ABD’nin yeni başkanı seçilen Donald Trump’ın seçimlerdeki kesin zaferinin, küresel ilişkilere yeni bir “öngörülemezlik” katması bekleniyor. Önümüzdeki dört yıl boyunca, kurallara dayalı uluslararası düzen ve çok taraflılığın temelini oluşturan ittifak sistemi sınanabilir. 

ABD’de Cumhuriyetçilerin Senato’yu kontrol etmesi, yeni yönetimin dış politika, savunma ve enerji politikalarını şekillendirmede önemli bir güce sahip oldukları anlamına geliyor. 

Trump’ın zaferinin, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun lehine olduğu da ortada. Netanyahu, Yahudi devletine genellikle sempati duyan Cumhuriyetçi başkanlarla tarihsel olarak yakın bağlar kurdu. ABD başkanlık seçimleri öncesinde Trump, Netanyahu’yu temmuz ayında Mar-a-Lago'daki malikanesinde ağırladı ve İsrail’e açık desteğinin yanı sıra Gazze savaşını Ocak 2025’e kadar sona erdirme arzusunu beyan etti. 

Trump’ın Beyaz Saray’a dönüşü, Filistinliler için de bir felaketten başka bir şey değil. İsrail’in Gazze’deki “işini bitirmesini” isteyen Trump, İsrail’in komşu ülkelere doğru topraklarını genişletmesi çağrısında bulunuyor. Filistinlilerin devlet kurma taleplerini kesinlikle desteklemeyeceği ve İsrail’e Batı Şeria’daki yerleşim birimlerinin genişletilmesini durdurması için baskı yapmayacağına da kesin gözüyle bakılıyor. 

ABD ile İran arasındaki ilişkilere gelirsek, onlarca yıllık düşmanlığın bir sonucudur ve seçim sonuçları ne olursa olsun düzelmesi pek olası değildir. İran hükümetinin yakın zamanda nükleer anlaşmayı yeniden müzakere etmeye istekli olduğunu tekrar etmesine rağmen, Trump, ılımlı bir pragmatist olan Mesud Pezeşkiyan liderliğindeki yönetimle uğraşmak zorunda kalacak. 

Trump’ın 2020’de Kasım Süleymani suikastına yol açan “maksimum baskı” politikasının bir sonucu olarak, Tahran’daki siyasi elitler Cumhuriyetçi eski başkanın Beyaz Saray’a dönüşünden tedirgin.   

ABD yönetiminin değişmesiyle, İran’da petrol satışlarının tekrar düşeceğine de muhtemel gözüyle bakılıyor. 2017’de günde 1,29 milyon varil olan petrol satışları, Trump’ın ilk döneminde günlük 100-350 bin varile düştü. Bu durum İran’ın döviz rezervlerini olumsuz etkiledi ve ciddi bir ekonomik gerilemeye neden oldu. 

İran Parlamentosu Araştırma Merkezi Başkanı da Trump’ın iktidara gelmesinin ekonomik sonuçları konusunda uyarıda bulunarak, özellikle 3,7 milyar dolarlık bütçe açığı göz önünde bulundurulduğunda bunu bir “ekonomik şok” olarak nitelendirdi. 

Trump’ın politikaları, İran’ın İsrail’e saldırdıktan sonra bölgesel olarak kazandığı alanların daralmasına da yol açabilir. 

Yeni ABD Başkanı’nın İran’a karşı daha katı ve çatışmacı bir tutum takınması bekleniyor ki bu da Tahran’ın bölgesel stratejik konumunu korumak için geri adım atmasına neden olabilir. 

Genel olarak Trump’ın, özellikle İran’ın İsrail’e yönelik tepkilerini tırmandırması ve bölgesel müttefiklerinin ABD çıkarlarını tehdit etmeye devam etmesi halinde, Tahran’a karşı doğrudan askeri eyleme geçmesi de ihtimal dışı değil. 

