09 Mayıs 2024
İsrail işgal devletinin ABD ile koordineli olarak önceden kararlaştırdığı Gazze Şeridi'ndeki savaşa ilişkin “ertesi gün” planları (ve senaryoları) yalnızca Gazze halkını veya Filistinlileri ilgilendirmiyor. Daha ziyade Batılı ülkelerin vahşeti ve Aksa Tufanı’ndan sonra eski sömürgecilik ruhunun liderlerine ve karar alma kurumlarına geri dönmesi, ertesi günün Arap coğrafyası ve çevresindeki bölgede hepimizi ilgilendireceğini öngörüyor. Dolayısıyla denilebilir ki Filistin’in yarını bizim yarınımız, geleceği de bizim geleceğimizdir ve Filistin tıpkı diğer olayların bugünümüzü belirlediği gibi gelecekteki yaşamımızın şeklini ve biçimini belirleyecek. Birçok kişi bu sözleri abartılı bulabilir, savaşın yansımalarından ve sonuçlarından muaf olduklarını düşünebilir. Ancak planlar ve planlardan art arda sızanlar, konuşmayı gerçekçi kılıyor ve bölgemizdeki karar vericiler için değilse bile halkların farkında olması ve daha da önemlisi gelecekle hızla ilgilenmesi için bir uyarı görevi görüyor.
Son kırk yılda Arap ülkelerinin çağdaş tarihini belirleyen olaylar, bunlar arasındaki ilişkiler, aralarındaki koordinasyonun derecesi, siyasi sistemlerinin şekli, bağımsız kalkınma planlarını hayata geçirmelerine ve hareket etmelerine izin verilen alan ile halklarının özlemini çektiği tamamlayıcı kurumların kurulması devam etti. Aynı zamanda bu ülkeler karşı karşıya kaldıkları tehlikelere ve içlerinde gizlenen entrikalara karşı Filistin topraklarını çalan eski düşmanlarına başvurmaya başlayana kadar azalan ve paradoksal olarak bu düşmanın ellerinden uzak gördükleri çevredeki tehlikelere karşı engelleme derecelerini de belirledi. 1982 sonbaharında İsrail güçlerinin Lübnan'ı ve başkenti Beyrut'u işgal etmesinin ardından Filistin direnişinin Lübnan'dan ayrılması, bu olayların ilki ve en ciddisi olarak nitelendirilebilir. Filistin silahlı mücadelesinin düşüşünün ilk zamanları, Filistin ulusal projesinin tasfiyesinin başlangıcıydı. Bu da daha sonra Amerikan ve İsrail tarzı çözüm anlaşmalarına yol açtı ve böyle bir çözümü imkansız hale getirdi.
Arap Baharı sonrası çöküş ve yıkım
Irak’ın 1990 yılında Kuveyt’i işgal ve istila etmesinin, bildiğimiz Irak’ın ve Arap rejiminin çöküşünün başlangıcı olduğu söylenebilir. ABD liderliğindeki Batı koalisyonunun Kuveyt’i kurtarmak için yürüttüğü savaş ve ertesi yıl Irak’ın yenilgiye uğratılması, ABD güçlerinin Körfez’e yerleşmesiyle birlikte Arap ülkelerinin güvenlik ve istikrarını uluslararası güçlerin eline bıraktı. Ardından 2003’te Irak’ın ABD tarafından işgali tüm Araplar için bir yenilgi oldu ve bu ülkelerin geleceği, Batı’nın çizdiği ve kendisi için neyin gerekli olup neyin olmadığına karar veren ülkelerin eline geçtiğinde onları dış tehlikeler ve iç zorluklar karşısında savunmasız bıraktı.
2011’de Arap Baharı dalgalarının başlamasından sonra karşı devrimlerin zaferi, bu baharın halklarının iradesine karşı herkes el ele verdiği için bir başarı olarak kabul edilirse, o zaman devrimlere tanıklık eden ülkelerin şu anki çöküşten çektikleri acılar, bu baharı bir bağımsızlık eğilimi olarak gören uluslararası güçlerin tatmin edemediği halklar için bir ceza olarak görülebilir. Bu cezanın Batı’ya ve İsraillilere yakın rejimleri bile dışlamadığı ortaya çıktı ve işte İsrail’in Gazze Şeridi’ne yönelik savaşı Arap ülkelerindeki herkesin bedel ödemesine neden oldu.
