08 Temmuz 2024
28 Haziran 2024’te İran halkı 9. cumhurbaşkanını seçmek için sandıklara gitti ve yüzde 40 civarındaki katılım oranı ile 1979’deki İran Devrimi’nden bu yana en düşük katılımın olduğu bir seçim olarak tarihe geçti. İlk turda, Reformcu çizgide yer aldığı iddia edilen Tebriz milletvekili ve Muhammed Hatemi döneminin Sağlık Bakanı olan Mesud Pezeşkiyan seçimi önde götürmesine rağmen, yüzde 50’yi aşan bir oy oranı alamadığı için seçimler ikinci tura kaldı. İran, 9. Cumhurbaşkanı’nı 5 Haziran 2024’te yapılan ikinci tur ile belirledi ve Pezeşkiyan İran’ın yeni Cumhurbaşkanı oldu.
Medyada, ikinci tura kalmış olan Mesud Pezeşkiyân ile Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi eski Genel Sekreteri ve eski Nükleer Görüşmeler Başmüzakerecisi Said Celili ile ilgili portre yazıları doğal olarak yer iştigal etti. İran tarihinde şaibeli-en azından şimdilik- bir helikopter kazası ile 19 Mayıs 2024’te Doğu Azerbaycan eyaletine yakın dağlık ve ormanlık bir alanda yaşamını yitiren ve 2021’de İran’ın 8. cumhurbaşkanı olan İbrahim Reisi, nasıl cumhurbaşkanlığı süreci geçirdi ve bu makama geçmeden önce nasıl bir seyir ile İran siyasi elitleri arasında yer aldı?
Reisi’nin eğitimi ve ailesi
2021’de İran’ın 8. Cumhurbaşkanı seçilen İbrahim Reisu’l Sâdâtî, 14 Aralık 1960’da İran'ın ikinci büyük şehri ve ülkenin en kutsal Şii türbesine ev sahipliği yapan Meşhed'de dünyaya geldi. Babası Seyid Hacı, Meşhed çevresinde tanınan bir din adamıydı. Reisi daha 5 yaşında iken babasını kaybetti ve adeta onun izinden giderek kendisi de din adamı profiline sahip biri olmak için yoğun bir dini eğitimden geçti. Cevadiye İlkokulu’nda öğrenimini tamamladıktan sonra Kum İlmiye Havzası’nda ilahiyat bölümü okudu. Kum’daki Şii medreselerinde uzun yıllar dini bir eğitim almasının dışında, Ayetullah Humeyni ve Ayetullah Murtaza Mutahhari’nin de rahlesinden geçti. Dini eğitiminin sonunda Hüccet’ül-İslam (Ayetullah sıfatının bir alt mertebesi) ünvanını aldı.
Kum İlahiyat Okulu; 20. yüzyılın başlarında Ayetullahuzma Abdulkerim Heiri Yezdi tarafından kurulan İran'ın en büyük İslami ilahiyat okuludur. Bu okulda Şiiliğin Caferi damarından Usuli âlimler yetiştirilir. Kum ilahiyat okulu bu özelliğinin dışında bir hukuk fakültesi olarak da faaliyet göstermektedir. Bilindiği gibi Reisi’nin hukukçu olup olmadığı iddiaları medyada çokça yer aldı. İran’da yargı erkindeki tüm hâkimlerin İslam hukuku eğitimi almış olması gerektiğini bir not olarak belirtmekte fayda var.
Dini eğitim hayatını Kum’daki Şii medreselerinde bitiren İbrahim Reisi, Ali Hamaney gibi kendisi de üniversite öğrenimini Şehid Mutahhari Üniversitesinde bitirdi. Reisi’nin savcı ve başsavcı olarak görev yaptığı İran şehirleri ile cumhurbaşkanı olmadan önce ülkenin en yüksek yargı makamı olarak 2019 yılında Ali Hamaney tarafından atandığı Yargı Erki Başkanı olduğunda da hukuk eğitimi alıp-almadığı hep tartışıldı. Kendisi Şehit Mutahhari Üniversitesinde özel hukuk alanında eğitim gördüğü gibi bu alanda da doktorasını tamamladığı üniversite kayıtlarında yazıldı, çizildi. Reisi’nin hukuk eğitimini almadığı iddiaları medyada yer alsa da kendisi bir televizyon tartışmasında hukuk eğitimini aldığını belirterek adeta tartışmalara son noktayı koydu.
