03 Temmuz 2024
29 Nisan 2024 tarihinde Fokus+ için yayımlanan “Her Şeye Rağmen Konsantrasyonu Kaybetmemek: Suriye” başlıklı yazımda Türkiye’nin Gazze ve Ukrayna’daki olaylara rağmen Suriye’ye olan konsantrasyonunu kaybetmemesi gerektiğini ve Suriye’de Türkiye’yi bekleyen tehlikelerin olduğunu belirttim. Suriye’deki güvenli bölgelerde yaşanan nahoş olaylar ve kabul edilemez görüntüler ve eylemler, Türkiye için Suriye meselesinin öncelikli olduğunu hatırlatmıştır. Türk bayrakların hedef alınmasına kadar varan hadsiz provokasyonlar, Türkiye için bir uyarı sinyalidir. Bölgede provokatörlerin yol açtığı karışıklık aslında öngörülebilir bir tehditti ki ben iki ay öncesinden uyarmıştım.
Fokus+’ta yayınlanan yazımda uyardığım ilk tehlike YPG terör örgütünün Suriye’de düzenlemeyi planladığı belediye seçimleriydi. Bu tehlike Türkiye tarafından görülmüş ve gerekli adımlar atılmıştır. Öyle ki, örgüt, seçimleri resmi olarak ağustos ayına ertelemiş fakat alttan örgüt medyasına verdikleri demeçlerde seçimlerin iptal edildiği görülmektedir. YPG seçim tehdidi bertaraf olmuş gibi durmaktadır.
Yazımda belirttiğim ikinci tehdit ise Suriye’ye yönelik azalan uluslararası yardımların muhtemel olumsuz etkileriydi. Suriye’ye uluslararası yardımların kesilmesinin, özellikle İdlib ve güvenli bölgelerdeki ekonomi ve asayiş için Türkiye'yi zor durumda bırakacağını belirttim. Uluslararası fonlar Ukrayna ve Gazze’ye yönlendirilirken, Suriye’ye yardımlarda yüzde 70’e varan kesintiler yapılmış ve Dünya Gıda Programı yardımlarını tamamen durdurmuştur. Bu durumun Türk askeri sayesinde hayatta kalan 5,4 milyon Suriyelinin yaşadığı bölgelerdeki yaşam koşullarını daha da kötüleştireceğini, Türkiye üzerindeki göç baskısını artıracağını ifade etmiştim.
Ekonomik durumun kötüleşmesi, asayiş sorunlarını tetikleyerek halkın memnuniyetsizliğini artıracağını ve yerel meclislerin meşruiyetini zayıflatacağını öngörmüştüm. Bu nedenle, yerel yönetimlerin temsil gücünün seçimlerle güçlendirilmesi ve Suriye Geçici Hükümeti'nin gerçek siyasi otorite olarak hem övgü hem de öfke hedefi olması gerektiğini vurgulamıştım. Ancak maalesef ikinci konudaki uyarılarım ve benim gibi bu konu hakkında Türkiye’yi uyaran Türk uzmanlar ve Suriyeli paydaşlar dikkate alınmadı.
1 Temmuz tarihinde Suriye’de güvenli bölgelerde meydana gelen halk ayaklanması benzeri olaylar ve provokasyonlar, Suriyelilerin düzenlediği gösterilerle başladı ve Türk plakalı araçlara saldırılarla devam etti. Bu süreçte Türk bayrakları hedef alındı ve Türk zırhlı araçlarına saldırılar düzenlendi. Olayların nedeni ve tam olarak ne olduğu soruları öne çıkıyor.
Öncelikle, Suriye Milli Ordusu veya Suriye Geçici Hükümeti, Türkiye'ye karşı bir pozisyon almadığını ve vandalizmi kabul etmediğini belirtti. Olaylar, kimliği belirsiz ve Telegram grupları üzerinden organize olan sivil görünümlü grupların "Türkiye'yi buradan çıkaralım" ve "Türkiye bizi sattı" gibi çağrılarla sokaklara çıkmasıyla alevlendi. Bu gruplar, Türk bayraklarına ve araçlarına saldırdı, ardından maskeli kişiler Türk zırhlı araçlarına ateş açtı. Bu Telegram gruplarında neresinin ne zaman hedef olacağına kadar yönlendirmeler yapıldı. Gösterilerin 15.30’ta başlayacağı ilk başta ilan edilmişti ve öyle de oldu. Bu olayların ardında provokatörler ve etki ajanlarının büyük etkisi olduğu anlaşılıyor. Ancak bu olay Türkiye ve Suriye için bir ilk değildir. Ağustos 2022'de benzer olaylar yaşanmış, Ankara ile Şam arasındaki barış ihtimaline tepki olarak Türk bayrağı yakılmıştı.
Son dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Esed rejimi ile ilişkilerin düzelebileceğine dair açıklamaları ve “Sayın Esed” ifadesi Suriyeliler arasında büyük bir öfke patlamasına yol açtı. Suriyeliler, Esed rejimi ile Türkiye'nin barışmasını kabul edilemez buluyor. Ayrıca, bir gün öncesinde Kayseri’de Suriyelilere yönelik ırkçı saldırılar, güvenli bölgedeki bazı Suriyelileri galeyana getirdi.
Suriye’nin kuzeyindeki olayların arka planında kimler var?