Aksa Tufanı ve sonrasında Orta Doğu’da değişen dinamikler
Aksa Tufanı’ndan sonra herkes netti. Avrupa liberalizm, saygı ve insan haklarının kutsallığı maskesini yüzünden çıkardı, Gazze’deki savaş karşıtlarına karşı McCarthyciliği benimsedi. İsrail varlığına öldürme ruhsatı verdiğinde ise Gazze halkına karşı soykırım gerçekleştirmesi için uygun silahları sağladığında ve uluslararası hukuk kurumlarından cezasız kalmasını garanti ettiğinde barbarlığa ve vahşete geri döndü. İsrailliler de gerçek karakterlerini açıkça ortaya koydular ve eski normalleştiriciler olan Mısır ve Ürdün'ün önünde bundan çekinmediler. İsrail, Filistinlileri Gazze'den Sina'ya sürerek kamplarda ikamet ettirip Mısır toplumunun dokusu içinde asimile etmek, ayrıca Filistin kimliğini yok etmek üzere Batı Şeria'dan Ürdün'e kadar sürecek ve bu iki ülkenin itirazı olamayacak. En iyi niyetli plan, Hamas’ın ortadan kaldırılmasından ve Körfez ülkelerinin fonlarıyla İsrail standartları ile Batı gözetimine göre yeniden inşa edildikten sonra Batı Şeria’daki Filistin yönetimininkinden daha kırılgan olacak bir yönetim dayatarak belirli sayıda Filistinliyi Gazze Şeridi’nde tutma planıydı. Ayrıca planın başka bir yönü; Hamas’ın daha da zayıflaması, İsrail ordusunun geçişleri kontrol etmesi ve İsrail’in Gazze Şeridi'nin kimliğini ve Filistinli sakinlerinin kimliğini kaybetmesini sağlamak için buraya yerleştirilmesiydi. Böylece İsrail’in Gazze Şeridi ve Batı Şeria’daki direnişi sona erdirmesini ve sonunda onları Yahudileştirmesini sağlanması, bu bölgelerin kapsamlı bir şekilde temizlenmesinin ardından da Arap ülkelerine devredilmesiydi.
Belki de Filistinlilerin İsrail yerleşimci sömürgeciliği ile onun arkasında olan ve eski sömürgecilik biçiminde yeniden ortaya çıkan Batı sömürgeciliğine karşı direnişiyle, uluslararası güç ve hegemonya sistemine karşı son direniş hareketlerinden biri, hatta sonuncusu sayılabilir. Batılı hükûmetlerin Aksa Tufanı sonrasında kendi ülkelerinde, halklarının ekonomik ve sosyal kazanımlarına saldırmanın yanı sıra kamu özgürlüklerine, fikir özgürlüğüne ve demokrasi fikrine saldırmaları, korona salgınının patlak vermesiyle ve Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle başlattıkları bu saldırının doruk noktasıydı. Ta ki bu ülkeler Batı tarafından genellikle insan hakları ihlalleriyle suçlanan polis devletleri gibi görünene kadar. Aksa Tufanı’ndan önce hiç kimse en korkunç kabusun gerçekleştiğini hayal edecek kadar ileri gidemezdi: Gazze’deki soykırımın kurbanlarına sempati duyulup duyulmadığını araştırmak için vatandaşlarının ve mültecilerin kayıtlarını karıştırmaya başladıklarında bu hükûmetlerin McCarthyciliğe dönüşmesi... Dolayısıyla bu görüşlerin sahibi, İsrail katliamının kurbanlarıyla ilgili bir yazıya duyduğu hayranlığın bir işareti olsa bile antisemitizmle suçlanır hale geldi.
Batı’da, yasak koridorunu kıran ve Gazze’ye yönelik savaşa karşı çıkan gösterilerin ardından Filistinlilere uygulanan adaletsizliğe karşı mücadelenin, Batı halklarının on yıllardır süren mücadelelerinin meyvesi olan siyasi hak ve özgürlükler ile gerilemeye başlayan refah seviyesine yol açan ekonomik ve sosyal kazanımların korunması mücadelesi için bir motivasyon olacağına dair analizler ve beklentiler yayıldı. Geleceğin galip tarafından belirleneceği fikrinden hareketle İsrailliler kazanır ve Gazze’de ertesi gün için planlarını uygularlarsa Gazze’nin çöküşünün Arap bölgesindeki normalleşmiş ya da normalleşmeyi reddeden herkesin çöküşünün bir başlangıcı olması neredeyse kaçınılmaz. Bu, dünyadaki diğer halklar için bir kırılma olacaktır çünkü herkes aynı acımasız otoriter devletlerin kurbanı olacak.