Reisi'nin eşi Cemile Alam el-Huda, Tahran'daki Şehid Beheşti Üniversitesinde Eğitim Bilimleri ve Psikoloji Yüksekokulunda akademisyen olup, medyada pek az görünmektedir. İki yetişkin kızı olan Reisi’nin kızlarından biri fizik alanında üniversite eğitimini tamamlamıştır. Kayınpederi, Meşhed'deki Cuma imamı Ayetullah Ahmed Alam el-Huda’dır. Ahmed Alam el-Huda, Meşhed çevresinde etkili bir âlim olup, Horasan Razavi eyaletinde Hamaney'i temsil eden ve 8. Şii imamı İmam Rıza'nın türbesinin koruyucusu olan bir şahsiyettir. İran’ın siyasi ve dini elitleri arasında kudretli bir yapıya sahip bir kişiliktir Ahmed Alam el-Huda.
Reisi’nin yargı ve bürokraside yükselişi
Reisi, üniversite eğitimini bitirdikten sonra, 21 yaşındayken İran’ın Kerec şehrinde savcı olarak göreve başlar ve aynı zamanda Hemedan şehrine de savcı olarak atanır. 1985’te ise Tahran’da savcı yardımcılığı görevinde bulunur. Yargı ve bürokrasi mekanizmalarındaki yükselişi dikkat çekicidir. Tahran savcı yardımcılığı görevinden 2021’de seçildiği Cumhurbaşkanlığı dönemine kadar yer aldığı neredeyse tüm konumlarda; Hamaney’in en yakınındaki isim olması ve aynı üniversitede okumuş olmaları önemli bir faktördür. Ancak İran İslam Devrimi için yürüttüğü devrim faaliyetleri, Şah karşıtı protestolardaki rolü, Humeyni çizgisindeki bir İran İslam Devleti’nin şekillenmesi için verdiği mücadele, yine Humeyni çizgisinde şekillenen ideolojik motivasyonunun da etkili olduğunu söylemek abartı olmaz.
Hem İran Devrimi’nde aktif rol alması hem de devrim sonrası şekillenen devletin ideolojik tahkiminde katkısı olan bir figürün doğal olarak rejimin kudretli aktörleri tarafından sahiplenilmesi beklenir. Bundan olsa gerek; Reisi 1994-2004 yılları arasında İran Devlet Denetleme Kurulu Başkanlığı görevinde bulunur. 2007-2016 yılları arasında Güney Horasan Eyaleti Uzmanlar Meclisi Üyesi olan Reisi; sonradan İran Başsavcısı ve 2019 yılında da İran Yargı Erki Başkanı görevlerinde bulunur. Yargıdaki en yüksek makam olan bu statüye Ali Hamaney, eski Yargı Başkanı Sadık Laricani’yi görevden alarak Düzenin Maslahatını Teşhis Konseyi Başkanlığına getirilmesi ile gerçekleştirir. Laricani’nin bu göreve getirilmesinden sonra da Reisi, Laricani hakkında yolsuzluklar olduğu gerekçesiyle soruşturma başlatır.
Reisi’nin devlet kademelerindeki yükselişine ve tercih edilmesine en güzel örnek; İran’ın en büyük bütçeli vakfı olan ve atama yetkisi sadece dini lider tarafından gerçekleştirilen Meşhed’teki İmam Rıza Türbesi Külliye Vakfı’na 2016 yılında atanmasıdır. Bilindiği gibi Reisi’nin 23 Mayıs 2024’teki defni, İmam Rıza Türbesi’ne gerçekleşmişti.
