“...Bir de şu rüya gerçek olsa” temennisi şarkılarla sınırlı kalmasa keşke.

Paris Olimpiyatları’nın seremonisiyle büyük bir heyecan başladı. Bir şehri tümüyle gösteri alanı haline getirmek ilginç ve yaratıcı bir buluş. Birbirinden güzel koreografiler dünyada ilgi çektiyse de bazı gösteriler tartışmanın odağına oturdu. Dini değerlerinin rencide edildiğini düşünen Hristiyan gruplar, LGBT konusunu eleştiren Müslümanlar ve bunlara karşı, farklılıkların bir aradalığının işareti olarak göstermek istediklerini ama insanları rencide ettilerse özür dilediklerini belirten organizatörler… En azından bu önemli meselelerin tartışma konusu olmasıyla maksadın hasıl olduğunu düşünenler de var, kültür savaşlarının devamı gibi görenler de. 

 

Olimpiyatlar savaşın yerine ikame edilen etkinlikler ama günümüzde maalesef her ikisi birlikte yapılıyor. İki ayrı dünya var, olimpiyat ruhunun barışçıllığını ve bir aradalığını mı egemen kılacağız, yoksa bölgesel ve genel savaşları fitillemek isteyen savaş lobilerinin çıkarlarını mı? Tercih hepimizin olacak.

Orta Doğu’da ise kritik günler yaşanıyor. İsrail-Hizbullah ihtilafı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “İsrail’e müdahale ederiz” çıkışı zaten kaotik olan ortamı daha da karmaşık hale getirdi. 

Orta Doğu’da olan bitenin kestirilemez hale gelmesi, siyasi ve uluslararası analizcilerin işini daha da zorlaştırıyor. Ekranlar, Rasputinlere kaldı, onlar da üfürdükçe üfürüyorlar.

İran’ın egemenlik alanını hiçe sayarak Hamas’ın barış müzakerelerini yürüten lideri Heniyye’yi katledenler, aslında kendi kuyularını kazdıklarının farkında bile değiller.

Pekin’deki müzakereler ve sorular

Çin’in Filistin’deki örgütleri yan yana getirmeyi başarması önemli bir hamle, ama bu niye bir Uzak Doğu ülkesine kalıyor sorusunu kendimize sormalıyız. Hâlâ Hamas=Filistin sıkıştırması içinde kalarak kendimizi tekrar ediyoruz. Muhalefetin gerek Filistin’de gerek Suriye’de ortak bir iradede buluşamaması sıkıntılı bir durum, daha ne olmalı ki aktörler asgari müştereklerde yan yana gelebilsinler.

 

Güney Afrika Cumhuriyeti tek başına Netanyahu’nun mahkûm edilmesini sağlayarak çok önemli bir adımı gerçekleştirdi. Biz de İstanbul’da benzer bir Vicdan Mahkemesi’yle sivil toplum örgütleri olarak soykırımcı Netanyahu’yu mahkum etmiştik. Ama itiraf etmem gerekir ki sokak eylemlerine arzu ettiğimiz katılımı sağlayamıyoruz, protestolar ve Filistin’le dayanışma etkinlikleri partiler ötesi işler olmasına rağmen. Bunun nedenleri üzerinde düşünmekte fayda var, yurttaşın öncelikleri mi farklı, bir kanıksama ve bıkkınlık mı oluştu, nasılsa sonuç değişmeyecek konformizmi mi hakim, bilemiyorum ama “iradelerin dönüşümü”nü hedeflemek önemli ve kutsal bir yükümlülük.

Umarım bu hafta sonu itibariyle İstanbul’un birçok yerinde Filistin tutsaklarıyla dayanışma yürüyüşü ve İsmail Heniyye suikastını protesto eylemleri, bu son gelişmeler üstüne yeni bir milat olur. 

Bu arada Suriye’de İran merkezli nüfus kaydırma politikaları da hız kesmeden devam ediyor. Nüfus mühendisliği kavgaları alttan alta ilerliyor. Orta Doğu’da halk ile örgütsel yapıları ayrıştırmak da kolay değil.

Belli ki, İsrail’in saldırganlığı arttıkça yakın zamanda gerçekleşmesi muhtemel olan Esad’la görüşme de Esad’la uyum sağlamayı değil, Esad’ın uluslararası normlara uyumunu gerektiriyor.

Gazze için çözüm arayışı

Ülkelerin uzun vadeli stratejileri karşısında Filistin halkının şu birkaç ayı nasıl atlatacakları kaygısı ön planda. Bu konuda atılacak taktik adımların içini doldurmadığınızda, stratejik yönelimler Gazze’deki insani faciayı perdelemekten başka bir işe yaramıyor. İçi boş ajitasyonlar, Gazze’deki çocukların acılarına maalesef merhem olmuyor.

 

Her süreç dış dinamiklerin yönelimiyle de ilintili. Birkaç ay kalan ABD seçimlerinde gizli servisin skandal sorumsuzluğu ile adeta suikasta yol verme hali Trump’a yarasa da Biden’ın çekilmesiyle gelen Kamala Harris’le beraber seçimlere katılım oranının artması ihtimali Harris’in şansını da artırmış görünüyor.

Tesadüflerde kasıt olmaz ama ülkelerin politikaları da tesadüflere bırakılmaz. Komplo teorilerinin anlamak yerine yargılamak ihtiyaçlarını bir yana bırakalım ama komplo teorilerinin saçmalığı hayatta komploların olmadığı anlamına da gelmiyor. Komploların teorisi komplo teorilerinin yerini almak durumdadır.

Dünyadaki çatışma çözümleri genellikle önerilen politikaların eşgüdümüne dayanıyor, öncelik- sonralık sıralaması dayatmaları ise genellikle kilitlenmeye ve çözümsüzlüğe yol açıyor. 

