Marwan Kabalan

Marwan Kabalan
Arap Araştırma ve Politika Çalışmaları Merkezi'nde Siyasi Çalışmalar Birimi Direktörü, Körfez ve Arap Yarımadası Çalışmaları Forumu Başkanı ve Doha Lisansüstü Çalışmalar Enstitüsü'nde Diplomatik Çalışmalar ve Uluslararası İşbirliği Program Sorumlusu olarak görev yapmaktadır. Daha önce Suriye'deki Kalamun Üniversitesi'nde Uluslararası İlişkiler ve Diplomasi Fakültesi Dekanı olarak görev yapmıştır. Şam Üniversitesi'nde uluslararası siyaset profesörü ve İngiltere'deki Manchester Üniversitesi'nde Uluslararası Siyaset Bölümü'nde öğretim görevlisiydi.
devamını oku daha az oku New York'taki Columbia Üniversitesi'nde misafir akademisyen olarak bulunmuştur (2007-2008). Bir dizi Arap ve bölgesel araştırma kuruluşu ve enstitüsü için uluslararası ilişkiler konusunda danışman olarak çalışmıştır. Dış politika ve uluslararası ilişkiler konularında Arapça ve İngilizce olarak yayınlanmış çeşitli kitap ve makalelerin yazarıdır: Suriye Dış Politikası ve ABD: Bush'tan Obama'ya; İran-Irak-Suriye: Üçlü Örüntüde Şoklar ve Rekabetler: Şoklar ve Rekabetler.

Lübnan’da İsrail ile Bir Savaş Yaşanmasına İlişkin Olasılıklar Nelerdir? 

Lübnan’da İsrail ile Bir Savaş Yaşanmasına İlişkin Olasılıklar Nelerdir
28 Haziran 2024

Son birkaç haftadır, İsrail ile Hizbullah arasında topyekün bir savaş çıkma ihtimaline dair işaretler arttı. Bu yöne doğru bir kaymayı önlemek için çok sayıda uluslararası kuruluşun yürüttüğü çabaların artması, bu olasılıkların ciddiyetini gösteriyor.   

İsrail’in Lübnan’a yakın bir süreçte saldırı düzenlemeye yönelik operasyonel planlara onay vermesiyle ilgili sızıntılar ışığında, pek çok kişi meseleye sanki bu yaz “savaşın patlak vermesi kaçınılmazmış” gibi yaklaşıyor.  

Öte yandan Gazze’deki savaş sona yaklaşırken, İsrail yeni eğitim yılı başlamadan önce kuzeyden ayrılanları kendi bölgelerine döndürmeye çalışıyor.   

Hizbullah, İsrail’i caydırma veya ona saldırma niyetinde geri adım atma (2006’da olduğu gibi) konusunda yanlış hesaplama olasılıklarını içeren büyük bir ikilemle karşı karşıya kalmış durumda. İsrail ise, Hizbullah’a karşı kapsamlı bir savaş ilan etme konusundaki isteksizliğini açıklayan daha büyük bir ikilemle karşı karşıya gibi görünüyor.   

İsrail, son 50 yılda Lübnan’ı üç kez (1978, 1982 ve 2006) işgal etti ve kendisine yönelik en basit bir tehdide yanıt olarak iki kez (1993 ve 1996) büyük operasyonlar gerçekleştirdi. Ama bu sefer işler farklı görünüyor.  

Savaş kararı İsrail’in elinde ve bunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceği tamamen onun hesaplamalarına bağlı.   

Tel Aviv böyle bir zor karar karşısında, kendisini destekleyen ve dışlayan faktörler arasında gidip geliyor.   

İç ve dış dinamiklerin etkisi 

Savaşı olası kılan faktörlerin bir kısmı ise İsrail’le, yani devletle ilgili. Aynı zamanda bu durum, bir kısmı hükümeti yöneten sağ koalisyonla, bir kısmı yerel, bir diğer kısmı da bölgesel ve uluslararası faktörleri içeriyor.  

Çoğu kişi, bazen abartılı bir şekilde, İsrail’in aldığı tüm kararları Başbakan Binyamin Netanyahu’nun şahsına, onun dar hesaplarına ve iktidardaki koalisyonun ömrünü uzatma arzusuna bağlama eğiliminde.   

Ancak İsrail’de ordu, güvenlik, siyasi düzey ve hatta İsrail toplumu arasında “7 Ekim”den sonra yaşanacak olanların eskisi gibi olmayacağı konusunda bir uzlaşının oluştuğunu unutuyoruz.  

Aksa Tufanı Operasyonu, İsrail’in şu anda sahip olduğu tüm stratejik manzarayı değiştirdi.  

Ayrıca, 1967 savaşından bu yana ilk kez İsrail’in varlığı ve bunun devamlılığına dair gerçek şüpheler var.  

İsrail 7 Ekim 2023’te, kendisini rakiplerinden ayıran ateş gücü ve teknoloji farklılıklarına rağmen, rakiplerinin yeteneklerini ve onunla yüzleşme kararlılığını büyük ölçüde hafife alması sonucu yaşadığı bir gerçeğe uyandı.   

