Nuray Mert

Nuray_Mert-2 (1).jpg
1960 Trabzon doğumlu. Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Tarih Bölümleri’nde lisans eğitimi alan Mert, aynı üniversitenin Tarih Bölümü’nde yüksek lisansını (Prens Sabahaddin ve Terakki Mecmuası), Siyaset Bilimi Bölümü’nde de doktorasını (Erken Cumhuriyet Döneminde Laik Düşünce) tamamladı.

Trump Kazandı, Peki Kimler Kaybetti?

Trump Kazandı, Peki Kimler Kaybetti
06 Kasım 2024

Trump’ın başkanlık seçimini kazanması hiç de şaşırtıcı değil, asıl şaşırtıcı olan ABD’li Demokratların gelmekte olanı görmemeleri oldu. Trump’a demediklerini bırakmadılar, kısmen haklı kısmen son derece haksızdılar. Doğrusu, Trump, dünyanın her yanında bizim gibi okumuş - yazmış, zevkleri gelişmiş insanlar için, itici ve görüşleri kabul edilebilir bir portre değil. Ama işin sırrı da burada. Tüm dünyada, her şeyin doğrusunu ben bilirim deyip, toplumun geri kalanı ile bağını koparmış, dahası geri kalanı küçümseyenlere karşı büyük bir tepki var. Kuşkusuz Trump bir halk kahramanı değil, olamaz ama durduk yerde adamı kahraman yaptılar.

Kuşkusuz mesele bundan ibaret değil. Konu sadece kültürel ayrışma değil, işin ekonomik boyutu da önemli. Ekonomik küreselleşme bir süredir, güçlü Batı ekonomilerini de zorlar hale gelmişti. Nitekim, birinci Trump döneminde, ABD korumacı ekonomik modele dönüş yaptı. İşte bu politikaları eleştirerek başlayan Biden yönetimi, aynı politikaları sürdürmek zorunda kaldı. Dahası Ukrayna Savaşı vesilesi ile küresel savaş ilan edip, korumacı modeli daha da zorladı. Ancak iş imkanlarının küresel ucuz emek piyasasına kaptıranları teskin edecek ekonomik refah sağlanamadı. 

Dünyanın her yerinde, ekonomik/toplumsal sorunların üstünü örtmenin yolu, her zaman ‘kültürel savaşlar’ yaratmaktır. Ancak kültürel savaşların galibi ekseriyetle, muhafazakar, milliyetçi, yerlici, yabancı düşmanı siyasetler olur. Aslında, ABD için bu yeni bir durum değil. Ancak kültür savaşlarında ‘ilerici, demokrat, liberal’ denilen kesimin sermayesi de çoktan tükenmişti. ABD’de sol denilebilecek bir siyaset çizgisi neredeyse hiç olmadı, olamadı ancak doksanlı yıllardan bu yana, muhafazakarlara karşı ‘ilericilik’ giderek daha çok kimlik siyasetlerine yüklendi. 

Nitekim, Demokratlar bu çizgi üzerinden azınlıkların ve cinsel özgürlükler çerçevesinde kadın ve diğer cinsel baskı altındaki grupların oyunu garantilemiş oluyordu. Bunun da sınırına gelindi; artık kendini ABD’li sayan etnik, dini azınlıklar, göçmen karşıtı ve muhafazakar değerlerden yana tutum takınmaya başladı. Nitekim, son seçimde Demokratların en büyük sıkıntılarından biri, Hispaniklerin, bir ölçüde siyahların, hatta Gazze savaşından sonra Müslümanların oylarını kaybetmek oldu.

Tüm bunlar, üzerinde uzun boylu düşünülüp, tartışılması gereken konular. Sonuçta, tümünün toplamı, kültürel seçkinlere karşı isyan olarak ifade buldu. Trump’ın başarısı, zenginler dünyasının bir üyesi olmasına rağmen, kültürel seçkinlerin dışladığı bir figür olarak, kendini sıradan Amerikalıların temsilcisi olarak pazarlayabilmesi oldu. Doğrusu, bu noktada en büyük yardımcısı da Demokratların izledikleri siyaset çizgisi oldu.

Harris’in kampanyası kimlik siyasetlerine yüklendikçe yüklendi, diğer taraftan neredeyse kürtaj konusunu seçimin ana teması haline getirdi. En önemlisi, Trump’ın hedef aldığı ‘kültürel seçkin’ tavrında ısrar edildi. Trump taraftarlarına bir faşiste oy veren magandalar muamelesi yapılması, seçmeni kızdıran bir saflaşmaya neden oldu. Dahası, yargı ve medya üzerinden Trump’a bu denli yüklenilmesi, çifte standart ve haksızlık algısını güçlendirdi.

Davalar, suikast girişimleri 

Nasıl güçlendirmesin? Trump olur olmaz davalar ile mahkum edilmeye çalışıldı. Trump’a karşı iki suikast teşebbüsü vakayı adiye sayıldı, dahası aslında şiddeti kışkırtanın Trump olduğu iddia edildi. Seçim sonuçlarını kabul etmeyeceği varsayımı üzerinden kampanya yürütüldü. 

