31 Ekim 2024
Amerikan seçimlerine sayılı günler kaldı. Anketlere bakılırsa Trump burun farkıyla önde ya da başa baş bir mücadele sürdürüyor. Bu, Trump’ın lehine yorumlansa da ezici üstünlüğe sahip bir aday yok ve kimin kazanacağı hala belirsiz.
Bu durum son yıllarda ABD siyasetinin içine düştüğü durağanlık ve seçmenin çaresizliğini de gösteriyor. Amerikan siyaseti, ayakları yere basan, gelecek vaat eden, refahtan yoksun kitlelerin hayatına katkı sunacak, uluslararası siyasette de konvansiyonel Amerikan hegemonyasını yeniden tesis edecek bir siyasetçi üretemiyor.
Bu durum, kısmen Amerikan müesses nizamının böylesine bir figürün alan bulmasına imkan tanımaması ile ilgili. Demokratların siyaset tarzı statükoyu koruma üzerine kurulu, Cumhuriyetçilerin ise böyle bir derdi yok gibi görünüyor.
Önemli bir kriz döneminden geçtiğimiz gerçeğini düşündüğümüzde ise böylesine bir adayın alan bulması çok da şaşırtıcı olmaz. En ufak bir boşluk bulduğunda parlayıveren ırkçılığın yanı sıra bölgemizde yaşanan krizler ve özellikle İsrail’in Gazze’deki barbarlığının artık Amerikan siyasetinin bir parçası haline geldiğini ifade etmek mümkün. Özellikle Amerika dışındaki ve hele hele Orta Doğu’daki krizlerin, katliamların, çatışmaların Amerikan siyasetine ve kamuoyuna yansıması pek de alışılmış bir durum değil.
Amerikan kamuoyunun zihninde Orta Doğu ve İslam dünyası zaten krizlerle dolu bir yer ve ABD bu krizlerin atlatılmasına yardımcı oluyor. Bu anlamda Irak’ın 1991’de ve 2003’te işgali bile profesyonel çevreler dışında geniş kamuoyunu ilgilendirmemişti. Hatta Irak işgalinin mimarı George W. Bush ekibi ile birlikte ikinci kez seçilmişti. Bu yıllarda ABD’nin dünya siyaseti, benzin fiyatları yükselmedikçe geniş Amerikan kitleleri nezdinde pek de ilgi çeken ve dikkate alınan bir durum değildi. Şimdi ise durumun neden biraz daha farklı olduğunu açıklamaya çalışacağım.
Ancak İsrail’in canlı yayınlarda gerçekleştirdiği soykırım ABD kamuoyunu etkilemiş görünüyor. Yanı sıra seçim kampanyalarının kamuoyunu tatmin etmeyen içeriği, negatif söylemler, Trump’a destek veren popüler isimlerin ırkçı çıkışları da Amerikan siyasetinin içine hapsolduğu siyasi kısırlığın bir göstergesi.
Seçim yarışı kızışıyor
Seçim yarışına bakıldığında adayların bu kısırlığı aşma çabasından ziyade seçim sonucunu etkileyecek söylemler benimsediğini görüyoruz. Bu kısmen anlaşılır, çünkü 2016 seçimlerinden beri Amerikan seçimleri birkaç eyaletteki sandıklardan çıkacak sonuçlara endekslenmiş durumda. Salıncak eyaletler olarak bilinen Michigan, Pennsylvania, Georgia, Kuzey Carolina, Arizona, Wisconsin, Nevada ve Florida’da oy tercihlerini değiştirme potansiyeli bulunan Müslümanlar, işçi kesimi, kadınlar ya da Hispanikler seçim sonucunu belirleyebiliyor. 2016 seçimlerinde Trump ülke bazında Hillary Clinton’dan iki milyon civarında daha az oy almasına rağmen bu eyaletlerden elde ettiği avantajla başkan seçilmişti.