İsrail ile normalleşme baskısı 

Trump’ın ilk başkanlık döneminde olduğu gibi, İsrail’e tam ve koşulsuz destek vermesi, medyada “Yüzyılın Anlaşması” olarak bilinen proje çerçevesinde Tel Aviv’in bölgedeki meşruiyetini güçlendirme ve Arap ülkelerine İsrail ile ilişkileri normalleştirmeleri yönünde baskı yapmaya devam etmesi bekleniyor. 

Trump’ın söz konusu planı, İsrail yerleşim birimleri ve Ürdün Vadisi de dahil olmak üzere, işgal altındaki Batı Şeria’nın belirli bölgeleri üzerinde İsrail egemenliğinin ilan edilmesine izin verecek ve Batı Şeria’nın ilhak edilmesi konusunda teşvik edecek. 

Körfez’de beklenti ne?  

Körfez ülkelerine gelince, Trump’ın bu ülkelere bakışı ve ticari yönü ağır basan dış politikası, Körfez ülkelerinin silah alımlarını sürdürmelerini sağlayabilir. Aynı zamanda taraflar arasında, nükleer altyapı ve yüksek teknoloji sistemlerinin satın alınmasını içeren anlaşmalar da yapılabilir. 

Trump’ın İran’a karşı “maksimum baskı” politikasına geri dönme ihtimali de Körfez’in İran’ın nüfuzunu sınırlamaya yönelik çıkarlarıyla tutarlı olacaktır. 

Yeni ABD yönetiminin, bakanlık pozisyonlarına aşırılık yanlısı kişileri seçmesi, potansiyel “bölgesel askerileşme” de dahil olmak üzere çatışmacı bir yaklaşıma işaret ediyor. 

ABD’nin İran’a yönelik politikası, Körfez jeopolitiğinin şekillenmesinde itici faktör olarak görülüyor. Ancak İran’la daha önce yapılan nükleer müzakerelerle kıyaslandığında, Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkeler bugün uzlaşmaya Trump’tan daha fazla karşı çıkıyor. 

Trump, NATO ve Rusya ile nasıl başa çıkacak?   

Washington bürokrasisindeki genel algı, ABD’nin Rusya ve Ukrayna konusunda ilkeli bir tutum sergilediği ve aksi bir tutumun AB’deki istikrarı, ABD’nin güvenilirliğini ve Avrupa ülkeleriyle olan ittifakını zayıflatacağı yönünde. 

2018'de Donald Trump ve Vladimir Putin 

Dışişleri Bakanlığı bünyesinde, ABD’nin Ukrayna’ya verdiği destek, Rus ordusuna ve savunma sanayi üssüne verilen zarar açısından iyi bir yatırım getirisi olarak görülüyor. Bu bağlamda Trump, “ABD’nin Ukrayna’ya sonsuz para akışını” durduracağını ve Avrupa ülkelerinden ABD’ye tazminat ödemelerini isteyeceğini belirtti. 

Resmi olarak açıklanmayan planı, Moskova ile Kiev arasında, Ukrayna’nın bazı bölgelerinde Rusya’nın kontrolünü kabul etmeyi içerebilecek bir barış anlaşması müzakere etmeyi de kapsıyor. 

Trump’ın yeni döneminde NATO da Ukrayna’ya yönelik mali ve askeri destek açısından potansiyel darboğazlarla karşı karşıya kalabilir. 

ABD’nin NATO’dan çekilme ihtimali düşük olsa da Ukrayna ile bağı koparma ihtimali Brüksel’de gerçek bir endişe kaynağı. Ancak bazı üye devletler, ABD’nin AB’ye sınır güvenliğini arttırması yönünde yaptığı baskıyı memnuniyetle karşılıyor. 

Trump’ın yeni başkanlık döneminde, NATO’ya yönelik politikasının çatışmacı olması bekleniyor. 

İlk döneminde savunma harcamalarını GSYİH’nin yüzde 2’sine yükseltmeyen NATO müttefiklerini ittifakı terk etmekle tehdit etti ve “paylarını ödemeyen müttefikleri korumayacağını” söyledi. 

