Mısır’ı 30 yıl boyunca yöneten Hüsnü Mübarek, Arap Devrimleri ile başlayan protestoların sonunda görevi bırakmak zorunda kalmış ve halk ilk defa deneyimlediği demokratik seçimlerin sonucunda iktidarı Müslüman Kardeşlere, Cumhurbaşkanlığı koltuğunu ise Muhammed Mursi’ye vermişti. Bilhassa Türkiye ile iyi ilişkilere sahip bir yönetim sergileyen Mursi, 2013’te askeri darbe ile indirildiğinde yerine Abdulfettah el-Sisi geçmişti. Darbe ve sonrasında yaşanan süreç Türkiye tarafından ilkesel bir duruşla sert şekilde eleştirildi ve ilişkilerde gerilimli bir dönem başladı. Türkiye’nin cunta rejiminden kaçan Müslüman Kardeşler üyelerine kapılarını açması, Mısır yönetimi tarafından “ülkenin içişlerine karışmak” olarak ifade edilse de Avrupa ülkeleri ya da ABD’ye sığınanlar için bu söylem kullanılmadı. Tansiyonun yükselmesiyle karşılıklı olarak büyükelçiler çekildi ve iki ülke bölgesel jeopolitikte karşıt pozisyonlarda konumlanmaya başladı. Libya’daki iç savaş, Doğu Akdeniz’deki enerji rezervlerinin paylaşımı ve Katar krizi gibi birçok kritik meselede taraflar karşıt bloklarda yer aldı ve rekabet 10 yıla yakın süre boyunca üst düzeyde seyretti.  

Türkiye ve Katar’ın, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi aktörler ile ilişkilerini normalleştirmesinin, Mısır ile ilişkilerde de benzer bir süreci başlatacağı öngörülmekteydi. Nitekim Katar’da düzenlenen 2022 FIFA Dünya Kupası açılış töreninde Erdoğan ile Sisi el sıkışmış, istikşafi görüşmeler ve karşılıklı temaslar hız kazanmıştı. Türkiye’de “asrın felaketi” olarak ifade edilen 6 Şubat 2023 depremlerinden sonra Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şükri, Türk halkıyla dayanışma göstermek için deprem bölgesine gelmişti. Aynı senenin Mart ve Nisan aylarında Dışişleri Bakanları düzeyinde karşılıklı resmi ziyaretler sürmüş, Eylül 2023’te Hindistan’da gerçekleşen G-20 zirvesinin oturum aralarında Erdoğan ile Sisi bir görüşme gerçekleştirmişti. Temmuz ayında ise karşılıklı olarak büyükelçilerin atanmasıyla normalleşme süreci hız kazandı. Gelinen noktada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kahire ziyareti ilişkilerdeki yeni dönemin en önemli göstergelerinden birisi. Ortadoğu’nun iki önde gelen aktörü arasındaki ilişkiler için bu ziyaret çok önemli olsa da sorunların bir anda çözümü kolay görünmüyor. Zira çok farklı sahalarda ve konularda, çözümü uğraş gerektiren ve 10 yıllık kriz döneminde derinleşen, köklü sorunlar mevcut.  

Müslüman kardeşler (ihvan-ı müslimin) 

Mısır’daki Sisi yönetiminin ulusal bir güvenlik tehdidi olarak gördüğü Müslüman Kardeşler hareketi ile Türkiye arasında yıllardır süregelen sağlıklı bir diyalog mevcut. 2013 darbesi sonrası yaşanan süreçte can güvenliği için Türkiye’ye sığınan Mısır vatandaşları, siyasi faaliyetlerini öne çıkarmadan yaşamlarını sürdürdü.  Türkiye ile Suudi Arabistan arasındaki normalleşme sürecinde Müslüman Kardeşler'in Türkiye’deki yayın organı 'Mekameleen' TV yönetimi, yayınlarını durdurma kararı aldıklarını ve stüdyolarını başka bir ülkeye taşıyacaklarını duyurdu. Akabinde gelişen süreçte Müslüman Kardeşlerin bölgesel etkisini yitirdiğine yönelik kanaatin güçlendiği görülüyor. Öyle ki Müslüman Kardeşler artık Kahire yönetimi için dahi çok büyük bir tehdit değil. En azından Türkiye ile ilişkilerin normalleşmesinin önünde bir engel niteliği teşkil etmiyor.  