Irkçı ve İslam karşıtı söylemlerden kaçınmayan Trump ve ekibi Michigan’daki mitinge birkaç Müslüman imamla birlikte çıktı. Harris ise Cumhuriyetçi kadınlara kürtaj hakkının neden önemli olduğunu anlatmaya çalışıyor.
Çünkü Michigan’da yaşayan 200 bin Müslüman, Pensilvanya’daki 400 bin Porto Riko’lu ya da kürtaj isteyen Cumhuriyetçi kadınların bir kısmının oy tercihleri seçim sonuçlarını belirleyebilir. Özellikle son düzlüğe girildiğinde adaylar artık bu eyaletlere kamp kurmuş durumda. Büyük kitlelerin oy tercihleri oturduğu için adaylar bu kesimlere odaklandı.
Geniş kitleler dünyada ne olup bittiğinden çok benzin fiyatlarına odaklansa da ırkçılık nedeniyle hayatı zindan olan ya da Gazze’ye sessiz kalmayan Müslümanlar seçim sistemi nedeniyle sonuçları doğrudan etkileyebiliyor. Yani dünyada olup bitenler ve ABD’nin buna karşı tutumu ister istemez Amerikan seçimlerinin de bir parçası olmuş durumda.
Trump kazanırsa…
Amerikan seçimlerine uluslararası siyaset ve bölgesel perspektiften bakan bizler için sorduğumuz sorulardan birisi de Trump’ın kazanması durumunda mevcut çatışma ve kriz ortamının nereye evrileceği sorusu. Trump’ın bu konudaki yaklaşımı net, “Ben kazanmazsam 3. Dünya Savaşı çıkar” diyor. Trump bu söylemi, Demokratların iktidarında Rusya’yı Ukrayna işgalinden alıkoyamadıkları ve Çin’in yükselişini durduramadıkları gerçeği üzerine kuruyor. Bunlara bir de İsrail saldırganlığından kaynaklı Orta Doğu’daki bölgesel savaş senaryoları da eklendi.
Trump, iktidara gelmesi durumunda kısa sürede Rusya’yı durduracağını ifade ediyor. Önceki iktidar döneminde de Rusya’yı yatıştırıp Çin’e odaklanmıştı. Şimdi de benzer bir şey yapması beklenir. Ancak sıra İsrail saldırganlığına gelince daha fazla destekten başka bir vaatte bulunmuyor. Muhtemelen İsrail’e istediği her türlü desteği verip elini çabuk tutmasını isteyecek. İran’ı zapt etmek de Amerika’ya düşecek.
Dolayısıyla Trump’ın kazanması durumunda kısa vadede Gazze ve Filistin için daha kötüsüne hazırlıklı olmak gerekiyor. “Yüzyılın anlaşması” dediği ucube çerçeve ile yerleşimcilik yoluyla işgali tanıyan da, Gazze’nin önemli bir bölümünün ilhak edilmesini destekleyen de, Golan’ı İsrail toprağı olarak tanıyan da, ABD Büyükelçiliğini Doğu Kudüs’e taşıyan da Trump idi. Kazanması durumunda İsrail’i cesaretlendirecek adımlar ve her türlü desteği vermekten başka bir vaadi görünmüyor.
Buna rağmen, Trump’ın Müslümanların yoğun yaşadığı Michigan gibi kritik ya da ırkçılığın ters teptiği bölgelerde şansı var mı? Normalde yok ama Biden yönetiminin kısır, İsrail’e teslim olmuş siyaseti, Müslümanların Demokrat Parti’yi cezalandırmaya dönük oy tercihine neden olabilir. Kısacası kısır, korkak ve İsrail’e teslim olmuş Demokrat Parti iktidarı, faşist, ırkçı, diktatör dedikleri Trump’a karşı kaybetmelerinin en önemli nedenlerinden birisi olacak.
devamını oku daha az oku
Fakültesi’nde öğretim üyesidir.