Ancien Batı Medyası Rejiminin Sonu ve Gazze 

Meryem İlayda Atlas
Gazeteci Meryem İlayda Atlas, Batı medyasının propaganda amaçlı manipülasyonlarını ve sosyal medya platformlarının gerçekliği çarpıtma gücünü Fokus+ için kaleme aldı.
Ancien Batı Medyası Rejiminin Sonu ve Gazze   
06 Eylül 2024

Gazze işgali, son bir senedir kitlesel olarak medyada yürütülen bir mücadeleye de sahne oluyor. Sahadaki gazetecilerin vurulması, yalanlar, dezenformasyonlar, sosyal medya mecralarının Gazze ile ilgili içerikleri sansürlemesi, hakikate erişimde açıkça ayrımcılık ve ırkçılık kitlesel olarak medyanın itibarını zedeliyor ve sorgulatıyor. Belki on yıl evvel profesyonellerin hâkim olduğu Jean Baudrillard, Marshall Mcluhan, Aldoux Huxley gibi düşünürlerin medyaya yönelik eleştirileri adeta vücut buluyor ve bir tek profesyonellerin değil, toplumun her kesiminin “medyada dönen bazı işler” konusundaki farkındalığını artırıyor. 

Sosyal medya kitleleri düşünsel olarak yönlendirene kadar televizyon halkın en önemli bilgi kaynağıydı. Televizyon kanallarında sunulan bilgiler ise, bilginin çeşitlendirilebildiği internet gibi bir mecranın olmadığı vakitlerde, çoğu zaman doğru kabul ediliyordu. Hal böyleyken, medya, neyin doğru neyin yanlış olduğu, neyin etik neyin etik dışı olduğuna karar verebilecek müthiş bir gücü elinde tutuyordu. Bugün mecralar, kaynaklar oldukça çeşitlenmiş olsa da yapay zekâ ile belirlenen öncelikler açısından sosyal medyanın da benzer mutlak bir gücü bulunmakta. Çünkü insanların hakikate erişme hak ve imkânlarını arama motorlarında kullanmak yerine önlerine gelen yapay zekâ seçkisi bilgilerle yetinmeleri bir tüketim alışkanlığına işaret ediyor. Üstelik Gramsci’nin rıza üretimi mekanizmalarına mükemmel bir örneklik teşkil ederek…

 

1991 yılındaki Körfez Savaşı, siyasi tarih açısından önemli olduğu kadar medya tarihi açısından da kritik bir yerde durur. Çünkü bu savaşın kitle iletişim araçları tarafından nasıl verildiği meselesi ile hala günümüzde medya eliyle insan öldürmenin ve savaşın nasıl manipüle edilerek aktarıldığı arasında sıkı bir benzerlik bulunmaktadır. Körfez Savaşı’nı dünyaya aktaran ana mecra CNN International ve Batı basınıydı. Haberlerin tek yönlü akışının gerçekleştiği bu dönemde bilginin de tek kaynaklı olması şaşırtıcı değildi. Bu süreç, basının tarafsızlığının medyatik ajandalarla iyice ortadan kalktığı, teknolojinin üstünlüğünün altının çizildiği ve belki de en çarpıcısı gösterilen imajların gerçek ile kurmacayı birbirine karıştırdığı bir örneklik teşkil etti. 

Savaş sürerken Fransız televizyonlarında görüşlerine en çok yer verilen düşünür olan Jean Baudrillard, Simularklar ve Simülasyon kitabında bir simülasyondan ibaret gördüğü bu vakayı “pornografik bir savaş” olarak değerlendirmiş; savaş ve ölümün, insanların eğlencesi haline geldiğini söylemiştir. Gerçekten de döneme bakıldığında; ekranlarda konuşan silah uzmanları, petrole bulanmış karabataklar, kameraya sıçrayan kanlar ve çatışma görüntüleri insanları gerçeklerden uzaklaştırıp adeta imajın da imajını izler duruma sokmuştu.