Libya 

Arap Devrimlerinin getirdiği çatışmalar Libya’da da bir iktidar değişikliğine yol açmış, yaşanan çatışma döneminde iktidarı uzun yıllardır elinde tutan Muammer Kaddafi öldürülmüştü. Sonrasında gelişen dönemde ülkede iktidarın paylaşımı mümkün olmamış ve şiddetli bir iç savaş başlamıştı. Bu dönemde Ankara, Birleşmiş Milletler tarafından tanınan meşru Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni desteklerken, Kahire yönetimi ülkenin doğusundaki Tobruk merkezli Temsilciler Meclisi Hükümetiyle iltisaklı Libya Ulusal Ordusu’nun yanında yer tutmuştu. General Halife Hafter liderliğindeki bu gücün, iktidarı ele geçirmesi Türkiye’nin askeri desteği ile önlenmiş, ülkede göreceli bir istikrar sağlanabilmesinde Türk askeri varlığı hayati rol oynamıştı. Dönemin Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ile Genel Kurmay Başkanı Yaşar Güler’in Temmuz 2020’deki Misrata ziyaretinden iki gün sonra Vatiyye Üssü bombalanmış, bu gelişme “Mısır tarafından Türkiye’ye en üst perdede verilen yanıt” olarak gösterilmişti. Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şükri, Ekim 2022’de bir mülakatta ilişkilerin normalleşmesinin önündeki en önemli engellerden birisinin Libya’daki Türk askeri varlığı olduğunu dile getirmişti. Bu gelişmeler bağlamında Türkiye ile Mısır arasındaki normalleşme süreci Libya’da siyasi çözüm adına umut vermektedir. Karşılıklı güvenlik teminatlarının sağlanabilmesi durumunda Libya’da seçimlerin tamamlanabilmesi ve ülke genelinde kamu hizmetlerinin yeniden faaliyete geçebilmesine dair girişimler yeniden tesis edilebilir. 

Doğu Akdeniz ve enerji meselesi 

Ankara – Kahire hattında çözüm bekleyen en öncelikli başlıklardan birisi Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon rezervlerinin paylaşımıdır. İsrail, Mısır ve Lübnan’ın Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile imzaladığı münhasır ekonomik bölge anlaşmaları neticesinde ise Türk kıta sahanlığı göz ardı edilmek istenmiş fakat Türkiye özellikle askeri varlığını sahaya sürerek bölgede bir “oldu bittiye” izin vermemiştir. Akdeniz’e en uzun sahili bulunan iki ülkenin enerji paylaşımı konusunda masaya oturamaması, üçüncü aktörlerin önünü açmış; Türkiye’nin katılmadığı, Mısır, İsrail, Yunanistan, Kıbrıs, İtalya ve Ürdün tarafından oluşturulan Doğu Akdeniz Gaz Forumu etkinlik kazanmıştır. Yunanistan, GKRY ve İsrail gibi aktörler, Ankara – Kahire eksenindeki gerilimden faydalanmışsa da somut gerçekler üzerinden ilerlendiğinde “Türkiye’ye rağmen” veya “Türkiye olmadan” buradan sonuç çıkartılamayacağı anlaşılmıştır. Özellikle Avrupa’nın Rus gazına bağımlılıktan kurtulma arayışlarını hızlandırdığı bu dönemde hem Doğu Akdeniz hem de Afrika’dan gelen enerji akışının, Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınmasına yönelik girişimler de yeniden gündeme gelecektir.  

Afrika boynuzu  

Gündemde çok fazla yer tutmasa da ikili ilişkilerdeki önemli konulardan bir diğeri de Afrika Boynuzu bölgesinde yaşanan ve Mısır’ı doğrudan etkileyen gelişmelerdir. Ankara’nın son dönemde bu bölgede izlediği proaktif diplomasi, Etiyopya ve Sudan ile ilişkiler bağlamında stratejik öneme haizdir. Etiyopya – Mısır arasındaki en büyük kriz başlıklarından birisi olan Rönesans Barajı konusunda Türkiye, Etiyopya’ya diplomatik, teknolojik ve ticari boyutlarda destek vermekte ve bu durum Kahire tarafından bir “meydan okuma” olarak algılanmaktadır. Baraj projesinde 200’ün üzerinde Türk şirketi faaliyet göstermekte, bu rakam Türkiye’yi Çin’in ardından Etiyopya’nın en büyük 2. yatırımcısı noktasına getirmektedir. Benzer şekilde Türkiye’nin hem Etiyopya hem de Sudan ve Somali’deki pozisyonu ve askeri ortaklıkları Mısır yönetiminde rahatsızlık uyandırsa da ilerleyen dönemlerde olası barış arayışlarına katkı sağlama potansiyelini de bünyesinde barındırmaktadır.  

