Modern Orta Doğu tarihi büyük oranda, dışarıdan bölgeye yapılan müdahalelerin ve askeri işgallerin şekillendirdiği bir konjonktürde gelişti. 1789’daki Fransız Devrimi’nin ardından Napolyon’un 1798-1801 yıllarında Mısır ve doğu ticaret yollarını denetim altına almak için bölgeye askeri sefer düzenlemesiyle yeniden başlayan Avrupalıların bölgeye ilgisi 20. yüzyılda artarak sürdü. 1914-18 Birinci Dünya Savaşı’nın önemli muharebe meydanlarına ev sahipliği yapan Orta Doğu bölgesi, 1939-45 yıllarındaki İkinci Dünya Savaşı’nda da Avrupalı güçlerin güç mücadelesine, yıkım ve işgaline uğradı.  

Alman ve İtalyanların bölgeye ilgisi  

Birinci Dünya Savaşı’ndan galip ayrılan İngiltere ve Fransa, Orta Doğu’daki eski Osmanlı toprakları olan bölgeleri kendi aralarında paylaşmış, Napolyon ordusunu yaklaşık bir asır önce Orta Doğu’dan çıkaran İngilizler bu sefer Fransızları yanlarına alarak bölgeyi yönetmeye başlamıştı; işgalciler arasında aslan payı Londra’ya kalsa da Paris de bölgede oldukça etkili bir konuma erişmişti.   

Irak, Mısır ve İran üzerinde doğrudan veya dolaylı bir yönetim kuran İngilizler, Ürdün ve Filistin’de de manda yönetimi kurdu (Irak’taki mandaysa bir seneden az sürdü, ardından Bağdat’ta Londra kontrolünde bir Hâşimî Krallığı tesis edildi). Fransızlara ise Sykes-Picot Anlaşması’yla verilen Suriye ve bugünkü Lübnan toprakları üzerinde manda yönetimi kurma yetkisi tanındı.  

Kıta Avrupa’sında İngilizler ve Fransızlarla yirmi yıl önce yenildiği hesaplaşmaya yeniden girişen Almanlar ve onlara eklenen İtalyanlar, Avrupa’nın hemen her tarafında açılan cephelere ilaveten Orta Doğu’ya özel önem vermiş, İngiltere ve Fransa’nın bölgedeki emperyalist yönetimlerini ve çıkarlarını –yine emperyal bir güdüyle- doğrudan tehdit etmeye yönelmişlerdi.  

Bu dönemde birbirini besleyen ve durumu İngilizler açısından bölgede daha tehlikeli hale getiren dört gelişme aşağı yukarı aynı zamanlarda, son derece kritik ve kader belirleyici 1941 yılında vuku bulmaktaydı:   

-Alman Mareşal Rommel’in ordusu Mısır’a doğru ilerliyordu. 

-Raşid Ali Geylani’nin Alman yanlısı başkaldırısı Irak’ı etkisi altına almıştı. 

-Suriye-Lübnan’da Vichy idaresine bağlı Almanya müttefiki Fransız ordusu bulunuyordu. 

-İran’da Almanlarla tehlikeli yakınlaşma içine giren Rıza Şah yönetimi vardı.  

Mısır’da Alman ilerleyişi ve İngilizlerin karşı koyması  

Alman ve İtalyanların Mısır’a yönelik saldırısı, bölgedeki daha büyük bir planın parçasıydı esasen. 1939-41 yılları arasındaki Alman-İtalyan büyük taarruzunun sonucunda, İtalyanlar Doğu ve Kuzey Afrika’daki Fransız sömürgelerine saldırıp bir kısmını ele geçirmişti. Bilhassa İtalyanların 1940 Haziran’ında Libya’yı ele geçirmesinin ardından Mısır açık bir hedef haline gelmişti. İtalyanlar bu dönemde bir yandan da Doğu Afrika’da Somaliland’ı ele geçirirken, Doğu Avrupa’da Arnavutluk sınırını geçip Yunanistan’a saldırmıştı. 

Doğu Akdeniz’deki mücadelede belirleyici anlardan biri, Kasım 1940’ta İngilizlerin Taranto Muharebesi’nde İtalyanları yenmesi oldu; bunun ardından İngilizlerin Mısır’daki İtalyanlara karşı saldırısı başladı. Şubat 1941’de İtalyanlar Mısır’dan sökülüp atılmıştı. Ardından İtalyan ordusu Libya’da da yenilecek ve Mart 1941’de İtalyanların kuzey Afrika’daki varlığı çok büyük yara alacak, kıtanın doğusundaki topraklarıyla kuzeydeki toprakları arasında bağlantıyı kaybedeceklerdi.  