Baudrillard’e göre Körfez’deki savaş, ekranları başında bunu izleyenler için bir komando seremonisi gibidir. “İzleyici”, medyanın kendilerine sunduğu bu gösteriyi izlerken günlük yaşantısından (içkisinden, yemeğinden vs.) vazgeçmemiş, iştahını kaybetmemiştir. Bu yüzden, ona göre Körfez Savaşı, anlamın ikinci plana itildiği, gösteri çağının en iyi örneklerinden birisidir. Bu gösteriyi yaşatan ve “müşteri”lerine haber üretmek zorunda olan medya, kuramcı tarafından haberin ahlaksızlık aşaması olarak görülür çünkü savaşın medyadaki yansıması, kitlelerin gösteri istemelerinin tatmin edilmesine yönelik oluşturulmuştur. 

Kendilerine sunulan iletişim teknolojisi sayesinde savaşın birinci dereceden tanığı olduğunu sanan insanlar, aslında ölümü naklen izlemek için televizyon ekranlarının karşısına oturmuş oldular. Oysaki ölümü naklen izleme yönündeki çağrı, savaştan haber alma hakkının karşılığı değildi. Bu bağlamda bilgilendirmeye ve akla değil, duygulara seslenen manipülatif bir medya ortaya çıkmış oldu.

Banliyö isyana hazır mı?

Körfez Savaşı döneminde tek kaynaktan aktarılan bilginin manipüle edilmesinin kolay olduğunu düşünebilirsiniz. Bugün durum farklı mıdır? Medya mecraları alabildiğine çeşitli, teknolojik imkânlar alabildiğine sonsuz iken ana akım anlatıları çeşitlenebilmiş midir? Kısmen evet. Günümüzde ticari ağlarla, finans kaynakları ile baskı altında tutulmak istenen medyalar ve etki alanı yüksek İsrail lobisine rağmen Gazze savaşı iki yönlü olarak ilerlemektedir. Birincisi maalesef Gazze’de yaşanan vahşet, tıpkı Körfez Savaşı’nda olduğu gibi anlamın ikinci plana itildiği gösteri çağının şiddeti şölene dönüştürdüğü ve bundan beslendiği en çarpıcı örneklerinden birisi olarak gözler önünde gerçekleşiyor. Medya tüketicisi olan insanlar bu sefer ölümü televizyondan değil, Instagram’dan naklen izlemektedir. İnsanlık bu akışı eli kolu bağlı izlemekte büyük “baylar ve bayanlar” savaşı önlemekle mükellef uluslararası kurumlarda alakasız konular konuşarak ve yalancıktan birbirlerine çatarak günü kurtarmaktadır. 

 

İkinci olarak Gazze işgali Batı medyasının sonuna işaret etmektedir. Ne kadar kontrol edilse de kullanıcıların eli ve gayretiyle ana akımda gizlenen vahşet çeşitli sansürlemelere ve hassas içerik etiketlemelerine rağmen belli filtreleri delip kitlelere ulaşabilmiştir. Ama bu akış da ana akım medya kuruluşları aracılığıyla değil, Türkiye’den Anadolu Ajansı ve TRT World gibi güçlü içerik üreticilerinin, Al Jazeera gibi sahaya hâkim ve Batı medyasına güçlü alternatif oluşturabilen televizyon kanallarının da itici gücü ve mağdur kullanıcıların gayreti ile dünyaya yayılabilmiştir. Bu yayılma dünya genelinde tepkilere yol açıp Batı medyasının 7 Ekim 2023’ün hemen ardından belirlediği yayın çizgisinde zorunlu sapmalara yol açmıştır. Bu sapma, ana akımdan bir sapmaya da işarettir. 

Dijital teknolojiler ilerledikçe ve medyalar çeşitlendikçe ana akım medyanın hakikatten uzaklaştırıcı gerçeği, insana fütüristtik filmlerde uzaylılar tarafından ele geçirilen şehrin ücra bir banliyöde çıkan isyan ile kurtarılmasına benzer bir his yaşatıyor. 2020 yılında pandeminin çok başında iken New York Times, Guardian, Le Monde aynı gün aynı fotoğrafı kullanarak Sultanahmet Camii’nin ilaçlanmasını koymuşlardı. Bu tarihlerde İtalya ve İspanya’da büyük rezillikler yaşanıyor, Türkiye’de ise henüz bir Covid vakası bilinmiyordu. Bütün bu algılar sebebiyle Türkiye’de de bir kesim pandemide tıpkı İtalya ve İspanya gibi bakımevlerinde kaderine terk edilmiş yaşlılar, hastane önünde kilometrelerce kuyruklar görmek istedi. Henüz hiçbir vakanın görülmediği bir ülkede alınan ilaçlama tedbirini cami ve pandemi ilişkisi ile yayınlamak ise yorgun “Batı hipokrasisi” yazılarının konusu oldu. Bu tarz manipülatif örnekler gün geçtikçe şiddeti ve içeriği artan bir şekilde devam etti. 