Hamas, Gazze Şeridi’ne yakın kamp ve yerleşim birimlerine büyük bir kolaylıkla girdi.  

İran destekli milisler ve cephesi 

Aksa Tufanı Operasyonu, 1948-1978 yılları arasında Arap ülkelerinin İsrail çevresinde (Camp David Anlaşması’nın imzalanmasıyla) oluşturduğu kordonun yerine yeni bir bölgesel sistemin ortaya çıktığını gösterdi.   

Ancak bu sefer Arap ülkelerinin yerlerini, İran’ın desteklediği milisler ve silahlı örgütler aldı. Hesaplamalarına göre ise İsrail, Gazze cephesine ek olarak şu anda beş cepheyle çevrili. Bunlar; Batı Şeria, Lübnan, Suriye, Irak, Yemen ve hepsinin arkasında İran var. Ayrıca Lübnan, İsrail için en tehlikeli cephe olarak görülüyor.   

ABD istihbaratına göre İsrail için ana tehdit   

ABD istihbaratı, İsrail’in karşı karşıya olduğu ana stratejik tehdidin İran’dan değil, onun en önemli bölgesel kolu olan Hizbullah’tan geldiğini tahmin ediyor.  

Çeşitli tahminlere göre, Hizbullah’ın 150 bine yakın mermi ve füzenin yanı sıra, çoğu son 10 yılda Suriye’deki savaşta deneyim kazanan yaklaşık 30 bin milisi bulunuyor.  

Her ne kadar Hizbullah’ın saflarında, geçtiğimiz aylarda yüzlerce üye ve liderinin öldürülmesine yol açan büyük atılımlar olduğu tahmin edilse de, Lübnan’da bu konuda bir fikir birliğinin olmayışı, büyük bir İsrail saldırısı karşısında Hizbullah’ı zayıflatıyor.  

Ancak Hizbullah yine de ayakta kalarak, bir ay boyunca İsrail’e günde en az beş bin füze yağdırabilir. Bu da İsrail’in kaldıramayacağı insani ve ekonomik kayıplara neden olabilir.  

İsrail’i Hizbullah’a karşı kapsamlı bir cephe açmakta tereddüt etmeye iten temel neden bu olsa da, ona saldırmaya iten de aynı sebep.   

Çünkü İsrail, Gazze Savaşı’nın bitmesinden sonra normal hayata dönemeyecek. Kuzeyden daha büyük askeri yeteneklere sahip yeni bir “7 Ekim” ihtimali varlığını sürdürüyor.   

Bugün İsrail’in Lübnan’a ilişkin davranışını belirleyen ana denklem budur. Hizbullah’ın davranışı da dahil olmak üzere, geri kalan faktörler ise yerel, bölgesel ve uluslararasıdır.  

Bunlar “savaş veya diplomatik çözüm” olan iki olasılıktan birini destekleyen faktörlerdir.   

ABD'nin "Düşman Ekseni"nin En Zayıf Halkası: İran

ABD'nin Düşman Ekseninin En Zayıf Halkası İran
30 Ekim 2024

ABD Başkanı Joe Biden yönetiminin İran politikasını takip eden herkes, son dört yılda İran konusundaki politikalarda meydana gelen değişim karşısında hayrete düşmüş olmalı. 

Biden, Ocak 2021’de göreve başladığında dış politikası Asya’ya odaklanmıştı ve eski Başkan Barack Obama gibi o da Çin’e odaklanmak için Orta Doğu ile “bağını koparmak” zorunda kaldı. 

Obama döneminde bu “bağın koparılması”, Irak’tan çekilme ve İran’ın nükleer programını en az 15 yıl süreyle dondurması için bir anlaşma yapma koşuluna bağlıydı. Bu süre zarfında Washington’ın uluslararası konumunun yanı sıra “terörle savaş” ve 2008’de patlak veren küresel mali kriz nedeniyle tükenen ekonomik, diplomatik ve askeri yeteneklerini yeniden kazanması hedeflendi. 

Biden’a gelince, Orta Doğu ile “bağın koparılması” Afganistan’dan çekilmek ve İran’la nükleer anlaşmaya (ABD eski Başkanı Donald Trump’ın 2018’de çekildiği anlaşma) geri dönmek anlamına geliyordu ki bunlar Çin’i kuşatmak için gerekli olan iki koşuldu.  Ancak işler Biden’ın umduğu gibi gitmedi.  

Obama döneminde, ABD’nin Irak’tan alelacele çekilmesi ve eski Başbakan Nuri El Maliki’yi destekleme politikası IŞİD’in yükselişine yol açtı. Sonrasında ABD, IŞİD’i ortadan kaldırması hedeflenen uluslararası koalisyona liderlik etmek üzere tekrar Orta Doğu’ya dönmek zorunda kaldı ve Çin tekrar göz ardı edildi. 