Ancak Alman Mareşal Erwin Rommel, Mart-Nisan 1941’de Alman-İtalyan birliklerini derleyip toparladı ve İngilizleri mağlubiyete uğrattı. Libya’da kaybedilen tüm toprakları geri alan Rommel Nisan 1941 itibariyle hızla Mısır’a doğru ilerlemekteydi. Bir süre Tobruk merkezli Rommel kuvvetleriyle Müttefikler arasında gel-gitli muharebeler silsilesi yaşansa da nihayetinde 1942 yazında Kahire’ye 90 km mesafedeki el-Âlemeyn Muharebesi’nde Rommel’in büyük taarruzu İngilizlerce durduruldu.   

Rommel, bu yenilgiyle büyük yara alsa da birliklerini tamamen ezdirmeden Tunus’a kadar çekilebilmeyi başardı ve böylece Almanların Mısır üzerinden Orta Doğu’ya nüfuz etmesi önlenmiş oldu. 

Suriye ve Lübnan’da Fransız-İngilizlere karşı Almanlar  

Fransa Naziler karşısında tutunamayıp 1940’ta Paris düşünce, Mareşal Petain liderliğinde Alman işbirlikçisi Vichy rejimi kuruldu. Suriye ve Lübnan da bu süreçte kısa süre içinde Petain yönetimine sadık birliklerin kontrolüne geçti. Bu duruma karşı İngiliz hükümeti ve Paris’teki işbirlikçi Petain hükümetine muhalif General de Gaulle liderliğindeki Özgür Fransa Hareketi, bir dizi diplomatik ve askeri girişim başlattı.  

Bu dönemde Vichy kontrolündeki Doğu Akdeniz sahillerini ve içerideki topraklarını İngilizler ablukaya alınca, bu sefer Suriye ile Lübnan’da kıtlık baş gösterdi ve Fransızlara karşı sokak hareketleriyle büyük huzursuzluklar ortaya çıktı. Nihayetinde bu huzursuzluklar 1946’da Fransız mandasını bitirecek ve Suriye de Lübnan da savaş sonunda bağımsız olacaktı.   

Rommel’in Mısır’ı tehdit ettiği ve İtalyanların Kuzey Afrika’da aldığı önceki yenilgileri telafi ettiği 1941 yazında, İngilizler de bölgede başka bir manevra peşindeydi. Haziran 1941’de İngilizlerin yönetimindeki Avustralyalı, Hint ve de Gaulle’e bağlı Fransız birlikleri Filistin’den girerek, Vichy rejimi kontrolündeki Suriye ve Lübnan’ı işgal etti. Temmuz 1941 başında Irak’taki Geylani birlikleri Suriye’de İngilizleri sıkıştırmak için sınırı geçip saldırı başlatsa da Müttefikler bu saldırıyı püskürttü ve Iraklı kuvvetleri geri çekilmeye zorladı. Vichy birlikleri Temmuz 1941 ortalarında ateşkes müzakerelerine başladı ve birkaç gün sonra da İngilizlere teslim oldu.   

Böylece savaşın Suriye ve Lübnan sahnesi de İngilizler lehine kapanmış oldu. Fakat yenilgiye uğrayan Vichy Fransa’sı gibi, ona hasım de Gaulle yönetimi de Suriye ve Lübnan’ın bağımsızlığına karşı çıkıyordu. Bu yüzden söz konusu iki devletin bağımsızlığı 1941’de hemen gerçekleşmedi, savaş sonrası İngilizlerin zorlamasıyla Fransa bu iki ülkeye bağımsızlık vermek zorunda kalacaktı.  

Irak’ta Alman-İngiliz çatışması  

İngilizler, verdikleri sözü tutmamış ve 1915 Arap İsyanı’nın başındaki Şerif Hüseyin’i “Arapların Büyük Kralı” yapmamıştı ama bunun yerine Şerif’in oğullarını Arap coğrafyasında –küçük ülkelerde ve sınırlı süreyle de olsa- emir ve melikler yaparak vefasını gösterdi. Şerif’in kendisi ve büyük oğlu Ali’ye Hicaz, Abdullah’a Ürdün coğrafyası verilirken, isyanda önemli rol oynayan Faysal’a da –kısa bir Suriye rüyasının ardından- 1921’de Irak Kralı olarak taç giydirildi. Bu tarihten itibaren ülkede yoğun bir İngiliz etkisi görülse de 1930’ların sonunda Iraklı politik elitler arasında Alman-İngiliz rekabeti baş göstermekte gecikmedi.  

