28 Şubat 2024
Filistin halkının yaraları, Siyonist yerleşimci sömürgeciliğinin her türlü işkencesini ve sonu gelmez acılarını çektiği ve halen devam eden 75 yıl öncesine dayanan uzun bir geçmişe sahip. Başlangıç noktası, toprakların asıl sahiplerinden alınması, insanların yerlerinden edilmeleri, katledilmeleri, sürgün edilmeleri, savunmasız bırakılmaları, tutuklanmaları ve ablukaya maruz bırakılmaları, daha nice zulüm ve eziyetin uygulanmasıydı. Ancak son yirmi yıldaki olayların seyriyle birlikte bu trajedideki aslan payını Gazze’deki Filistinliler aldı. Adeta hasat mevsimi gibi yılda bir ya da iki kez savaşlara maruz kaldılar, binlerce Gazzeli can verdi.
Siyonist savaş makinesinin altında kalan yalnızca insanlar değil, ağaçlar ve taşlar dahi ezilip yok edildi. Gazze’de yaşayan Gazzeliler bunları yaşarken, memleketleri dışında kalan gurbetçi Gazzeliler de acıyı ve eziyeti kat kat yaşadı, hem de her zaman, savaşta da barışta da. Binlerce gurbetçi Gazzeli, burada ayrıntılarına giremeyeceğimiz pek çok nedenle Gazze’ye gitmekten korkar hale geldi. Gurbet onlar için zorunlu sürgüne dönüştürüldü. Bu yüzden insanlar korkuya yenik düşüyor, güvenliğinden endişe ediyor, böylece yıllar geçiyor ve belki de durum yakında düzelir de birkaç günlüğüne de olsa memleketimi ziyaret edebilirim diye kendini teselli ediyor. Fakat o yakınlık, bu satırların yazarının durumunda olduğu gibi on yıl boyunca sürebiliyor, belki de nice başka durumlarda on yıllar boyunca sürebiliyor, hele ki şu anda Gazze Şeridi’nde süregelen Siyonist işgal saldırısı söz konusuyken.
Gurbetçi Gazzeliler
Gurbetçi Gazzeli, her taraftan yakıcı alevlerle çevrili bir ateş çemberinin tam ortasında yaşıyor. Maruz kaldığı acıların belki de en ağırı, ateş altındaki insanlarına yardım etmek için gerçek anlamda hiçbir şey yapamaz durumda olması. Bu acizlik tek kelimeyle kahredici. Halkının hayatta kalmasını sağlayan maddi bir yardımı dahi gönderemiyor. Bir telefon görüşmesi yapabilmek bile neredeyse tüm gün bağlantı kurmak için uğraşmaya bağlı. Elinizden düşürmediğiniz cep telefonu size tiksinti veren bir düşmana dönüşüyor. Telefon çaldığında veya bildirim sesini duyduğunda, acı bir haberin gelmesinden duyduğu korkuyla telefona ellerini zorlukla uzatıyor, açarken parmakları titriyor. Keşke çalmasaydı diye iç geçiriyor.
Gazze’nin yarası o kadar büyük ki herkesi sardı, artık her Gazzelinin kendi yarası var. Geçen 7 Ekim günü Kassam Tugayları’nın Gazze’deki İsrail yerleşimlerine karşı gerçekleştirdiği Aksa Tufanı operasyonunun ardından Siyonist işgalin Gazze Şeridi’ne saldırmaya başladığı ilk günden itibaren başım dertte, kalbim acı içinde. Zavallı halkının katledildiğini, soykırıma uğratıldığını, her şeyin yıkıldığını gösteren her resim veya haber bu acıyı depreştiriyor. Zira bu yara, bütün bir Filistin’de de büyük bir yara. Kaderin cilvesine bakın ki bu genel yara, en yakınım, en sevdiğim insanların kaybıyla bilhassa beni de yaralıyor.