Diğer taraftan, Demokrat Parti, Trump karşıtlığı odaklı siyaset çerçevesinde, göçmen karşıtlığı gibi konularda sağa kaymakta tereddüt etmedi. Cumhuriyetçilerin ısrarcı olduğu ‘bireysel silahlanma’ konusunda bile, sınırlandırılmasından yana muhalefet yerine, geçiştirme yolu tutuldu. Hatta Harris, bu konuda ne kadar esnek olduğunu göstermek adına, ‘Benim de, başkan yardımcısı adayımın da silahlarımız var’ açıklaması yaptı. Seçim kampanyası döneminde bile okul katliamlarının devam ettiği bir ülkeden söz ediyoruz.

Demokratlar sadece Trump’a karşı diye Cumhuriyetçi Parti’den Liz Cheney gibileri baş tacı ettiler, bu uğurda, Liz Cheney’in Bush yönetiminin savaş lordlarından olan babası Dick Cheney dahi temize çıktı. Demokrat Partili seçkinler kulübünün en sevimsiz üyelerinden biri olarak görülen Hillary Clinton’ın, kendine hayrı olmamışken, Harris’e verdiği destekten medet umuldu. Ünlü aktörler, kalbur üstü kültürel figürler Harris kampanyasının vazgeçilmez unsurları oldu. ABD’li seçkinler tablosu yetmiyormuş gibi, Trump’a karşı neredeyse uluslararası kampanya yürütüldü. Tüm bunların Trump’a desteği arttırdığı ısrarla göz ardı edildi, bu yönde uyarı yapan Demokratlara kulak verilmedi.

Bu arada, zamanında, Bill Clinton’un cinsel skandallarına göz yuman Hillary Clinton’dan feminist kahraman yaratmaya çalışanlar, zamanında eski San Francisco belediye başkanı ve Demokrat Parti seçkinler kulübünün itibarlı üyesi Willie Brown ile beraberliğini siyasi ranta çeviren Harris’e, ‘mücadeleci kadın’ rolü biçtiler. Dahası kadın olduğu için mağdur portresi çizmeye çalıştılar.

Aslında Trump’a ilişkin asıl sorun, Trump’ın ABD’yi gayet iyi temsil ettiği gerçeği. Trump’ın acımasız bir iş adamı portesine işaret edenler, dünyanın en zengin ülkesi olan ABD’de, gelir dağılımı uçurumunun azalmayıp arttığı bir ülke olduğunu unutan veya unutturmaya çalışanlar. Trump’ın dünya için tehlikeli olduğunu ileri sürenler, sonuçta Biden yönetiminin ABD’nin dünya hegemonyası adına dünyayı savaş alanına çevirdiğini görmezden geliyor. Trump’ı erkek egemen bakışı dolayısı ile eleştirenlerin kadın kahramanları, yoksul, korumasız kadınlar değil, erkek egemen bir düzenin ayrıcalıklı kadınları. Trump’ı ırkçılıkla suçlayanlar, kara, kahverengi, sarı olmanın kahrını çekenleri temsil edenler değil, onlar üzerinden mevcut düzeni tahkim etmeye çalışanlar. Yoksulların, suç işleyenlerin, hapishanede olanların büyük çoğunluğunun siyah olmasının arka planını kurcalamaya niyeti olmayanlar. Trump seçmenini cahil muhafazakar, hatta faşist olarak görenler, ABD’de eğitimin eşitsizliğin en çok yaşandığı alan olduğunu görmezden gelenler. İşte asıl mesele bu, takke düştü kel göründü, şimdi kel ile yollarına devam edecekler.

Dünyadan Bihaber Olma Lüksümüz Yok

Dünyadan Bihaber Olma Lüksümüz Yok
08 Nisan 2024

Doğal olarak her ülkede iç siyaset konuları dünya ölçeğinde olanların önüne geçiyor, hepimiz öncelikle kendi ülkemizde olanlarla meşgulüz. Ancak, bizim ülkemizde, üstelikte, Doğu ile Batı arasında önemli bir yer işgal ettiğimiz halde, dış dünyaya karşı muazzam bir ilgisizlik var. Üstelik, bu durum, sadece iç siyasi tartışmaların yoğunlaştığı, kutuplaştığı dönemlere ilişkin bir sorun da değil, öteden beri böyle. 

Yakın zamana kadar, bu durum, Türkiye’de aydınların Batı dünyasına odaklı olmaları ile izah edilmeye çalışılırdı. O da değil. Tam tersine, Türkiye’nin AB üyeliğinin en çok gündemde olduğu doksanlı yıllarda, akademi de entelektüel dünya da siyaset dünyası da Batı Avrupa’da yaşanan siyasi gelişmeler ve tartışmalardan da uzak kalmaya devam ediliyordu. Öncelikle ilgisizlik, dışa kapanıklık dediğimiz tutumun, dünya çapında siyaseti izleme tembelliği ve bunun sonucu olan bilgisizlik ve ilgisizlik olmadığını düşünüyorum. 