Başka bir deyişle, NATO üyelerini ve karşı karşıya oldukları tehditleri harcamalarının büyüklüğüne göre ele alacaktı. Bu bağlamda, Trump’ın eski Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, daha önce Cumhuriyetçi başkanın yeniden seçilmesi halinde ABD’yi NATO’dan tamamen çıkarma niyetinde olduğunu belirtmişti. 

Bolton, böyle bir kararı ittifak için “felaket bir karar ve varoluşsal bir tehdit” olarak nitelendirmişti. 

Seçimlerden önce birçok NATO üyesi savunma harcamalarını arttırdı ve Trump’ın ikinci kez seçilmesi ihtimaline karşı kendilerini ve ittifaklarını korumak için planlar yaptı. Bu nedenle Brüksel’deki siyasi elitler, transatlantik ilişkilerin geleceği konusunda derin endişeler taşıyor.  

İtalya, Macaristan, Slovakya ve Avusturya’da Trump’ın müttefiki olan muhafazakar liderler dışındakiler ciddi bir baskı ile karşı karşıya kalabilir. 

Trump’ın Beyaz Saray’a dönüşünün, AB ve NATO içinde Orta Doğu politikalarına ilişkin bölünmeleri şiddetlendirmesi de muhtemel. 

AB açısından ise, Avrupa başkentleri arasında sosyal ve siyasi rekabetin arttığı bir dönemde birliği bozabilir. 

Trump’ın ayrıca, 2021 yılında transatlantik ticaret işbirliğini canlandırmak için başlatılan Ticaret ve Teknoloji Konseyi’ni sona erdirmesi ve bunun yerine Avrupa’da ihracata dayalı sektörlere zarar verecek şekilde AB mallarına gümrük vergileri getirmesine de muhtemel gözüyle bakılıyor. 

Çin’i baltalamak ve zayıflatmak 

Washington’daki siyasi elitler arasında, ABD’nin öncelikli stratejik kaygısının “Çin’in ekonomik ve jeopolitik üstünlüğü” olduğu konusunda geniş bir fikir birliği var. Bu yaklaşım, eski Başkan Barack Obama’nın 2007’de Asya'ya yönelmesinden bu yana ABD dış politikasının tutarlı bir özelliği oldu ve yeni Trump yönetiminden de önemli ölçüde etkilenmeyecektir. 

Yeni ABD başkanının, Orta Doğu’da, özellikle de Körfez bölgesinde Çin’in ekonomik çıkarlarını etkileyebilecek altyapı projeleri ve yatırım girişimlerine yönelik incelemelerini artırması da ihtimal dahilinde. Trump’ın, Çin’e yönelik politikasının ilk dönemine kıyasla daha agresif ve çatışmacı olması bekleniyor. 

Ekonomi cephesinde Trump, tüm ithalata yüzde 10 ve ABD dışında üretilen otomobillere yüzde 100 gümrük vergisi getirilmesini isteyerek, Çin merkezli elektrikli otomobil üreticilerine darbe vurdu. Ayrıca Çin mallarına en az yüzde 60 gümrük vergisi koyma niyetini de belirtti. Bu kararlar küresel gerilimlere neden olabilir ve kolaylıkla ‘ekonomik savaş’ olarak tanımlanabilir. 

Trump ayrıca Çin’i ekonomik olarak izole etmek ve küresel ticaret sisteminden koparmak amacıyla, çok uluslu şirketlere tedarik zincirlerini Çin’den ABD veya diğer ülkelere kaydırmaları için baskı yapabilir. 

Bu tür kopuş politikaları, küresel ticarette önemli bir düşüşe neden olabilir. Bu durum da küresel üretimde yüzde 0,2 ila yüzde 7’si arasında bir kayıpla sonuçlanabilir. Bunun sonucunda da enflasyon ve işsizlik oranları yükselebilir ve daha uzun vadede küresel ekonomik güç dinamiklerinde büyük bir değişime yol açabilir. 