Her ne kadar Esed rejimi, PKK/YPG, DAEŞ ve Rusya için çalışan ajanlar ve provokatörler ortamı kışkırtmış olsa da bu olayların arkasındaki tek sebep bu değil. Güvenli bölgede provokasyona müsait bir zemin ve ortam bulunuyor. Güvenli bölgelerde yaşayan insanların bölgedeki merkezi otorite eksikliği, demokratik temsiliyet eksikliği ve asayiş sorunlarına ilişkin rahatsızlığı bilinen bir gerçektir. Özellikle bölgede yerel meclislerin dahi halkın oylarıyla seçilemiyor olması ve Türk valilerin belirleyici olması büyük bir gerginlik kaynağıdır. Bunun üzerine, Suriye’nin kuzeyindeki güvenli bölgelerde yaşanan idari sorunlar, Türkiye’nin idareyi kontrol ettiği düşüncesi ve Suriye Geçici Hükümeti'nin etkin olamaması, bölge halkında ciddi bir öfke birikmesine yol açtı. Türkiye, tüm olumsuzlukların sorumlusu olarak görülüyor.
Suriye’deki güvenli bölgelerde bu sorunlardan rahatsızlık duyan halk kitlesi ve Türkiye’deki göç politikasından rahatsızlık duyan halk kitleleri provokasyonu müsait ve teşne bir hale gelmektedir. Özellikle Rusya ve Esed rejiminin Türkiye’de çok ciddi beşinci kol faaliyetleri sürmektedir ve milliyetçilik görüntüsü altında ırkçılık bilinçli bir şekilde pompalanmaktadır. Hatta Ahmet Arda Şensoy, TAV için kaleme aldığı “Rejim Aklama Turizmi” raporunda göç meselesinin Esed rejimi tarafından nasıl kaşındığını ve Suriye’deki çıkarlar için manipüle edildiğini detaylıca ele almaktadır.
Bu iki tarafı da kışkırtan ve birbirine düşürmeye çalışan ajanlar ve beşinci kol faaliyetlerin hedefi, Türklerle Suriyelilerin ilişkisini bozmak ve sahada kurulan birlikteliği ortadan kaldırmak. Eğer Türkiye müttefiklerini kaybederse, PKK/YPG ve Esed rejimi bölgeleri kontrol altına almak için ortaklaşa harekete geçebilir. Bu senaryoda, Türkiye Suriye’den çekilmek zorunda kalabilir, güney sınırında bir terör devleti oluşabilir ve Esed rejimi milyonlarca Suriyeliyi Türkiye’ye göç ettirebilir. Yani özetle, Türkiye’ye karşı kışkırtılan Suriyeliler tüm kazanımlarını kaybeder ve mahvolurlar. Türkiye de PKK ile mücadeledeki kazanımlarını kaybeder ve Suriyeli sığınmacı sorunu ikiye katlanır ve kontrolden çıkan bir boyuta ulaşır.
Şimdi ne yapılabilir?
Bu olumsuz senaryonun gerçekleşmemesi için ivedilikle Türkiye’nin Suriye politikası gözden geçirilmelidir. Ama bazı etki ajanlarının bilerek pompaladığı gibi Suriye’den çekilme veya Esed rejimiyle manasız, faydasız ve gereksiz normalleşme adımlarına dönülmemelidir. Tam tersi mevcut politikanın hatalı yanları düzeltilerek daha güçlü bir şekilde hareket edilmelidir. Güvenli bölgede yakılan Türk bayrakları için “orada neden Türk bayrakları var?” sorusu gündeme getirilmeli ve bu sorudan hareketle, güvenli bölgenin idari tüm sorumluluğu Suriyelilere verilmelidir. Türkiye sorumlu olmadığı konularda sorumluluk üstlenmemelidir. Türkiye’nin Suriye’deki varlığı askeri ve istihbarı seviyeyle sınırlandırılmalıdır. Böylelikle Suriye’deki çıkarlarımızı daha az maliyetle ve daha etkin bir şekilde koruyabiliriz ve odağımızı terörle mücadele ve güvenli bölgeyi genişletmeye yönlendirebiliriz. Ancak eğer Ağustos 2022’de yaşanan benzer olaylardan sonra yapıldığı gibi gerekli önlemler ve dersler alınmazsa, o zaman yine benzer görüntüleri yeniden görebiliriz.
Bölgede idari yapı kapsamlı bir şekilde yeniden tasarlanıp Suriyelilere teslim edilmezse, bir sonraki provokasyon daha şiddetli ve daha tehlikeli olacaktır. İlk provokasyon ‘sadece’ Suriye ayağıyla sınırlıydı ve görece olarak daha hafifti. 1 Haziran’da yaşanan ikinci provokasyonun hem Türkiye hem de Suriye ayağı vardı ve görece olarak daha şiddetliydi. Bir sonraki provokasyonun boyutu daha da şiddetli olabilir.
Merak edecek olanlar için atlamadan yazayım; 29 Nisan tarihinde yayınlanan yazımda uyardığım üçüncü tehlike Suriye’de İran karşıtı koalisyonun kurulması ihtimaliydi. Bu ihtimal daha vukuu bulmadı ve bulup bulmayacağı muhtemelen Amerikan seçimleri ve Gazze’deki savaştan sonra belirginleşecektir. Türkiye’nin bu ihtimale yönelik hazırlık yaptığına dair bir emare veya işaret maalesef daha göremedim.