Belki Batı dışı pek çok diğer ülke için de aynı durum söz konusudur. Dünyayı izlemek genel olarak, dünyaya şekil verecek denli güçlü olanların işi olarak görülür. Diğer taraftan, Batı merkezli bir dünyada yaşadığımız için, tüm dünya, hangi coğrafyada olursa olsun, öncelikle Batı’da olanlardan haberdardır. Ama tam olarak o da değil, Batı dünyasında olan bitenden kaba hatları ile haberdar olmanın sınırı da nihayet, başta ABD olmak üzere bu ülkelerde kimin başkan, başbakan olduğu ve afaki olaylarla ile sınırlıdır. 

Bu sınırların dışında, Batı dünyası, dışındakiler için ‘muhayyel’ bir dünyadır. Her ülkenin yaşadığı sorunları, çoktan tarihin gerisinde bırakmış, çözmüş bir üst standart alemidir. Bir ülkede yaşanan tüm olumsuzluklar, bu muhayyel alemin dışında kalmak, ona bir türlü yetişememekten kaynaklanıyordur. Batı’ya dair bilmemiz gereken bu üst standardın mimarları, yani uygar düşünce dünyası, onun öne çıkardığı kavramlar, ilkeler, kurumlardır, güncel gelişmeler değil. 

Dünyaya bu açıdan bakmayan, dahası Batı dünyasına karşı mesafeli olanlar için de tersinden benzer bir durum söz konusudur. Onlara göre de tüm sorunların kaynağı, Batı dünyası, Batılıların dayatması, baskısı, müdahalesinin sonucudur, Batı’ya ilişkin bilinmesi gereken bundan ibarettir. 

Yeni yüzyılda siyasi çatışma hatları

İdeolojilerin etkin olduğu dönemde, dış dünyaya bakış, farklı ideolojilerin mensup veya sempatizanları için, kendi ideolojilerinin kalıplaşmış görüşleri çerçevesinde şekilleniyordu. Sol siyaset yelpazesi, farklı derecelerde de olsa, kültürel olarak Batıcı, siyasal olarak Batı (emperyalizmi) karşıtı idi. Buna karşılık, sağ siyaset yelpazesi, kültürel olarak Doğucu (veya daha doğrusu yerlici), siyasal olarak ise komünizm karşıtlığı üzerinden Batıcı idi. 

Soğuk Savaş’ın sonundan itibaren, bu kalıplar da değişti, hatta ortadan kalktı ve yerini büyük bir boşluğa bıraktı. Dahası bu durum sadece Türkiye’ye de özgü değildi. Dünya yirmi birinci yüzyıl, yani iki binli yıllara 11 Eylül olayları ile girdik. Ortalık toz dumandı. Şimdi, yeni yüzyılın ilk çeyreği bitmek üzere ve ortalık yine toz duman. Rusya-Ukrayna savaşı beklenmedik bir gelişme değildi, ama bu olay çerçevesinde doksanlı yıllarda hakim olan, küreselleşme ve neoliberalizm dalgası tümüyle tersine döndü. Batı’nın yeni düşmanları olarak ilan edilen Rusya ve Çin’e karşı ekonomik yaptırımlar, ekonomi siyasetlerinin yeniden gözden geçirilmesine neden oldu. Liberal ekonomik modelin merkez ülkesi ABD, özellikle Çin’e karşı korumacı tedbirler almaya başladı. ABD/Batı ile ‘düşmanları’ arasındaki siyasi çatışma hatları belirginleşti. Yeni iletişim teknolojilerinin tüm dünyada özgürlüklerin önünü açacağı, hatta ‘twitter devrimleri’nin otoriter rejimleri yıkacağı iddia edilirken, ABD’de bu tür iletişim platformlarına kuşkuyla bakılmaya başladı. Yakınlarda Çin merkezli Tik Tok uygulaması yasaklanmaya veya ‘millileştirilmeye’ çalışılıyor. 

Diğer taraftan, tüm bu gelişmeler milliyetçi ve içe kapanık siyaset modellerinin zaferi anlamına da gelmiyor. Batı demokrasileri dahil tüm dünyada yükselişe geçiyor görünmesine rağmen, bu kez popülist formda güçlenen milliyetçilik ve yerlicilik siyasetleri çıkış yolu göstermekten ziyade tepkisellikten beslenen dayanıksız seçenekler. Tüm bu gelişmeler çerçevesinde ‘muhayyel Batı’ ütopyası çökerken, güneş Doğu’dan da doğmuyor. Dünyada olan bitenden haberdar olmak her zaman önemliydi, ama mevcut koşullarda daha da önem kazandı. Tabi, söz konusu olan, sadece haberdar olmak değil, olanları anlamlandırmaya çalışmak. Aktif siyaset yapanların da siyasi görüş ve tutum sahibi olma iddiasında olanların da özellikle böylesi kırılma dönemlerinde dünyadan bihaber olma lüksü yok. Düşünce dünyamız açısından da siyaset dünyası açısından da bu son derece önemli, ama halen bu yönde bir gelişmenin işaretlerini göremiyorum. Umarım, bu yönde gelişmeler oluyor da sadece ben izleyemiyorumdur. 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.