“Koca bir aile tümüyle yok olmuştu”
Şehir dışındaydım, bir otel odasında tek başına oturuyordum. Ansızın haberler gelmeye başladı. Dayımın evi vurulmuş, eşi, çocukları ve torunlarıyla tüm aile fertleri şehit düşmüştü. Bir oğlu ve kızından başka geriye hiç kimsesi kalmamıştı. Onlarla birlikte, o an evde olmayan diğer dayımın ailesi de hayatını kaybetmiş, hiç kimsesi kalmamıştı. Koca bir aile tümüyle yok olmuştu. Musibetlerin ilki buydu.
İkinci musibet, ilkinden iki hafta sonra geldi. Teyzelerimin çocuklarından üç genç ve amcamın oğlu şehit düşmüştü. Eşimin ailesi Kudüs hastanesinde kuşatma altında kalmış, çok sayıda dostumuzu, çocukluk arkadaşımızı yitirmiştik.
Üçüncü musibette kız kardeşimin evi hedef alındı. Kız kardeşim, kocası, oğlu, kızı, torunu, gelini, ayrıca kayınbiraderinin tüm ailesi şehit düşmüş, üç yeğenim de yaralanmıştı. Sonradan bana söylediler, öylesine şiddetli bir patlama yaşanmış ki kız kardeşimin bedenini komşu binanın çatısına fırlatmış. Çalışma ofisinde gözyaşlarına boğuldum, o anda yaşadığım üzüntüden dolayı ayakta duramaz oldum, arkadaşlarım tutup destek oldular ve beni eve götürdüler.
Bu musibetlerin her birinde sevdiklerimin yanı sıra nice anılarımı da kaybettiğimi hissettim. Adeta onlar değil, ben ölüyordum. Sonrasında bacımın yasını tutan anacığımla konuştuğumda, sözlerindeki acıyı defalarca hissettim. Nereden bilecekti zavallı anacağım, birkaç gün sonra onu yitirmenin acısını da yaşayacağımı? Gaybı hiç kimse bilemez.
Öylesine donakaldım ve hayata tutunmanın, rızkımı aramanın ve ilim tahsil etmenin işgalciye karşı kararlılık ve dik duruşun simgesi olacağına kendimi ikna ettim. Öyle devam ettim, ta ki korkunç bir kuvvetle kalbime çarpan, nefesimi kesip tüm ağırlığıyla üzerime çöken o yıkıcı darbeyle, o büyük depremle sarsılana kadar. 3 Aralık günüydü. Anneciğimin şehit olduğu haberini aldığımda araç kullanıyordum. Adeta derin ve karanlık bir tünele düştüğümü, bir kuş tarafından kapıldığımı ya da rüzgar tarafından derin bir yere savrulduğumu hissettim. Haber öylesine tez, öylesine detaylıydı ki haber veren kişi şöyle diyordu:
Eviniz bombalandı.
Annen şehit oldu.
Amcanın ailesi de,
Kardeşinin karısı da,
Kardeşinin çocukları da,
Onlarla beraber binadaki herkes,
Annen hala enkaz altında…
Tek nefeste bu kadar kelime kalbime bir kurşun gibi saplandı. Bir anlık da olsa donakalmıştım. Acaba işyerine dönüp bir arkadaşımdan beni eve bırakmasını mı istesem, yoksa henüz haber almamış evdeki eşime ve çocuklarıma yetişmek için sürmeye devam mı etsem, bilemedim. Aynı zamanda Türkiye’deki kızıma, Almanya’daki oğluma destek olmaları için yönlendirebileceğim birilerini de aramam gerekiyordu. Tüm bu zıt yönler arasında eşime destek olmak için eve gitmeyi tercih ettim. Alacağı haberlerden nasıl etkileneceğini biliyordum. Yoldayken babamla tuhaf bir telefon görüşmesi yaptım. Ondan önce konuştuklarımın hepsi konuşamaz haldeydi, olayın telaşesi içindeydi. Yaralıları taşımakla, şehitleri enkaz altından çıkarmakla uğraşıyorlardı. Ama babam başkaydı, sakin bir ses tonuyla bana şöyle dedi:
Sorun yok babacığım,
Annen şehit oldu,
Ahiret yurduna gitti,
Allah yolunda gitti,
Sonra bağlantı kesildi...
