkileri keserek Türk ihracatçılarını 6 milyar dolar zarara uğrattığını ve Atatürk’ün mirasını ortadan kaldırdığını” ileri sürerek, “her şeyin güzel olacağı günler için umut edelim” diyerek İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu etiketlemiştir.   

Hakan Fidan’ın cevabı  

Bu paylaşım üzerine Dışişleri Bakanı Hakan Fidan bir paylaşım yaparak, “Israel Katz’ın Dışişleri Bakanlığı yapmak yerine, ülkemizi ve Sayın Cumhurbaşkanımızı kendi hezeyanlarına sürekli konu etmesi tam bir hastalık halidir. Kabinedeki varlığı, iftira ve yalan kusma saplantısından ibaret olan bu şahıs soykırımcı Netanyahu hükümetinin hadsizlik ve arsızlık abidesidir” diyerek, Katz’a hak ettiği şekilde cevap vermiştir. 

 

Katz’ın paylaşımlarının amacı ne?  

İsrail Dışişleri Bakanı Katz’ın ısrarla hem de Türkçe olarak Türkiye ve Erdoğan eleştirisinde bulunmasının pek çok sebebi olduğu değerlendiriliyor. Bunlardan en önemlisi ise kuşkusuz kendi siyasi ikbaliyle ilgilidir. Zira Netanyahu nam ve hesabına bu gibi paylaşımlar yaparak onun gözüne girmeye çalışan Katz’ın, savunma bakanlığı gibi İsrail siyasetinde başbakandan sonra ikinci sırada gelen koltuğu kapma niyetinde olduğu bilinmekte.   

Ayrıca parti içerisinde de Netanyahu’ya çok yakın durarak, Netanyahu’nun herhangi bir sebeple başbakanlığı bırakması halinde onun yerine geçecek en güçlü aday olarak görülmek istediği de tahmin edilmektedir. Ancak Katz’ın bu gibi paylaşımlarla, iç politikaya yönelik emellerinin dışında başka niyetlerinin olduğu da muhakkaktır.   

Bunların arasında da Türkiye’ye yönelik sürekli haksız ve yersiz ithamlarda bulunarak Türkiye’nin İsrail aleyhindeki politikalarını itibarsızlaştırmak ve müttefiklerine Türkiye’yi şikayet ederek, Türkiye’nin izole edilmesini veya yaptırım uygulanmasını sağlamak gelmektedir.  

Türk kamuoyu da hedefte  

Ayrıca sosyal medyadaki Türk kullanıcılara ve dolayısıyla Türk kamuoyuna da hitap ederek, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözde İsrail hamaseti yüzünden Türkiye’nin çıkarlarına zarar verdiği şeklinde bir intiba oluşturmak ve Türkiye’deki muhalefeti de Erdoğan’a karşı konsolide ederek, kendilerine yakın bir hükümetin iş başına gelmesini sağlamak gibi amaçları olduğu da bilinmektedir.   

 

Görüldüğü üzere İsrail, Gazze’ye yönelik saldırılarını durdurmak ve soykırım suçlarına son vermek yerine, bu suçlarını gündeme getiren ve uluslararası toplumu da İsrail’e karşı yaptırım uygulamaya davet eden Türkiye’nin Cumhurbaşkanına sosyal medyadan yalan ve iftiraya başvurarak saldırmaktadır. 

Bu paylaşımlarla bir taraftan Türkiye’nin uluslararası kurum ve kuruluşlar nezdindeki güvenirliğine zarar vermek isterken, diğer taraftan da Türk kamuoyuna ve muhalefete hitap ederek, Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğindeki hükümeti değiştirmeye çalışmaktadır.  

Türkiye ile İsrail yeniden normalleşir mi?  

İsrail’in, Gazze’ye yönelik saldırılarını durdurmadığı, Gazze’nin yeniden imarına ve Gazze’ye insani yardımların girmesine izin vermediği, iki devletli çözüm planı kapsamında;1967 sınırlarında ve başkenti Kudüs olan bağımsız ve özgür Filistin Devletini kabul etmediği sürece Türkiye ile yeniden normalleşmesi mümkün gözükmemektedir. 

Türkiye’nin Filistin politikası hangi siyasi partinin iktidarda olduğundan veya cumhurbaşkanının kim olduğundan bağımsız olarak; tamamen insani, vicdani ve hukuki temeller üzerine kurgulanmıştır. Bu yüzden İsrail’in Türkiye’ye karşı girişmiş olduğu bu yakışıksız ve ahlaksız girişimlerin bir karşılığı bulunmamaktadır. Bilakis Türk halkı İsrail’in kural tanımazlığını ve hukuksuzluğunu daha iyi kavramakta ve ülkesini yönetenlerin arkasında daha sağlam durmaktadır.   

Türk halkı Erdoğan’ın arkasındadır  

Türk halkı uluslararası hukuk dairesinde mazlumların hamisi olan cumhurbaşkanının ve hükümetinin yanında ve arkasında dururken, İsrail halkının da kendilerini hesaba çekmesi ve savaş ve soykırım suçlusu, aynı zamanda yolsuzluk suçundan dolayı yargılanması devam eden Netanyahu ve aşırı sağcı hükümet ortakları tarafından yönetilmek isteyip istemediklerini sorgulamaları gerekmektedir.   

İsrail halkı kendini hesaba çekmeli  

Eğer onların suçlarına ortak olarak, soykırımcı bir ülke olarak damgalanmak istemiyorlarsa bir an önce Netanyahu ve diğer sorumluların uluslararası mahkemelerde yargılanıp, gerekli cezayı almaları için mücadele etmeli ve Filistinlilerle barış içerisinde yaşamaları mümkün kılacak yeni bir yönetim kurulana kadar da bu mücadeleye devam etmelidirler.