Batı’nın ikiyüzlülüğü, “bu nasıl çifte standart” şeklinde vahlanılacak bir konu olmaktan çıkmıştır. Zira bu tarz tutumları YPG’nin Suriye’deki varlığından Ukrayna Savaşı’na onlarca örneklerle çoğaltmak mümkün... Bu durum, düpedüz 21’inci yüzyılın ikinci yarısında belirgin bir şekilde gün yüzüne çıkacak olan Batı’nın evrensellik iddiasındaki kurumlarının tek tek iflasının öncül bir örneğidir. Her alanda bulabileceğimiz bu düşüş, en büyük yatırımların yapıldığı, büyük bütçelerin ve reklam gelirlerinin ayrıldığı medya kuruluşlarının objektiflik ve doğruluk gayretini yitirişinde kendini göstermektedir. İsrail lobisine esir olmuş Batı medyasının düşüşü bütün devasa potansiyeline rağmen dünya çapında “All Eyes on Rafah” postu kadar etkili olamadığı gerçeğinde gizlenmiştir. 

Yapay zekâ, mahremiyet, aleniyet, adalet, şiddet, ayrımcılık, emeğin ve bedenin sömürüsü, toplumsal kaygı gibi birçok açıdan toplumlara yüklemeler yapmaya ve geleneksel medyalardaki kodlar hiyerarşisini çok daha büyük kitlelere nüfuz ettirmeye çalışmaktadır. Sonuç, Türkçe bir Youtube kanalında Filistinli kelimesi otomatik olarak “terörist” şeklinde çevrilebilmektedir. 

Gazze’deki soykırım bizlere medyada ayrımcılığın, ırkçılığın, lobiciliğin açıkça etik kodlar, doğruluk, dürüstlük, tarafsızlık, özerklik, bağımsızlık gibi kriterlerin önüne geçtiğini göstermiştir. İsrail tarafından pervasızca vurularak 500 kişinin şehit edildiği Şifa Hastanesi’nin Hamas tarafından vurulduğunu iddia eden ve İsrail tarafının görüşlerini ertesi gün tek bir ağızdan yayınlayan Batı basınının, İsrail menşeli yalan haberleri servis edip, Gazze’deki soykırımı eşit iki aktörlü bir mücadele gibi anlatması bugüne kadar üzerinde uzlaşılmış gazeteciliğin etik değerleri açısından bir çöküşe işaret etmektedir. Bugüne kadar bu tarz yayınlar ve medyanın insan hakkı ihlalleri, sıradan insanların fark edemeyeceği bir profesyonellik zırhına gizlenmiş bir şekilde yapılıyordu. Bugüne kadar İsrail lobisinin baskısı ve korkusu ile bu tarz etik ihmallerinin bu kadar yüzeye çıktığı ve ilkesel perspektiflerin bu derece göz ardı edildiği görülmemişti.  

 

Sosyolog Zygmunt Bauman’a göre, bir toplumdaki ahlaki kurallar toplumsal açıdan bir kılavuz görevi görür. Evvela bir güven ilişkisi tesis eden bu yol haritası, bireylerin toplumda bir arada huzur içinde yaşayabilmesi ve birbirlerini korku ve endişe olmadan kabul edebilmesi açısından önemlidir. Bauman, toplum içindeki davranışların düzenlenmesi açısından böylesi bir kılavuzun hem şart olduğunu hem de adil olmak ile ciddi bir ilişkisi olduğunu söyler. Yaşadığımız çağ, kılavuzluk iddiasında olanların sunduğu haritaların çalışmadığı bir çağ olmaya eviriliyor. Bu durumda rotanın yeniden oluşturulması gerek. İnsan onuruna yaraşır, adil, eşit, paylaşımcı bir dünya hayali bu yazıda da görüşlerine yer verdiğimiz 20’nci yüzyıl düşünürleri ile kaybolup gidiyor. Hâlbuki kitlelerin nasıl şekillendirileceği meselesi, aydınlanmadan beri modern Avrupa’nın en temel meselelerinden biri ve “Avrupa değerleri” tam da buradan çıkıyordu. 