1988’deki toplu idam ve yargılamalardaki rolü
Reisi’nin 64 yıllık ömründe en fazla suçlandığı, insan hakları örgütleri ve medya tarafından “ölüm komitesi” içinde yer almakla nitelendirilen durumu, 1988 yılında muhaliflere yönelik toplu idamlarda oynadığı rolüydü. 79’daki İran İslam Devrimi’ne karşıt olan ve İran-Irak savaşı süresince İran’ı zayıflatmak ve mümkünse yeni müesses nizamı devirmek için Irak topraklarından şiddet ve terör saldırısı yapan Halkın Mücahitleri Örgütü (HMÖ) üyeleri başta olmak üzere Fedâiyân-ı Halk ve İran Tudeh Partisi (Komünist Parti) destekçilerine yönelik bu yargılama, işkence ve idamlar, İmam Humeyni’nin talimatlarıyla dört kişilik bir heyet tarafından gerçekleştirildi. Zikredilen örgütlerin dışında Kürt gruplarının egemen olduğu Lorestan, Semnan ve Kirmanşah’taki isyana katılanlar ve burada yeni müesses nizama karşı silahlı eylem ve terör faaliyetlerini düzenleyenlere de benzer işkenceler, kötü muamele ve idamlar uygulandı.
Humeyni’nin halefi olarak görülen Hüseyin Ali Muntazeri, 1988’de bu hukuksuz uygulamalara karşı çıktı ve İran İslam Cumhuriyeti’nin tarihindeki en büyük suç olduğunu belirtmekten geri durmadı. Bu çıkışları sonrasında Muntazeri hem görevinden oldu hem de olası dini liderlik makamına Ali Hamaney geçti, sonrasında da Muntazeri ev hapsine alındı. Ancak Muntazeri’nin basın ofisi, 2016 yılında 1988’deki yargılama ve idam heyeti ile Ayetullah Muntazeri’nin görüşmelerini içeren ses kaydını basına sızdırdı ve bu ses kaydında açıkça İmam Humeyni’nin talimatlarıyla hareket eden dört kişilik heyetin içinde Reisi’nin de olduğu böylece netleşmiş oldu. Reisi’nin en çok eleştiri alması ve kötücül görülmesinde, Muntazeri ve ekibinin bu çıkışı çok etkili oldu.
Yüz binlerce siyasi tutuklunun hapishanelerde tutulduğu, işkence ve kötü muameleye maruz kaldığı 1988 yılında, insan hakları örgütleri tarafından idam edilenlerin sayısı 5 binden fazla olarak belirtilirken, Muntazeri’nin basın ofisi bu sayının 2 bin 800 ila 3 bin 800 arasında olduğunu dillendirdi.
Sayı her ne kadar olursa olsun şu iki gerçek maddi delilerle vuku bulmuştu artık; birincisi, Halkın Mücahitleri Örgütü başta olmak üzere Kürt ve sol grup üyelerinin on binlercesi işkence gördü, gözaltında kayboldu, kötü muameleye maruz kaldı ve idam edildi. İkincisi ise, Iran-Irak savaşının muhaliflerce bir fırsat olarak görülmesiyle devireceklerini düşündükleri yeni müesses nizama karşı başlatılan bombalamalar, kaos, kitlesel protestolar, suikastlar ki bunlardan biri de İran İslam Devrimi’nin ideologlarından Murtaza Mutahhari’nin bir suikastla katledilmesiydi.
Reisi’ye 2021’de bu yargılama ve idamlar ile ilgili iddia edilen rolü sorulduğunda her zaman insan haklarını savunduğunu belirtmekle beraber AFP’ye şunları da söylemekten geri durmadı: "Eğer bir savcı insanların haklarını ve toplumun güvenliğini savunuyorsa onu onurlandırmak ve övmek gerekir. Nerede olursam olayım güvenliği ve refahı savunan bir başsavcı olmaktan gurur duyuyorum."
Reisi ve 2021 cumhurbaşkanlığı seçimi
2021’de İran’da yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin en güçlü adayı İbrahim Reisi ve Hasan Ruhani idi. Seçim sonucunda Reisi oyların yüzde 62’sini aldı ve İran’ın 8. Cumhurbaşkanı oldu. Seçime katılım oranı ise yüzde 48,8’de kaldı. 2021 tarihi itibariyle, İran İslam Devrimi’nin gerçekleştiği 1979 yılından beri en düşük katılımlı bir seçimdi. Tahran’da seçimlere katılım oranı ise yüzde 26 gibi daha bir düşük oranda seyretmişti.
Seçimlere katılımdaki düşüşün en büyük nedeni; Anayasayı Koruyucular Konseyi’nin seçimlere başvuran adayları haksız bir şekilde elemesi ve seçimleri İbrahim Reisi’nin kazanacağı şekilde dizayn etmesi oldu. Bu durum 28 Haziran 2024 seçimleri öncesinde de yaşandı ve 80 adaydan Anayasayı Koruyucular Konseyi 74 kişiyi eledi ve seçimlere altı aday ancak girebildi.