Bunun benim babam olduğuna inanamadım, o ki gözyaşlarını tutamaz, şefkatli bir kalbi vardır, dayanamaz. Nereden geldi ona böylesi bir metanet, tam da o acı anında? Allah’tan.
Bu telefon görüşmesi karşısındaki şaşkınlığımın geçmediğini saklamıyorum, ta ki annemden bir gün sonra, sadece bir gün sonra babamın da şehit düşüp bir kez daha anneme kavuşuncaya kadar. Ancak o zaman anladım, babamın o konuşmadaki metanetinin sırrını, şehitliğe hazırlanıyordu.
Babamın şehadet haberini, annemin haberinden daha detaylı bir şekilde öğrendim.
İşgalci Siyonist güçler ablamın evini kuşatıp herkesin dışarı çıkmasını istemişler, ablam ellerini ve alnını göğe kaldırarak dışarı çıkmış. Hain Siyonist keskin nişancı oracıkta vurmuş ablamı. 76 yaşındaki babam ona doğru koşmuş. Cani onu da ablamın yanındayken vurmuş. Evdekiler yanlarına gitmeye çalışmışlar, ama yapamamışlar. Keskin nişancı hepsini vurmak için pusuya yatmış. Sonra duvarda bir delik açmışlar, elleri yanmış yaralılar oradan sürünerek çıkmışlar, tüm ev halkı öyle mucizevi bir şekilde hayatta kalmayı başarmışlar. Fakat şehit olan babam ve ablam birbirlerine sarılmış halde evin içinde kalmışlar. Ben burada şok içinde öylece kalakaldım.
“Allah’ın takdirine teslim oldum”
İtiraf etmeliyim ki babamın şehadetinden sonra üzüntümün bir kısmı ya da çoğu geçti. Çünkü kaderin mesajını okudum, adeta bana annemle babamın tekrar bir araya geldiklerini haber veriyordu. Evet bu doğru, çünkü babamın annem olmadan hayatına nasıl devam edeceğini hiçbir şekilde bilmiyordum.
Allah’ın takdirine teslim oldum. Allah’ın bana bu ağır acıya, beni sabahtan akşama yetim bırakan bu şiddetli depreme dayanma gücü vereceğine ikna oldum. Hayatta kalmaya çalışıyorum, ama düşünceler ve sorular, her yönden beynimi kemirmeye devam ediyor. Şehitlerin görüntüleri, sesleri, birlikte yaşadığımız anılar aklımdan çıkmıyor. Fakat daha zor olanı, onlar şehit düştükten sonraki durumları. Babam ve ablam şehit olduktan sonra evin bir odasında terk edilmişler, üzerlerine kapı kapatılmış. Keskin nişancı korkusuyla ev boşaltılmış. Günlerce o halde kalmışlar. Onları defnedebileceğimiz anı gözlüyordum. Bazı gençler oraya tekrar ulaşmaya çalışmışlar, ama keskin nişancı ikisini vurarak şehit etmiş. Şehadetlerinden tam sekiz gün sonra babam ve ablam defnedilebildi. Hiçbir zaman bir mezar olmayacak bir toprağa apar topar defnetmişler. Savaş bittikten sonra günün birinde başka bir mezarlığa taşınabilecekleri umuduyla beraber şehit oldukları gibi beraber defnedilmişler.
Sonuç olarak, 1948’deki Filistin Nekbe’sinden bu yana olduğu gibi, acı ve kederden kaçış yok. Ancak bunların sebebi olan işgalin ortadan kaldırılması için daha fazla direnmek, daha fazla çalışmak gerek. Filistin’in başına gelen tüm acı, üzüntü ve yasın tek nedeni işgal çünkü. Kişisel açıdan ise acı ve kederden kurtulmak imkansız gibi görünüyor. Yine de rıza ve teslimiyet göstererek ya da Gazze halkından daha büyük musibetlere maruz kalanlara veya tüm mazlumlara, kurban edilen Filistin’e bakılarak hafifletilebilir.