Günümüzde ise evrensellik iddiasındaki Avrupa değerlerinin işgal ve savaş gibi tarihsel sorumluluklar karşısında cılız bir ses çıkarabildiğini ve adil bir dünya kurmak için elimize bir kılavuz veremediğini artık anlamış bulunuyoruz. Savaşa, adalete, gelir dağılımına evrensel bakmak yerine Batı merkezci bir sistem kurarak tek taraflı sömürgeci zihniyetini aşamayan bir medeniyetin medya aparatları aynı yöntemi izlemektedir. Sosyal medya mecraları uzun zamandır dezenformasyon, nefret suçları, toplumlara negatif kaygı pompalamak, pedofili, fuhuş ve başka suçların önünü açmakla beraber anılıyor. Önümüzde devletlerle sosyal medya şirketleri arasında “toplum sözleşmesi” tadında bir müzakere süreci gözüküyor. Devletler kontrol altına alamadıkları sosyal medya platformları ile işbirliğine giderlerse, demokrasi açısından tarihsel ve kitlesel olarak en büyük yaranın alınabileceği en açıktır. İnsanlar sosyal medyada kullanıcı olmaktan ziyade, iradesini kime teslim ettiğini bilmeden doktrine edilmeyi bekleyecekler. 

Çözümü Batı’dan bekleyerek Batı’nın ikiyüzlülüğü diye hayıflanmak yerine, daha adil bir dünya kurabilmek için gelinen noktayı bir fırsat olarak görmek mümkündür. Büyük reklam ve sermaye işbirlikleri ile baş etmenin imkânı olmayan geleneksel medyalar çökerken, dijital dünyaya akıllıca ve yeterli yatırımı yapabilen Türkiye gibi ülkeler nasıl savunma sanayinde konvansiyonel silahlarla yarışta asla bulamayacakları bir seviyeyi yapay zekâ donanımlı silah sanayine yaptıkları yatırım ile bir sıçramaya dönüştürmüşlerse bu seviyeyi medyada da yakalayabilirler. “Ancien” rejimlerin çöküşü her zaman kötü değildir, elinde daha iyi bir argümanı ve gönlünde daha iyi niyeti ve olanlar için de büyük fırsatlar oluşturabilir.  

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Popüler Haberler
Lübnan'daki Saldırıda Hangi Cihaz Hedef Alındı Tayvanlı Şirketten Açıklama

Lübnan'da Hizbullah üyelerinin kullandığı çağrı cihazlarının eşzamanlı olarak patlatılması sonucunda 8 kişi yaşamını yitirmiş, 2 bin 800'den fazla kişi yaralanmıştı. Uzaktan patlatılan cihazların hangi şirkete ait olduğu merak edilirken, gözler…

Dünyanın En Büyük İHA-SİHA Tedarikçisi Türkiye Oldu

Küresel çapta en çok İHA-SİHA (insansız hava aracı - silahlı insansız hava aracı) ihracatı gerçekleştiren ülke Türkiye olarak açıklandı.

Felsefe Antik Yunan İcadı ve Kültürü Mü 

Doç. Dr. Enis Doko, felsefenin kökenlerine ilişkin tartışmaları ele alarak felsefenin bir Antik Yunan mirası olup olmadığını Fokus+ için kaleme aldı.

ABD Seçimlerinde Gazze Etkisi

ABD'de seçilen ilk Filistinli-Amerikan Eyalet Temsilcisi Ruwa Romman, Gazze'deki saldırıların ardından ABD seçimlerinde yaşanan dönüşümleri ve Demokrat Parti içindeki Filistin yanlısı hareketlerin yükselişini değerlendirdi.

Türkiye, Kritik Yetenekler ve Teknogirişimcileri Çekmek İçin Türkiye Tech Visa Programını Başlatıyor

Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Türkiye Tech Visa Programı'nı başlattıklarını duyurdu. Teknoloji alanındaki "kritik" uzmanlıklara sahip yetenekler ve girişimlere özel olan bu vize programı kapsamında, 3 yıllık çalışma izni gibi imkanlar…