Türkiye, son bir hafta içerisinde uluslararası anlamda iki önemli karara imza atmıştır. Bunlardan ilki, Güney Afrika tarafından Uluslararası Adalet Divanı (UAD)’nda açılan davaya yönelik katılım talebiyken diğeri İsrail ile yapılan ticaretin tamamen sonlandırılması yönündeki karardır. Türkiye’nin bu iki kararının da uluslararası anlamda İsrail’in köşeye sıkıştırılması adına önemli olduğu özellikle belirtilmelidir. Bu çerçevede bilhassa Türkiye’nin Uluslararası Adalet Divanı’nda süren davaya müdahil olma kararı oldukça mühimdir. Bu kararın değerlendirilmesi için sürece en baştan bakmakta fayda bulunmaktadır.  

Bilindiği üzere Güney Afrika, İsrail’in 1948 tarihli “Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi” çerçevesinde Gazze’de soykırım suçunu işlediğini ve bu eylemlerinden sorumlu olduğunu belirterek İsrail’in bu eylemlerini sonlandırmasını sağlama amacı başta olmak üzere bu yönde tedbirler alınması için UAD’a başvurmuş, İsrail aleyhine bir dava açmıştır. Esasen Türkiye dahil olmak üzere BM üyesi devletler, açılan bu davaya davanın açıldığı andan itibaren katılabilmeleri mümkündür. Bu durum, davaya taraf olmamakla birlikte Güney Afrika’nın yanında davaya müdahil olmayı ifade eder. Bu davaya şu ana kadar iki devlet katılım talebinde bulunduğunu dikkate almak gerekir. Bu devletlerden biri Nikaragua iken diğeri Kolombiya’dır. İşte Türkiye’nin davaya müdahil olma yönündeki kararı, bu açıdan ayrı bir özellik arz etmektedir. Zira Türkiye, dünyada davaya katılım talebinde bulunacak üçüncü devlet, İslam İş birliği Teşkilatı’nın ise ilk üye devleti olacaktır.  

Uluslararası Adalet Divanı’na göre müdahillik süreci 

Kuşkusuz ki Türkiye’nin bu kararının hem hukuki hem de siyasi sonuçları gündeme gelecektir. Her şeyden önce uluslararası alanda Türkiye’nin davaya katılım iradesi, birçok devletin bu yönde adım atması sonucunu beraberinde getirebilecek, bu sayede davaya katılan devlet sayısı artacaktır. Elbette bu netice, İsrail’in Gazze’de işlediği başta soykırım olmak üzere uluslararası suçları işlediğini dile getiren uluslararası camianın İsrail’e karşı insan haklarının ihlal edildiği yönündeki söyleminin artık ciddi anlamda eyleme geçmesi, cılız seslerin bir araya gelip güçlü bir karşı duruş olarak tezahür etmesi anlamına gelecektir. Bu da Divan’ın alacağı kararlarda İsrail aleyhine ve fakat uluslararası insan hakları lehine muhakkak kuvvetli bir etki oluşturacaktır.  

Bir davaya müdahil olma, UAD Statüsü madde 62 ya da madde 63 çerçevesinde olabilir. Statü’nün 62’nci maddesine göre müdahil olma, devletin bizzat kendi talebiyle olur. Bu katılım şeklinde devlet, mevcut davada kendisi bakımından hukuki nitelikte bir menfaatin bulunduğunu görürse davaya katılmak amacıyla Divan’a başvurur, Divan devletin bu talebini değerlendirir. Bu müdahil olma şeklinde Divan’a başvuran Devlet, davadaki karardan etkilenebileceğini düşündüğü hukukî menfaatini, müdahalenin tam olarak neye ilişkin olduğunu belirtip taraf devletlerden biri ile arasında ihtilaf olduğunu göstermelidir. Bu açıdan madde 62’ye göre yapılacak müdahil olma şekli biraz zordur ve Divan’ın bu konudaki kararına bağlıdır. Davaya diğer müdahil olma şekli ise Statü’nün 63’üncü maddesine göre davaya taraf devletler dışındaki devletlerin de katıldığı bir antlaşmanın yorumlanması söz konusu ise Divan tarafından bu devletlere durum bildirilir ve devletler müdahil olmaya davet edilirler. Kendisine duyuruda bulunulan her devlet, yargı sürecine katılma hakkına sahiptir. Türkiye’nin davaya müdahil olma durumu, madde 62’ye ya da madde 63’e göre söz konusu olacaktır. Buna Türk hükümeti karar verecektir, fakat benim kanaatim, müdahillik durumunun madde 63’e göre olacağı yönündedir. Bunun hukuki sonucu, Türkiye’nin artık tıpkı Güney Afrika gibi kendi hukuk ekibiyle davaya yazılı dilekçe sunmasının ve duruşmada sözlü sunum yapabilmesinin mümkün olmasıdır. Türkiye, İsrail’in Gazze’de işlediği soykırım suçuna ilişkin birçok delile sahip nadir ülkelerden biri olarak bu delilleri doğrudan mahkemeye sunabilme ve İsrail aleyhine duruşmada beyanda bulunabilme hakkına sahip olacaktır ki bu hem tarihsel açıdan hem de uluslararası hukuk açısından oldukça önemlidir.  

Uluslararası baskılar ve Türkiye’nin rolü 

Gerçek şu ki UAD, Güney Afrika’nın açtığı davada beklenene göre daha iyi bir görüntü vermiştir. Nitekim Divan, İsrail aleyhine bazı tedbirlere hükmettikten bir müddet sonra yine Güney Afrika’nın talebi doğrultusunda ikinci kez, ek tedbirler alınması yönünde karar vermiştir. Şunu özellikle vurgulamak gerekir ki gerek UAD gerekse Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) yetkilileri, savcı ve hakimler, uluslararası alanda baskı altında olan kişilerdir. Nitekim UCM savcıları ve hakimleri aleyhinde ABD, Rusya gibi devletlerin aldığı bazı kararlar bulunmaktadır. Keza İsrail, sürekli olarak savcılar ve hakimler üzerinde benzer kararları alacaklarına dair tehditler yöneltmektedir. Dolayısıyla bu şartlar altında UAD’e ne kadar ülke müdahil olursa, UAD yetkili hakimleri de o derece uluslararası alanda kendilerine olan desteği görecekler ve almak istedikleri kararları çok daha rahat bir şekilde verebileceklerdir. Bu husus, UCM’de kendisini çok daha fazla göstermektedir. Kanaatime göre bu uluslararası baskılar, ancak bu şekilde bertaraf edilebilir ki Türk hükümeti de bu yönde önemli bir adım atma kararı almıştır. Tüm bunların yanında uluslararası anlamda İsrail üzerinde hukuki baskıların artmasıyla İsrail’in devam eden saldırıları da daha hızlı bir şekilde sonlanabilecek, Gazze’nin yeniden inşa süreci başlayacaktır. Bu çerçevede dileriz Türkiye’nin bu kararı ile birçok ülke art arda müdahil olma kararı alır.