2021’deki seçimde birçok muhalif isim ve kimi muhafazakâr adaylar (Mahmud Ahmedinejat gibi) söz konusu konsey tarafından adeta diskalifiye edilmişti. Bu da doğal olarak seçimlerin meşruiyetini tartışmaya açmış olsa da Reisi 2021’den helikopter kazasıyla vefat edinceye kadar seçime gölge düşüren bu gerçekliğe rağmen cumhurbaşkanlığını sürdürdü. Hamaney’in kendisinden sonra halef olarak düşündüğü muhtemel en güçlü sima olarak Reisi’nin bir nevi cumhurbaşkanlığı makamıyla kazanacağı deneyim, tanınırlık ve teveccüh sonrası dini liderlik için tasarlanması, yabana atılmaması gereken bir okuma şekli olsa gerek.
Reisi’nin 2021-2024 yılları arasındaki cumhurbaşkanlığı performansına dair şunlar söylenebilir; Reisi seçim öncesi mitinglerde yolsuzlukla mücadeleye kendini adayacağını sıklıkla dile getirdi. Ancak kimi irili ufaklı adımları dışında uzun yıllardır ülkede var olan bu kronik soruna yönelik ciddi bir neşter çekemedi ve mitinglerde söylediği retorik, havada kaldı. Reisi’nin 2021 cumhurbaşkanlığı adaylığını açıkladığında vurguladığı “ülkenin üst yönetiminde değişiklik yapmak, yoksulluk, yolsuzluk, aşağılama ve ayrımcılıkla mücadele etmek için bağımsız olarak sahneye çıkıyorum” açıklaması ise boş bir vaatten öteye gidemedi. Zira yoksulluk ve ekonomik krizin İran halkı üzerindeki etkisi Trump’ın nükleer anlaşmadan çekilmesi ve sonrasında uyguladığı ağır ekonomik yaptırımlar yüzünden daha da derinleşti. Bu derinleşme, yoksulluğu ve yolsuzluğu azaltma hedefi taşıyan Reisi’yi hedefinden mahrum etti. Ülkenin üst yönetiminde değişiklik vaadi ise oldukça sınırlı kaldı. 2024 cumhurbaşkanlığı seçimine girerken de yoksulluk ve yolsuzluk İran’ın en kronik sorunların başında gelmeye devam etti.
Reisi’nin tüm zorluklara rağmen, sade ve mütevazı hayatı, her hafta cuma günleri ülkenin bir eyaletine yaptığı ziyaretlerde halkla iç içe olması, toplum nezdinde sevilmesinde oldukça etkili oldu. Bundan olsa gerek; sadece doğup büyüdüğü Meşhed’te değil Tebriz ve Tahran’daki cenaze törenleri de oldukça yoğun ve kitleseldi.
Mahsa Amini protestolarındaki tutumu
Reisi’ye yapılan en büyük ikinci eleştiri oku ise; İranlı bir Kürt olan Mahsa Amini’nin başörtüsü kuralını ihlal ettiği gerekçesiyle gözaltına alındıktan üç gün sonra kalp krizinden hayatını kaybetmesi ile başlayan protestolara ilişkin tutumu idi. 13 Eylül 2022’de Tahran’da karakola götürülen Amini için muhalifler gözaltındayken dövüldüğünü ve kötü muameleye maruz kaldığını ileri sürerken, İran devleti bu iddiaları reddetti ve Amini’nin kalp krizi sonrası hayatını kaybettiğini belirtti.
Bu açıklamalardan ortaya şu iki gerçeklik çıkmaktaydı; birincisi Amini’nin gözaltına alındığı, ikincisi ise gözaltı sonrası hayatını kaybettiği idi. Bu iki gerçeklik, İran’da aylarca sürecek kitlesel protestoları, zaman zaman da vandalizme varan eylemlere yönelik meşruiyetin olup olmadığını anlamak için olayın üzerinde biraz daha kazı çalışması yapılmasını gerektirmekte. Zira 1979 İran İslam Devrimi’nden beri karşılaşılan en büyük kitlesel protestoların başında geliyordu Mahsa Amini protestoları.