Öte yandan, Trump’ın İran’a karşı “maksimum baskı” politikasının yeniden uygulanması ve ABD yaptırımlarının yenilenmesi, İran’da faaliyet gösteren Çinli şirketler için riskleri artırabilir. 

Ayrıca Trump yönetiminin, ABD yanlısı bölgesel hükümetleri Washington’un enerji politikaları doğrultusunda petrol üretimini artırmaya teşvik ederek, bölgesel enerji dinamiklerini yeniden şekillendirmesi de beklenebilir. Bu durum küresel petrol fiyatlarını ve dolaylı olarak Çin’in enerji ithalat maliyetlerini etkileyebilir.  

Diğer taraftan, Trump yönetiminin Filipinler ile daha güçlü bir askeri işbirliği için bastırması, Çin karşıtı söylemleri harekete geçirmesi ve bölgesel deniz savunma kabiliyetlerini güçlendirmek için askeri yardım sağlaması veya ortak tatbikatlar düzenlemesi de muhtemeldir. 

Japonya’nın askeri stratejisi de ilgi çekici olabilir. Zira ülke 2022’den itibaren büyük bir savunma yığınağına izin vermek için uzun süredir devam eden kısıtlamaları kaldırdı. 

Trump’ın ABD’nin Avrupa’daki askeri müdahalesini en aza indirme politikaları, muhtemelen kaynakların Hint-Pasifik bölgesine yönlendirilmesine katkıda bulunacaktır. 

İlk başkanlık döneminde Trump’ın açıkladığı ancak uygulamadığı kararlardan biri, Almanya’daki 12 bin askeri geri çekmek ve Hint-Pasifik'te başka bir yere konuşlandırmaktı. 

Aynı zamanda yeni döneminde Trump’ın, ABD’nin Asya’daki Japonya ve Güney Kore gibi müttefiklerine, Washington’ın bölgedeki askeri varlığını desteklemek için mali katkılarını arttırmaları yönünde baskı yapmaya devam etmesi bekleniyor. 

“Çin ile ilişkilerde sertlik ve Rusya ile ilişkilerde esneklik” arasındaki bu çelişki, Trump’ın Rusya’yı Çin ve İran’dan ayırmanın ve Moskova ile yakınlaşma alanlarını en aza indirmenin önemine olan inancından kaynaklanıyor olabilir. 

Bu bağlamda, Rusya’ya uygulanan yaptırımların hafifletilmesi ve Ukrayna’daki çözümün desteklenmesi gibi teşvikler sunulması karşılığında Çin’in dışlanması amaçlanıyor. 

Afrika'da ABD'nin geri çekilmesine tanık olunabilir 

ABD dikkatini küresel sıcak noktalara odakladıkça, Afrika ülkeleri başta Çin, Rusya ve Körfez Arap ülkeleri olmak üzere Küresel Güney ülkeleri ile çeşitli ortaklıklar arayışına giriyor. Bu ortaklıklar da tarıma yatırım için fırsatlar yaratıyor. 

Afrikalı liderler Trump’ın güvenliğe odaklanan, çok taraflılığa öncelik veren ve doğrudan ABD çıkarlarına hizmet eden ve Afrika’ya az fayda sağlayan kısa vadeli maden çıkarma yatırımları lehine kalkınma yardımlarını kesen seçici bir yaklaşım benimsemesini bekliyor. 

Sonuç olarak Trump, Afrika ülkelerine Çin ile ilişkilerini kesmeleri için baskı yapabilir ve uzun süredir devam eden ticari ortaklıkları bozabilir. Ancak her iki taraf da kıta konusunda kendi stratejik öncelikleri ve dış güvenlik çıkarlarını öncelediğinden, ABD’nin müdahalesini azaltmak sadece Çin ve Rusya’nın Afrika’daki nüfuzunu derinleştirecektir.