16 Ağustos 2024
II. Dünya Savaşı'nın sona ermesinin ardından, manda yönetimi altında bulunan pek çok devlet, İngiltere veya Fransa’dan bağımsızlığını kazandı. Bu dönemde, Arap milliyetçiliğinin yeniden yükselişe geçmesiyle birlikte, Arap devletleri arasında federatif bir sistemin kurulması fikri ortaya çıktı. Bu fikir, ilk olarak 1942 yılında, İngiltere’nin Mihver Devletleri'ne karşı Arapları desteklemesiyle gündeme geldi. 1944 yılında İskenderiye Protokolü ile Arap Birliği’nin temeli atıldı ve nihayetinde, 1945 yılında Mısır, Irak, Ürdün, Suudi Arabistan, Suriye ve Lübnan’ın katılımıyla Kahire’de resmen kuruldu.
Barnett ve Solingel (2009), Arap Birliği’nin kuruluşunu, "Başarısız olmak için mi tasarlandı yoksa başarısız bir tasarım mı?" ("Designed to Fail or Failure of Design? The Origins and Legacy of the Arab League") sorusu çerçevesinde ele almakta ve birliğin, "başarısız olmak için tasarlandığı" yaklaşımını benimsemektedirler.
Arap Birliği, Orta Doğu’da kurulan ilk bölgesel örgüt olma özelliğine sahiptir. Birliğin temel politikaları ve planları, üye devletlerin aldığı ortak kararlar doğrultusunda belirlenmiş olup, Arap kimliği üzerine inşa edilen bu yapı, uluslararası politikada güçlü bir aktör olmayı hedeflemiştir.
Birliğin kuruluş amaçları arasında belirgin şekilde öne çıkanlar arasında; Filistin’de Yahudilerin bir Yahudi devleti kurmasını engellemek ve sömürge altındaki Arap devletlerinin bağımsızlığını sağlamak yer almaktaydı. Ancak kurumsallaşma sürecindeki zorluklar ve işbirliği eksikliği, birliğin amaçlarını ulaşmasını ve etkin bir şekilde faaliyet göstermesini engellemiştir. Bu bağlamda, Arap Birliği'nin başarısızlığının en önemli nedeni olarak, örgütün yapısal dinamiklerinin sağlam temeller üzerine oturtulmamış olmasından kaynaklanmaktadır. Bu durum, Arap devletleri arasındaki sürekli rekabete ve liderlik mücadelesi yürüten devletlerin izlediği politikalara bağlanabilir.
Doğu Bloku - Batı Bloku ile fikir ayrılıkları
Kuruluş aşamasının ardından, Arap Birliği’nin uluslararası ortamda başarısız ya da etkisiz aktör olarak görülmesinin önemli sebeplerinden biri, Soğuk Savaş döneminde Orta Doğu’nun farklı kamplara ayrılmasıdır. Bu süreçte, Suudi Arabistan, Ürdün ve Körfez ülkeleri Batı Bloku içerisinde yer alırken, Suriye, Yemen ve Mısır gibi ülkeler ise Doğu Bloku’nun etkisi altında kalmıştır. Süper güçlerin adı geçen devletlere uyguladıkları siyasi baskı, Orta Doğu ülkelerinin ortak çıkarları önceleyen politikalar geliştirememelerine yol açmış, bu da ortak gaye etrafında birlik olmalarını engellemiştir. Nitekim, Filistin sorununun çözümü ve İsrail karşıtlığı üzerinden hareket eden Arap Birliği, kuruluş değerlerinin gereklerini yerine getirmekte başarısız olmuştur. Örneğin, Arap Birliği’nin, etkili bir güvenlik paktı oluşturma konusunda oldukça yetersiz kaldığı gözlemlenmektedir. 1950 yılında imzalanan Arap Birliği Ortak Savunma Antlaşması'na rağmen, üye ülkeler dönemin koşulları gereği ortak bir politika benimseyememişlerdir.