Körfez’e yönelik bir strateji 

Biden’ın ABD güçlerini Afganistan’dan kaotik bir şekilde çekmesi ise, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i Ukrayna’yı işgal etmeye teşvik eden yanlış sinyaller göndererek, Washington’un bölge ve dünyadaki politikalarını bir kez daha tersine çevirdi. 

Rusya’yı kuşatmak ve Ukrayna’yı işgalinin bedelini ödetmek isteyen Biden, Körfez’deki eski ittifakları yeniden kurmak zorunda kaldı. 

Rakibi olan Trump ile yakın ilişkisi nedeniyle Suudi Arabistan Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ı tecrit etme sözü veren ve Yemen savaşı nedeniyle ülkeye silah ihracatını durduran Biden, Riyad ile arasını düzeltmek durumunda kaldı. 

Başkan Biden önceki kararlarıyla, Suudi Arabistan’ın “OPEC+” formülü kapsamında Rusya ile kurduğu petrol “ittifakını” bozmak ve Rusya’nın petrol ve gazını telafi etmek için Körfez ülkelerinden yardım almak istiyordu. ABD Başkanı bu adımıyla, elbette Körfez ülkelerini Çin’den uzak tutmayı da düşünüyordu. 

Bu değişim, Obama yönetiminde olduğu gibi, Biden’ın da kendisine aynı derecede cömert davranacağını uman İran’ın hoşuna gitmedi. Bu bağlamda, Biden’la anlaşma iddiasında olan eski Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani yönetiminin gitmesi ve dış politikada “Doğuya Yönelme” fikrinde olan İbrahim Reisi yönetiminin iktidara gelmesiyle Tahran’ın politikası değişmeye başladı. 

Ukrayna savaşının patlak vermesiyle birlikte, İran en riskli adımı atmaya ve en büyük küresel iddiaları “Rusya’yı yenmek ve Çin’i zayıflatmak” olan Biden yönetimine meydan okumaya karar verdi. 

Tahran, her ne kadar hiçbir zaman stratejik ittifak sınırına ulaşmamış olsa da Rusya’nın Ukrayna’daki yenilgisinin kendisine olumsuz yansıyacağını ve Washington karşısında konumunu zayıflatacağını görerek, 2022 yazından itibaren gizlice Moskova’ya destek vermeye başladı.    

İran bu çerçevede, Rusya’ya ucuz ama etkili olan silahlı insansız hava araçları (SİHA) ve balistik füzeler sağladı. 

İran'a ait insansız hava araçları depolarından bir görüntü.  

Bu şekilde Batı’ya yaptırım politikasındaki tutumunu değiştirmesi için baskı yapacağını düşünen İran, bunun da ötesinde Rusya-Çin-İran-Kuzey Kore ittifakının netleşeceğini umdu. 

Nihayetinde, Nisan 2024’te Kuzey Koreli üst düzey bir heyet Tahran’a ilk ziyaretini gerçekleştirdi. Ancak öngörülemeyen bir durum olan, Hamas’ın askeri kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları’nın 7 Ekim 2023’te İsrail’e düzenlediği “Aksa Tufanı Operasyonu” hesapları yeniden değiştirdi.  

ABD’nin odak noktası yeniden Orta Doğu oldu  

Washington boş yere çıkmaya çalıştığı Orta Doğu’ya yeniden odaklandı ve İsrail’e büyük destek verdi. 

Bu durum Moskova ve Pekin üzerindeki baskının hafiflemesini, Tahran üzerindeki baskının ise artmasını sağladı. 

Biden yönetimi İran’ın Ukrayna savaşındaki tutumundan memnun değildi ancak yine de Ağustos 2023’te yapılan mahkum takası ve Kuzey Kore bankalarında tutulan 6 milyar dolarlık fonların serbest bırakılmasına yönelik anlaşmanın da gösterdiği gibi, Tahran’ın bunu müzakere pozisyonlarını güçlendirmek için yaptığına inanıyordu. 

Washington’ın bu tutumu, tüm ABD gündemini altüst eden Gazze Savaşı’ndan sonra değişti. Demokrat Partili Biden yönetimi, İsrail’in İran’ı hedef almasına, özellikle de savaşın İran’ın kırılganlığı ve zayıflığını ortaya çıkarmasından sonra daha hoşgörülü yaklaşmaya başladı. 

Sonuç olarak Tahran, bugün Washington’ın “düşmanlarını” içeren eksendeki en zayıf halka haline geldi. Washington, bu zayıf halkayı kırmak için baskı yapmanın Çin, Rusya ve Kuzey Kore’yi zayıflatarak ve teslim olmaya zorlayarak istediği küresel değişime yol açabileceğine ikna olmuş görünüyor. Bu da Biden’ın Gazze, Ukrayna ve Tayvan’daki çatışmaların sonuçları arasında sürekli neden bağlantı kurduğunu açıklıyor. 

Acaba bir sonraki ABD yönetimi bu yaklaşımı sürdürecek mi ve bunda başarılı olabilecek mı? 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.