Mahsa Amini’nin gözaltına alınması, karakolda yaşadığı belki de korku ve hissettiği baskı hali kendisinin kalbine muhtemeldir ki bir basınç oluşturmuş olsa gerek, en azından İran devletinin argümanı olan kalp rahatsızlığından ölümüne yol açtığı, ihtimal dışı olmasa gerek. Gözaltına alınan, polis arabasına bindirilen, karakola götürülen sıradan bir İran vatandaşının korku duymaması, baskı görmemesi veya en azından psikolojik gerilim yaşamaması düşünülemez. Amini’nin yaşamış olması muhtemel travma, korku, stres, panik, tedirginlik, gerilim hali Amini’nin vefatına giden yolu güçlü bir ihtimalle döşemiş olmalıdır. Darp iddiaları ve kötü muamele görmüş olması halinde ise bu bahse konu olan duygu ve psikolojik olumsuzluklar, Amini’yi daha bir derinden etkilemiştir.
Birleşmiş Milletler; protestolar sonucunda 551 eylemcinin güvenlik güçleri tarafından öldürüldüğünü, 20 binden fazla kişinin gözaltına alındığını ve dokuz kişinin idam edildiğini kamuoyuna deklare etti. İran İslam Cumhuriyeti ise protestolar süresince 75 güvenlik görevlisinin öldürüldüğünü ve binlercesinin yaralandığını dile getirdi.
Mahsa Amini’nin ölümüne yönelik İran’ın neredeyse çoğu şehirlerinde gösterilen tepkiler uzunca sürdü ve oldukça da kitleseldi. Barışçıl gösteriler kadar, Ayetullahların dini kurumlarından bankalara, okullardan karakollara kadar birçok mekân taşlandı, yakıldı, yağmalandı, kundaklandı ve tahribata uğratıldı. Barışçıl gösteriler trafiği tıkamaktan tutun ateş yakmalara ve yolda görülen devrim yanlısı polis, besic ve mollara fiziksel müdahaleye ve yer yer öldürmelere de yol açtı. İran’da başlayan “Kadın, Yaşam ve Özgürlük” sloganları kısa sürede dünyada da yankı buldu ve Türkiye’de de başta kadın hareketi olmak üzere kitlesel gösterilere sahne oldu.
Tüm bu protestolar karşısında Reisi’nin tutumu öncelikle kararlı bir şekilde mücadele etme, şiddeti bastırma ve protestoları dindirme şeklindeydi. İlerleyen haftalarda Reisi, gösteriler ile kamu düzeni ve güvenliğinin tehdit edilmesi arasında ayrım yapılması gerektiğini ifade eden daha yumuşak bir yola girdi. Kamu güvenliğini ve düzenini bozan göstericilere karşı sertlik yanlısı tutum alırken, gösteri veya barışçıl protestoları ise anlamak gerektiğine ve bu kişilerle görüşülüp konuşulacağına yönelik demeçler verdi. Tüm bu açıklamalarına rağmen yüzlerce gösterici kolluk güçlerince öldürüldü.
Reisi, 64 yıllık ömründe İran’in dini ve siyasal spektrumunda radikal muhafazakâr olarak tanımlanan, hukukçu ve sade hayatıyla tebarüz etmiş bir sima, İran İslam Devrimi’ne bağlı bir bürokrat, devrim için muhalifleri tasfiye etmekten çekinmeyen bir yargıç, Muhammed Hatemi ile Mahmud Ahmedinejat skalasında dengeci bir devlet adamı profili olarak İran tarihinde yer edindi. İran’ın dış politikasında ise Hatemi, Rafsancani ve Ruhani dönemi gibi dış dünyayla diyalog ve açılımcı bir hat izlemeyen, Hamaney’in dış politika paradigmasına bağlı bir tutum ile cumhurbaşkanlığı sürecini geçirdi.
Bu süreçte İran tarihinde bir ilk olarak şu yaşandı; İsrail’in gerçekleştirdiği saldırılara karşı İran ilk defa İsrail topraklarına bir askeri saldırı gerçekleştirdi. Belki de bu 79’daki İran İslam Devrimi’nden beri yaşanılan en önemli kırılma olaylarından biri olarak Reisi döneminde tarihe geçti.