Orta Doğu’da bölgesel bir entegrasyonun kurulması ve ortak bir düşünce etrafında birleşmek için gereken tüm unsurlar mevcut olmasına rağmen, uygulamada bu birlik sağlanamamaktadır. Arap devletleri dil, din, kültür ve tarih gibi ortak değerlere sahip olmalarına karşın, izledikleri politikalar ve uygulamalar noktasında ortak bir duruş sergilemekten uzaktır. Sonuç itibariyle Arap Birliği, Orta Doğu’daki sorunların çözümü ve çatışmaların önlenmesi konusunda etkili bir güç olamamıştır. Ekonomik, askeri ve politik alanlarda ortak hareket etme konusunda güçlü bir duruş sergileyememiş, bu da birliğin etkinliğini zamanla zayıflatmıştır.
Arap Birliği’nin Filistin sorunu ve İsrail’e karşı tutumu
Arap Birliği, kurulduğu günden bu yana birçok olayda başarısız bir tutum sergilemiştir. İsrail’e karşı geliştirilen politikalarda birlik içerisinde ortak bir duruş sağlanamamış, bu da 1963 yılında Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) kurulmasına yol açmıştır. 1967 yılında İsrail ile Mısır, Ürdün ve Suriye arasında gerçekleşen Altı Gün Savaşı’nda İsrail’in zaferi, Arap Birliği’nin büyük bir prestij kaybetmesine neden olmuştur. Bu yenilginin ardından Filistinliler, Arap Birliği’nin Filistin davasını kendi çıkarları için kullandığını düşünerek, bağımsız bir politika izlemeye karar vermişlerdir.
1969 yılında Kudüs’ün İsrailli aşırılıkçı Yahudiler tarafından yakılması ve İsrail’in uluslararası hukuka aykırı şekilde topraklarını genişleterek işgalini artırmasına karşı da yeterli tepkiyi gösterememiş olan Arap Birliği, olayları yalnızca kınamakla yetinmiştir. Bu pasif tutum, aynı yıl İslam İşbirliği Örgütü’nün kurulmasına zemin hazırlamıştır.
Arap Birliği, çağın gereklerine uyum sağlayamamış ve bölgesel bir güç olma potansiyelini gerçekleştirememiştir. Örneğin, 2011 yılında başlayan Arap Baharı sürecinde de birlik, ortak bir politika üretmekte başarısız olmuştur. Birlik, Libya’da Birleşmiş Milletler’in müdahalesini desteklemesine rağmen, Bahreyn’de halk ayaklanmalarının bastırılmasına karşı kayda değer bir tepki göstermemiştir. Benzer şekilde, 7 Ekim 2023 olaylarında da Arap Birliği, yalnızca kınama düzeyinde kararlar almış ve somut bir eylem ortaya koyamamıştır.
Örgüt, 7 Ekim olaylarından sonra ilk toplantısını, Filistin’in 8 Ekim’de İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik saldırılarını görüşmek üzere acil toplanma çağrısı yapmasının ardından gerçekleştirdi. 12 Ekim’de Kahire’de dışişleri bakanları seviyesinde olağanüstü bir toplantı düzenlendi. Toplantı sonunda, İsrail’in saldırılarının derhal durdurulması ve bu saldırıların kınanması gerektiğini belirten bir bildiri yayımlandı.
Ancak Tunus, Cezayir ve Fas, sonuç bildirgesinde yer alan "Her iki taraftan sivillerin öldürülmesi ve uluslararası hukuka aykırı tüm eylemlerin kınanması" ifadesine şerh koyarak itiraz etti. Arap Birliği'nin İsrail ve Filistinli grupları eşit derecede sorumlu tutması, aslında sorunun çözümüne dair bakış açısını net bir şekilde ortaya koymaktadır.
