Son yıllarda, Ankara ve Suriye rejimi arasında bir diyalog zemini oluşturmak için önemli diplomatik çabalar sarf edilmiştir. 2017'den bu yana bu adımlar, doğrudan veya dolaylı olarak istihbarat, güvenlik veya diplomatik toplantılar aracılığıyla, Astana süreci dahil olmak üzere ve Rusya ile İran’ın aracılığıyla gerçekleştirilmiştir. Bu çabalar çoğu zaman inişler-çıkışlar göstermiş ve yakın bir zamana kadar duraklama noktasına gelmişti. Ancak 2023'te Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Suriye ile ilişkileri normalleştirme yönündeki olumlu yaklaşımı, Türkiye-Suriye ilişkilerinde yeni bir sayfa açılması için umutları yeniden yeşertti.

Bu tarihten itibaren karşılıklı mesajlar iletilmiş ancak Şam’ın, Türk askerlerinin kuzey Suriye'den çekilmesine yönelik Ankara'dan talepleri görüşmeleri tekrar durdurmuştur. Son günlerde Ankara’nın Suriye rejimi ile yeniden diplomatik bir diyalog için çabalarını arttırdığına şahit oluyoruz. Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğindeki siyasi irade ve devlet aklı, şu anın Suriye rejimi ile diyalog için en uygun zaman olduğuna inanmakta ve bu diyaloğun bölgedeki dinamikleri değiştirebileceğini ve bölgesel barış ve istikrara katkıda bulunabileceğini öngörmektedir. Hem Cumhurbaşkanı Erdoğan hem de Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Suriye ile ilişkileri normalleştirme isteklerini dile getirmiş ve Suriye rejimine diyalog çağrısında bulunmuştur. Moskova tarafından yapılan açıklamalara bakılacak olursa, Suriye rejiminin ana destekçisi Rusya da bu fikre ısınmaya başlamış gibi görünse de Esed rejimin diğer bir destekçisi olan İran’ın pozisyonu henüz netlik kazanmamıştır. Ancak Beşar Esad’ın Türk askerlerinin kuzey Suriye’den çekilmesi konusundaki tutumunu yinelemesi, Suriye rejimi ile diyalog kurmanın kolay olmayacağı gerçeğini de aynı zamanda işaret etmektedir.

 

Bu noktada, Suriye savaşının ve 2011’den bu yana yaşanan trajedilerin gerçeklerinin değişmediğini vurgulamak önemlidir. İlişkiler normalleşse bile, tarih yaşanılan olayları, zulümleri ve bunların sorumlularını kaydetmiş ve bu trajedinin unutulması da beklenmemelidir.

İkinci olarak, her ne kadar her iki tarafta da siyasi irade bulunsa da süreç, Ankara’nın Mısır, BAE, Yunanistan ve Ermenistan gibi diğer ülkelerle gerçekleştirdiği normalleşme süreçlerinden çok daha karmaşıktır. Elbette, her durum kendine özgü dinamiklere sahiptir. Yunanistan ve Ermenistan gibi bazı ülkelerle git geller tarihsel faktörlere sahipken, diğerleri üçüncü tarafları içeren daha güncel bölgesel karmaşıklıklara sahip ilişkileri onarmak da her zaman kolay olmayabilir.

Ne var ki Suriye ile ilişkilerin normalleşmesi durumu çok daha karmaşık bir vaka olup, ayrı ayrı ve daha hassas bir şekilde ele alınması gereken çetrefilli ve çok katmanlı bir özelliğe sahiptir. Diğer bir deyişle, siyasi irade ilk adımdır ancak sadece el sıkışmak, diplomatik misyonları yeniden kurmak ve yeni ticaret anlaşmaları yapmak, ilişkileri normalleştirmek için yeterli olmayacaktır.

Uluslararası ilişkilerde sonsuz düşmanlık olamaz

2011 yılından itibaren Suriye’deki istikrarsızlık doğrudan Türkiye’yi etkilemiş, YPG ve DEAŞ terör gruplarından gelen güvenlik tehditleri artmış ve milyonlarca Suriyeli mülteci Türkiye’ye geçmiştir. Ayrıca Türkiye, egemenliğine tehdit oluşturan teröristlerle savaşmak ve uzun süre Suriye rejimine karşı savaşan ılımlı muhalefeti desteklemek amacıyla Suriye’ye askeri müdahalede bulunmuştur.

