30 Nisan 2024
Altı ay önce Gazze’de yaşanan soykırımın ardından, bu intikam operasyonunun siyasi ve askeri başarısızlıkları giderek daha da belirginleşiyor. Bu durum, işgalci devletin bu akıldan yoksun savaşı kazanıp kazanmadığı sorusunu gündeme taşıyor. Gerçekten de karşılaşılan kayıplar telafi edilemez boyutlara ulaştı. Özellikle Refah şehrine girme riskini göze alan işgalci güçler, beklenen zafer yerine çocuk ve kadınların öldürülmesi gibi geri dönülmez hezimetle yüzleşiyor. Bu işgalci devletin aldığı risklerin ve katlanılan ağır kayıpların boyutunu gözler önüne seriyor.
Bu savaşın günahı bitene ve henüz bilinmeyen insan ve silah maliyeti ortaya çıkana kadar işgal güçlerinin gözle görülür ağır kayıplarını bir kenara bırakacağız. Ayrıca yanıltıcı istihbarat sızıntılarını ve “muhteşem başarılar” hakkındaki uydurma hikâyeleri ve savaşçı bir ordunun hastaneler ve gazeteciler üzerindeki sözde taktiksel kazanımlarını da görmezden geleceğiz. Bütün bunlar, şanlı 7 Ekim savaşının akabinde gerçekleşen ve bizim için öngörülemeyen kayıplar olarak ortaya çıkan olaylara ışık tutmak içindir. Aynı günde başlayan ve biten bu savaş, Altı Gün Savaşı’yla aynı derecede öneme sahiptir.
Öngörülemeyen kayıplar kategorisine giren birçok kayıp olmasına rağmen, bunları tek tek saymak oldukça zordur. Burada konu sadece en önemli on tanesiyle sınırlandırılacaktır. Bunlardan belki de ilki, soykırım savaşı sırasında maskesi düşene kadar işgalci gücün kendisi için tekelleştirdiği ve verimli bir şekilde istismar ettiği ebedi kurban rolünün kaybedilmesidir. Hiçbir zaman ve hiçbir yerde benzeri işlenmemiş bir suçu işleyen suçlu bir devletin yüzü ortaya çıkmıştır. İkinci kayıp, işgalin 7 Ekim’de yaşananlara dair yalanlarıyla inşa ettiği mağduriyet hikâyesinin hüsrana uğramasıdır. Yalnızca iyi medya performansı sayesinde değil, aynı zamanda soykırım savaşı, aç bırakma ve sistematik kapsamlı yıkım nedeniyle de hızla çökmüştür.
Uluslararası imajın çöküşü
Üçüncü kayıp ise; akıl sağlığını ve kendine, ordusuna, devletine ve müttefiklerine olan güvenini kaybetmiş, Birleşmiş Milletler, Dünya Sağlık Örgütü, Kızılhaç, UNRWA, Uluslararası Adalet Divanı, Sınır Tanımayan Doktorlar, televizyon kanalları ve insan hakları savunucuları dâhil olmak üzere istisnasız başkalarına karşı nefreti had safhaya ulaşmış bir toplumdan kaynaklanan, kolektif aklı kasıp kavuran bu histeride mevcuttur. Zira bu kurumları ve diğerlerini terör ve antisemitizmin işbirlikçileri olarak sınıflandırmıştır. Özellikle bu iftira, günahlarla birlikte düşmüştür ve üstelik bu durum öngörülemeyen kayıplar listesinde dördüncü sırada yer alabilir.
Beşincisi; genç, güçlü, müreffeh ve görkemli, Doğu Arap’ın çölünde demokratik vaha olan bir devletin “Aksa Tufanı’ndan” önceki imajını kaybetmesidir. Bugün, altı aylık başarısızlığın ardından, bitkin, dehşete düşmüş, dışlanmış ve şokta, kendi kendini baltalayan, ayrıcalıklı statüsünü kaybeden ve soykırım suçlamasıyla itham edildiği uluslararası adalet kafesinden bir adım uzakta duran rezil bir teokratik devlet olarak görünmektedir. Altıncısına gelince; kendi içinde parçalanmada ve tüm toplumsal bileşenler arasındaki, laikler ile dindarlar arasındaki, Harediler ile liberaller arasındaki, sağ ile merkez ve soldan geriye kalanlar arasındaki ve hükümet, Knesset (meclis), Savaş Konseyi ve çeşitli siyasi yelpazeler içi bileşenler arasındaki bölünmelerin derinleşmesinde somutlaşmaktadır.
İç çatışmaların derinleşmesi
Yedinci kayıp, bölgesel statüsünü ve batı üssü olarak ve batmayan Amerikan uçak gemisi olarak işlevsel rolünü kaybetmesidir. 7 Ekim savaşından sonra, Batı için stratejik bir varlıktan, filolara, silah desteğine ve korumaya ihtiyaç duyan küçük, zayıf ve rezil bir devlete dönüşmüştür. Sekizinci kayıp, Üçüncü Tapınak’ın yıkılma zamanının yaklaştığına dair artan duygudur ve bu yaygın korku, seksen yaş lanetidir. Dokuzuncu kayıp; hukuk üstü, cezadan kaçıp hesap verebilirliğin önlendiği devlet döneminin son bulmasında açıkça görülmektedir.
Onuncu kayıp ise; son kayıp olmamakla birlikte bir dizi öngörülemeyen kayıplardandır. Ahlaki kayıplar olarak başlar. Bunun herhangi bir teyide de ihtiyacı yoktur. Ayrıca siyasi gücünün en önemli kaynaklarından biri olan Batı’daki kamuoyunu da kaybetmiştir. Bunun yanında göçmenler, yatırımcılar ve çift uyruklu kişilere göre çekiciliğini ve tercih sebebi olma özelliğini de kaybetmiştir. Hatta bu itici bir güç haline gelmiştir. Uzun listede aynı zamanda medya savaşının (sahte medya ve yalancı askeri sözcü) kaybedilmesi, Avrupa havalimanlarında İsrail pasaportu sahiplerine yönelik utanç, mahcubiyet ve küçümseyici bakışların yoğunlaşmasıyla bitmeyecek en alt noktaya düşüş, itibar kaybı ve ulusların ırkçı ve faşist devlete duyduğu nefretin fiyatlandırılması da yer almaktadır.