Normalleşmeden beklentiler ve muhtemel iş birliği alanlar 

Ortadoğu’nun en kritik ve zor günlerinde gerçekleşen bu ziyaret, sadece iki ülke için değil, tüm bölge için büyük anlam taşıyor. İsrail’in 7 Ekim’den bu yana Gazze ve Batı Şeria’da uyguladığı katliamların durdurulması noktasında, Türkiye ile Mısır normalleşmesi kritik bir gelişme. Bu saldırılar özellikle Mısır üzerinde siyasi ve ekonomik baskı yaratıyor. Ayrıca Gazze’deki sivillerin Mısır’a itilmesinin engellenmesi noktasında Kahire yönetiminin daha güçlü uluslararası desteğe ihtiyaç duyması anlaşılabilir bir endişe. İsrail’in uluslararası alanda baskı altına alınabilmesi, arabuluculuk girişimleri, ateşkesin sağlanması, insani yardımların transferi, kalıcı barış, bağımsız Filistin devletinin tesisi ve savaş sonrası Gazze’nin yeniden inşası gibi tüm konular için, Ankara – Kahire normalleşmesi fayda sağlayacaktır. Toplantı sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan bu konunun her iki taraf için de ne kadar önemli olduğunu üstüne basarak vurgulamıştır. 

Ekonomi: Son yıllarda Mısır’daki yönetimin ciddi bir ekonomik bunalım geçirdiği biliniyor.  IMF ile 10 milyar dolara yakın bir kredi anlaşması için müzakerelerin sürdüğü dönemde, Akdeniz kıyılarındaki Ras el-Hekma bölgesinin 22 milyar dolar karşılığında BAE’ye satıldığı eleştirileri, Sisi yönetiminin içerisinde bulunduğu ekonomik darboğazı gösteriyor. Türkiye ile Mısır arasında 10 milyar doları bulan ticaret hacminin önümüzdeki 5 sene içerisinde 15 milyar dolara çıkartılması hedefleniyor. Bu kabul edilebilir bir hedef zira normalleşme sürecinin başlamasının ardından 2023 yılında ticaret hacmi ve yatırımlar yaklaşık yüzde 30’luk bir artış gösterdi.  

Türkiye – Mısır normalleşmesi lojistik faaliyetler açısından da bölgesel bir ivme yaratma kapasitesi taşıyor. Türk ihracatçılarının Afrika ve bilhassa Körfez’e ulaşmasında Mısır üzerinden gerçekleştirilen Ro-Ro taşımacılığının sağlıklı şekilde işletilebilmesi ve geliştirilebilmesi ihtiyacı öne çıkıyor. Özellikle Suriye’den geçen karayolunun uzun yıllardır sağlıklı şekilde yürütülemediği göz önünde tutulduğunda konunun önemi daha net anlaşılmaktadır. 

Savunma sanayii 

Son yıllarda büyük bir atılım gerçekleştiren Türk savunma sanayii; Ukrayna, Karabağ, Libya ve Suriye gibi birçok sahada kendisini kanıtladı. Bu ürünler dünyadaki birçok ülke gibi, komşularıyla gerilimli bir dönemden geçen Kahire yönetiminin de ilgisini çekiyor. Sadece insansız hava araçları değil; güdümlü füzeler, piyade tüfekleri ve hafif zırhlı araçlara yönelik talebin olduğu da biliniyor. Mısır’ın bilhassa Türk İHA ve SİHA’larına yönelik talebini, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan doğrulamış, ortak bir anlaşmaya varıldığını açıklamıştı. SIPRI verilerine göre kıtanın en büyük İHA filosuna sahip Mısır, silahlanma yarışının hız kazandığı Afrika’da, Türkiye için stratejik bir çözüm ortağı da olabilir. Türkiye’nin İHA ve SİHA konusundaki taleplere tam manasıyla yetişemediği bu dönemde Afrika’nın ucuz işgücü, üretim altyapısı ve teknolojik donanımı ile öne çıkan ülkesi Mısır, bir üretim üssü haline getirilebilir.  

Tarafları ne bekliyor? 

Türkiye-Mısır ilişkilerinde yaşanan gerilimin gereğinden fazla uzadığı konusunda tüm tarafların hemfikir olduğunu Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Sisi’nin basın toplantısından anlamak mümkün. Üstelik bu rekabet döneminde her iki ülke de önemli fırsatları elinden kaçırdı; üçüncü aktörlerin kazançlı çıktığı bir tablo oluştu. Çok geniş bir iş birliği potansiyelinin varlığı öne çıksa da her iki tarafın da karşılıklı güvenin tesisi noktasında beklentileri olması muhtemel. Tüm bu beklentilere dair iyimserlik için henüz erken. Zira tarafların, rekabetin son bulduğu ve stratejik bir iş birliğinin temellerinin atıldığı konusunda birbirlerine güven vermeleri gerekiyor. Akdeniz’de, Kızıldeniz’de, Afrika Boynuzunda ve Kuzey Afrika’da rekabetin bir anda son bulmayacağını öngörmek kolay olsa da bölgenin iki kadim devletinin ortak çıkarlarını gözetmesi gerekiyor. Bunun için tüm tarafların geçmişteki hatalardan ders çıkarması şart.