Türkiye Kürt sorununu da kendi dinamikleriyle çoğulcu bir zeminde çözemezse küresel güçlerin elinde araçsallaşabilir. Özellikle milliyetçi kesimler, reaksiyoner tutumların küresel dinamiklerin ekmeğine yağ takviyesine dönüşebileceğini hiç unutmamalı. 

Türkiye’de ise “anayasa” tartışmalarına endekslenen normalleşme ve yumuşama tartışmaları, bir yalancı bahar durumunda şimdilik, ama sonbahar itibarıyla raylar yerine oturabilir, anayasa tartışmaları ekseninde şaşırtıcı çapraz pozisyonlar içine girebilir siyasi partilerimiz. “Mavi Vatan” tartışmalarındaki acemilikler başlı başına partilerin derslerine iyi çalışmadıklarının bir işareti. Ağzı kalabalık siyasi figürler kısa dönemde ilgi çekse de kalıcı sonuç üretebilmeleri zor gözüküyor. Suya yazı yazmaya devam ediyorlar. 

Partilerin bu süreçte kendi politik tezleri üzerinde diyaloğa girmeleri çok önemli. Karşılıklı nezaket, birbirlerinin bakış açılarını onayladıkları anlamına gelmediği gibi, Özgür Özel’in gerginlik siyasetine odun taşıyan Kılıçdaroğlu’na, “artık 1. partiyiz, eskisi gibi davranamayız” gerekçesi de sorunlu. Siyasi nezaket niye bir sıralamaya tabi olsun, ÖDP genel başkanlığı yaptım 10 yıl boyunca, kimseyle siyasi nezaket konusunda bir sıkıntı yaşamadık. Bunun için birinci parti olmayı beklemedik. En radikal görüşleri yumuşak bir şekilde ifade edebileceğiniz gibi en vasat tezleri radikalleştirdiğinizde daha manalı kılmıyorsunuz, üslup çoğu zaman içeriğin katili olabiliyor. Siyasetimizin bu türden ergen refleksleri bir yana bırakarak sadede gelmesinde sayısız fayda var.

Genel olarak dünya siyasetinde solda görülen zaafların sayısız nedeni arasında en önemlisi, emekçilerin artık emek süreçlerini kontrol edemez hâle gelmesi gibi yapısal nedenlere dayanıyor. Yani mesele, “az çalıştık çok çalışmalıyız, sağa mı kaydık acaba” gibi iradi süreçlerle ilgili olmaktan çok kapitalizmin yapısal eğilimlerine denk düşen yeni politikalar üretmekte yaşanan sıkıntılarla ilgili.

Siyasetin devleti değil de devletin siyaseti belirlediği coğrafyalarda bu mesele daha da katmerli bir hâl alabiliyor. O yüzden partilerin en büyük rakibi her zaman kendileri oluyor, yenilirlerse de kendi zaaflarına yeniliyorlar. Sosyolojik değişim ve ihtiyaçlarla siyasi menfaatler örtüşmediğinde, fasit daireden çıkmak kolay olmayabiliyor. Dikey siyaset yatay siyasete dönüşemeyince herkes birbirine benzemeye başlıyor. Siyasi değil tarihsel ayrımlara dayanarak günlerini geçiriyorlar.

 

Hiçbir düşünce o düşüncenin içinde kalarak dönüşemediği için, karşılıklı diyalog, fikir paylaşımını zaaf gibi görerek uzak durmamak gerekiyor. Hepimiz birbirimizden pekala yeni şeyler öğrenebiliyor, kendimizi gözden geçirebiliyoruz.

Dünyada da muhalif siyasetin kendini egemen siyasetten ayırması gerekiyor, “onların yerini alayım dürtüsü” sizi de onlara benzetebiliyor.

Politika yoluyla toplumun değişebileceğini varsayıyoruz. Peki gübrelenmeyen toprak işlenebilir mi? “Herkes tarihin çiftçisi olmak istiyor, kimse gübresi olmak istemiyor” diyordu Gramsci. 

Terakkiperver Fırka’nın 1924’lerdeki hukuk teminatı, cumhurbaşkanının tarafsızlığı, idari adem-i merkeziyetçilik gibi taleplerin bugün de geçerli olması, yüzyıl boyunca nasıl zaman kaybedildiğinin de açık bir işareti. 

1939’da Başbakan Refik Saydam, hükümet programını mecliste okurken “Türkiye’de A’dan Z’ye her şeyin bozuk olduğunu” ifade ettiğini hatırlatıyor Şükrü Hanioğlu, Atatürk, Entelektüel Biyografi kitabında.

Vaat siyaseti, çıkara değil de hak taleplerine endekslenirse kaybedilen zamanı telafi edebiliriz belki. Bu dünyadan ne kapabiliriz itkisi yerine dünyayı daha adil nasıl örgütleyebiliriz tutkusu öne çıkmalı sanırım. 

Bu dünyada temel ihtiyaçlarımız aslında pek az ama isteklerimizin sonu yok. Dünya ise eşitsizlik ve adaletsizlik üretmeye devam ediyor. Soru şu, bu olan biten bize rağmen mi, bizim yüzümüzden mi oluyor? Her şeyden sorumlu olduğumuzun farkına varırsak, belki bu fotoğrafı değiştirmek için harekete geçebiliriz artık. 

Kaynak:  

  • Ufuk Uras, Alternatif Siyaset Arayışları, İthaki, 2007.  
  • Antonio Gramsci, Prison Notebooks, Columbia University Press, XC111.  
  • Şükrü Hanioğlu, Atatürk, Entelektüel Portre, Bağlam, 2023.