Sahadaki realiteyi de değerlendirdiğimizde, Rusya, İran ve ABD destekli YPG teröristleri ile diğer milislerin varlığı, normalleşmeyi daha zor hale getirmekte. Nitekim Şam rejimi tek başına hareket etme kabiliyetini çoktan yitirmiş ve normalleşme süreci iki ülke arasındaki basit bir ikili denklemden daha ötede bir karmaşıklıkta ele alınması gerekmektedir.

Tüm bu karmaşık gerçeklere rağmen, mevcut olumlu atmosfer ve siyasi irade önemli ve bölgenin geleceği için umut vericidir. Bölge ve özellikle Türkiye ile Suriye, hem güvenlikle ilgili konular hem de dış politika açısından normalleşmeye mecburdur. Zira uluslararası ilişkilerde her şeye rağmen sonsuz düşmanlık veya sonsuz dostluk yoktur. Aksine, ülkeler çıkarlarını korumak için diğer ülkelerle stratejik ilişkiler kurarlar. 

 

Suriye ve Türkiye, 911 kilometrelik ortak sınırları nedeniyle güvenlik, siyasi, ekonomik, ticari ve sosyo-kültürel nedenlerle birbirleriyle gerilimli ilişkileri ilelebet sürdürebilecek durumda değildir. Dolayısıyla Ankara, bu normalleşmeyi stratejik bir zorunluluk olarak görmektedir. Ancak ilişkileri normalleştirme isteği, Türkiye’nin ev sahipliği yaptığı Suriyeli mülteciler konusundaki pozisyonundan veya YPG’ye karşı tutumundan taviz vereceği anlamına gelmemektedir. Benzer şekilde, normalleşme arayışı sürerken Ankara, Suriye’nin toprak bütünlüğüne olan saygısını yinelemekte ve bu süreçte ılımlı muhalefeti ve Türkiye’ye sığınmış milyonlarca Suriyelinin endişelerini göz ardı etmeyeceğini belirtmektedir.

Normalleşme kolay olmayacak

Bu çerçevede, normalleşmenin ani ve sorunların kolay çözülmesi gibi bir beklenti içine girilmemelidir. Ancak Ankara'nın stratejik çıkarları doğrultusunda normalleşme çabalarının dikkatli ve temkinli bir şekilde sürdürülmesi gerekmektedir. İlaveten, İsrail’in Gazze’deki soykırımı, Ukrayna-Rusya çatışması, ABD seçimlerinin sonuçları ve ABD’nin Suriye’den çekilme olasılığı, İran’ın bölgedeki pozisyonu ve diğer bölgesel konular, Türkiye’nin uzun vadeli çıkarlarını korumak için stratejilerini proaktif bir şekilde hesaplamasını zorunlu kılmaktadır.

Sonuç olarak, normalleşme, Suriyelilerin hem Suriye içinde hem de dışında haklarının korunduğu, güvenli ve gönüllü dönüşlerin sağlandığı ve Ankara’nın kuzey Suriye’deki YPG terörünü ortadan kaldırma konusundaki endişelerinin ele alındığı bir çerçevede anlamlı olacaktır. Bu iki engel kaldırıldıktan sonra, savaş sonrası Suriye’nin devlet olarak kurumsal yapısını ve otoritesinin yeniden yapılanması ve altyapı inşası Suriyeliler için daha kolay hale gelecektir.

Son olarak, yukarıda belirtilen karmaşıklıklar göz önüne alındığında, Ankara-Şam normalleşmesinden hoşnut olmayanların, hem Suriye hem de Türkiye tarafında dezenformasyon yoluyla durumu bir şekilde istismar edebileceği ve bununla birlikte oluşabilecek risklerinde göz ardı edilmemesi gerekiyor. Nitekim geçtiğimiz günlerde Kayseri’de gerçekleşen provokasyonların ve kuzey Suriye’de muhaliflerin kontrolündeki bazı provokasyonların da bu çerçevede değerlendirilmesi gerekmektedir. Siyasi adımlarla birlikte hem istihbarat hem de güvenlik tedbirleriyle bu risklerin minimize edilmesi sürecin hem hızlanması hem de daha sağlıklı ilerlemesi açısından elzemdir.