13 Ekim’de Birleşmiş Milletlere acil müdahale çağrısında bulunan Arap Birliği, 28 Ekim’de düzenlediği, Gazze’deki gelişmeler başta olmak üzere bölgesel sorunları ele aldığı 161. Dışişleri Bakanları Olağan Toplantısında da somut bir sonuç elde edilemedi. 7 Kasım’da Birleşmiş Milletler'in Gazze ile ilgili aldığı kararı memnuniyetle karşılayan Arap Birliği, bunun uluslararası toplumun gerçek iradesini yansıttığını belirtti. 11 Kasım’da Suudi Arabistan ve Filistin devletlerinin öncülüğünde İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Birliği ortak zirvesi yapıldı. Bu zirvede, iki örgütün önceden belirlediği tutumlarına ek olarak yeni açıklamalar yapıldı ve Gazze’deki olayların durdurulması için dışişleri bakanlarına siyasi süreci başlatma yetkisi verildi. Suudi Arabistan, Ürdün, Mısır, Katar, Türkiye, Endonezya ve Nijerya dışişleri bakanları, İİT ve Arap Ligi'ne üye devletler adına BM Güvenlik Konseyi üyeleri ile görüştüler, ancak bu görüşmelerden de herhangi bir sonuç çıkmadı.
11 Ocak’ta Arap Birliği, Güney Afrika’nın İsrail’e açtığı soykırım davasına tam destek vereceğini duyurdu. 4 Nisan ve 24 Nisan 2024 tarihlerinde, Filistin’in çağrısı üzerine Arap Birliği, Gazze’nin durumunu görüşmek için Moritanya’nın başkanlığında daimî delegeler düzeyinde olağanüstü toplantılar gerçekleştirdi. Ancak sonuç bildirgelerinde, önceki toplantılarda olduğu gibi, somut bir adım atılmayarak yalnızca kınama ile yetinildi.
16 Mayıs’ta Bahreyn’de düzenlenen Arap Birliği Zirvesi'nde, Gazze Şeridi'nde acilen ateşkes sağlanması ve bağımsız Filistin devletinin kurulması hedefine yönelik uluslararası bir barış konferansı düzenlenmesi çağrısında bulunuldu. Zirve sonunda İsrail, gerçekleştirdiği eylemler nedeniyle sert bir şekilde kınandı. Son olarak, 4 Temmuz 2024’te daimî temsilciler nezdinde olağanüstü bir toplantı kararı alan Arap Birliği'nden yine somut bir karar çıkmadı.
İsrail’i cesaretlendiren tepkisizlik
Yukarıda ifade edilen süreçten de anlaşılacağı üzere, Arap Birliği Gazze konusunda biri olağanüstü olmak üzere iki genel zirve, iki olağanüstü dışişleri bakanları zirvesi ve birçok kez de delege seviyesinde olağanüstü toplantı gerçekleştirmiştir.
Arap Birliği, kâğıt üzerinde sayısal olarak etkin ve güçlü bir yapıya sahip görünse de uygulamada pasif bir örgüttür. Aldığı kararlar, somut adımlardan ziyade genellikle kınama ile sonuçlanmakta. Bu durum, birliğin ne kadar zayıf ve kırılgan olduğunu gösteriyor.
Örneğin, Arap Birliği, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarını şiddetle kınarken, askeri kararlar almaktan ısrarla çekinmekte, hatta ekonomik ve siyasi yaptırım kararı dahi uygulamaktan imtina etmektedir. Bu talihsiz durum, paydaşların haklarının uluslararası alanda korunması adına etnik temelli kurulan, örgütün esasında ne kadar işlevsiz olduğunu ortaya koymaktadır. Arap Birliği içindeki bölünmeler ve bu pasiflik durumu, İsrail’i günden güne cesaretlendirmektedir.
Her türlü kutsal değerleri ve insanların en temel haklarını çiğneyen İsrail, Gazze’de soykırım yaparak insanlık tarihinin en acımasız devletlerinden birisi olmakla kalmamış, insanlık onurunu ayaklar altına alarak tarihe adını kara harflerle yazdırmıştır.
devamını oku daha az oku
Doktorasını Marmara Üniversitesi'nde "Orta Doğu’da Devlet ve Sınır: Irak – Kuveyt İlişkilerinde Sınır Sorunları" üzerine yaptı. Orta Doğu siyasi tarihi, Türk Dış Politikası alanlarında çalışmaları bununan Doğan, Anadolu Ajansında çalışmalarını sürdürmektedir.