1941’e gelindiğinde, Bağdat’ta İtalyan ve Alman nüfuzu tahkim edilmiş, İngiliz karşıtı eski başbakan Raşid Ali Geylani darbeyle iktidarı yeniden ele geçirmiş (ama İngilizlere yakın Hâşimî monarşisini devirmedi), Almanlara dayanarak ülkedeki İngiliz etkisini sınırlamaya çalışıyordu. Almanlara yakın bir pozisyon alan Kudüs Müftüsü Hacı Emin el-Hüseynî’nin de Bağdat’ta ikamet etmesi ve İngiliz aleyhtarı nüfuz alanı yaratmasının da bu politik dengelerde rolü kayda değerdi.  

İngilizlerin savaşın sıkışık şartlarında, Mısır ve Suriye-Lübnan’da olduğu gibi, Irak’ta da Alman-İtalyan askeri nüfuzuna tahammülü yoktu. Ürdün ve Hindistan’dan getirilen takviyelerle İngilizler, Alman ve İtalyanlarca desteklenen Geylani idaresindeki Irak hükümet güçlerinin karşısına çıktı. Geylani yenildi ve ülkeden kaçtı; İngiliz destekli Hâşimî monarşisi yeniden tahkim edildi, Almanların Orta Doğu’da kendilerine müzahir bir Mihver devleti oluşturma hayalleri Irak’ta da çöktü.  

İran’da Alman sempatizanı Rıza Şah’ın devrilmesi  

Savaş sırasında İran hükümdarı Rıza Şah Pehlevî resmen tarafsızlığını deklare etse de 1930’larda Almanlarla bir yakınlaşma içine girmişti, “Aryanlık” ortak paydasındaki Pers-Alman kültürel ve politik ilişkileri bunun somut tezahürüydü. Ancak Müttefikler açısından asıl sorun bu değildi; savaş sırasında Irak’a hâkim olan İngilizler, zor durumda olan Sovyetler Birliği’ne savaş teçhizatı ikmali için İran topraklarını kullanmak niyetindeydi.   

Rıza Şah bu talebi reddedince, Birinci Dünya Savaşı’ndaki senaryo yeniden tekrarlandı; Ağustos 1941’de ülkenin kuzeyi Sovyetler tarafından, güneyi ise İngilizlerce işgal edildi. İngilizler Irak, Mısır ve Suriye’de çatışmaya girdiği Alman-İtalyan rakipleriyle bu sefer İran gibi büyük bir coğrafyada karşı karşıya gelmemek için erken hamle yapmıştı. Rıza Şah işgale karşı direnmedi, müzakereler sonucu oğlu Muhammed Rıza lehine tahttan feragat etti. Önce Mauritius’a, ardından Güney Afrika’ya sürgüne gitti ve bir daha ülkesine dönemedi. İşgal edilen İran’da Alman-İtalyan nüfuzu neredeyse sıfırlandı ve savaş boyunca İngilizlerin hasımlarına darbe indirdikleri coğrafyalar arasına İran da katılmış oldu.  

***  

Savaş sürecinde Orta Doğu’da, Mısır-Libya’daki sınırlı Alman ilerleyişi ve Mareşal Rommel’in taktik kabiliyetleriyle kazandırdığı muvakkat üstünlük haricinde, İngilizler sahaya tam anlamıyla hâkim olmayı başardı. Mısır, Suriye, Lübnan, Irak ve İran gibi Alman-İtalyanlarla nüfuz mücadelesi ve sıcak çatışmaya girdikleri her muharebeyi kazanmayı başardı İngilizler.  

Ancak bu galibiyetlere rağmen savaş bittiğinde Almanlar tamamen diz çökmüşse de İngilizler de süper güçler sahnesinden yavaş yavaş inmeye hazırlanıyordu. Zira savaşın getirdiği yıkımlar, ekonomik kriz, ABD ve Sovyetler gibi yükselen süper güç adaylarının yarattığı politik baskı ve sömürgelerdeki savaş yorgunluğuna eklenen huzursuzluklar Londra açısından savaşı bir Pirus zaferine çevirmekteydi. Soğuk Savaş boyunca İngilizlerin arka planda kalması keyfiyeti, 1953 Ajax Operasyonu ve 1956 Süveyş Krizi gibi ihtilaflarda tebellür etti ve İngilizlerin artık eski rolünde ve süper güçler sahnesinde yer almadığı açıkça görüldü. Alman işgaline uğrayan Fransa da benzer şekilde sahneden inmek ve Orta Doğu’daki nüfuz alanlarından çekilmek zorunda kalacaktı.