Filistin Sineması, işgalin uluslararası düzeyde kanıksanan “meşruiyet”inin sorgulanması için bir grup sinemacının katkıda bulunduğu sömürgesizleştirme çabası ile kurulmuştur.  Nekbe öncesi, daha çok yabancı yönetmenler ve Yahudi yönetmenlerin eliyle toprağı ve yurdu “imajinatif” olarak Filistinsizleştirilme tehdidiyle karşı karşıya kalan Filistinliler ancak işgal sonrası kendilerini ve anayurt imajlarını filmlerle üretme imkânı bulmuşlardır. 

Yirminci yüzyılda planlı göçle başlayıp işgalle kurulan İsrail’e karşı Filistin direnişinin üç temel kavramı bulunmaktadır. Bu üç kavram da savaş sırasında Filistinlilerin direniş ufkuna yönelik temel ilke ve süreçleri işaret etmektedir: Al-Awda (Dönüş), kifah musallah (silahlı mücadele), yine birbiriyle ilintili olan thawra hatta al-nasr (zafere kadar devrim) ve sumud (sebat) kavramlarıdır. Direnişin yeniden mücadeleyi amaçlaması, yeni bir düzen talebi, devrim sürecine götürmektedir.  Yerlerinden edilerek mülteci konumuna düşen Filistinliler, bu yok edilme sürecinde korkusuz bir fedaiye dönüşmektedirler. Filistin Sineması'nda, direnişin ortaya çıkardığı bu ilkelere uygun bir gelişim süreci gözlemlenir. Al-Awda (Dönüş), ana yurda dönüştür. Göç ettirilen Filistinliler kendi exodus (çıkış) hikayelerini Filistin Sineması aracılığıyla anlatmaktadır. Filistinli yönetmenler için, yönetmen Rashid Masharawi’nin ifadesiyle, Filistin sürekli değişen bir “durum”un adıdır. Bu durum gereği güne Akdeniz’e kıyısı olan bir yerde, Yafa’da uyanırsınız, gün biterken Lübnan’ın kuzeyinde bir kentte kendinizi bulabilirsiniz. Aynı zamanda bu durum İsrail işgali altında kentlerde mahkûm bir şekilde yaşam sürerken Lübnan’daki kamplarda yerinden edildiğiniz yerleri özlemle anarak hayat mücadelesi veren milyonlarca kişinin oluşturduğu bir ulus olmakla ilgilidir.  

Yurtsuzlaşma tehlikesiyle mücadele 

Filistin Sineması'nın, İsrail'in Filistin toprakları üzerinde resmiyet kazanmasının ardından ilan edilen Nekbe döneminde ele aldığı önemli temalardan bir tanesi, Anayurda Dönüş'tür.  Filistin Sineması, işgalin uluslararası düzeyde kanıksanan “meşruiyet”inin sorgulanması için bir grup sinemacının katkıda bulunduğu sömürgesizleştirme çabası ile kurulmuştur.  Nekbe öncesi, daha çok yabancı yönetmenler ve Yahudi yönetmenlerin eliyle toprağı ve yurdu “imajinatif” olarak Filistinsizleştirilme tehdidiyle karşı karşıya kalan Filistinliler ancak işgal sonrası kendilerini ve anayurt imajlarını filmlerle üretme imkânı bulmuşlardır. Sinema bu yönüyle Filistinlilerin karşı karşıya kaldığı topraksızlaşma ve yersiz yurtsuzlaşma tehlikesinin bertarafı için bir grup genç yönetmenin kollektif bir direnç üretme kuvvesidir.  

1960’larda aralarında Hani Jawhariya, Khadija Abu Ali, Mustafa Abu Ali, Rafiq Hijjar, Jean Chamoun, Sulafa Jadallah, Ismael Shammout, Nabiha Lutfi, Fuad Zentut, Jean Chamoun ve Samir Nimr adlı pek çok genç yönetmenin bulunduğu iniyasitifle Filistin Sineması işgale ve sömürüye karşı mukavemeti ve sömürgesizleşme mücadelesini önceleyen üretim ilkesiyle kurulmuş oldu. Bu yönetmenlerin ortak özelliği, milyonlarca Filistinli gibi, işgal ile birlikte “yerlerinden edilmesi”, ana yurtlarından uzaklaştırılmasıydı. Filistin’in karşı karşıya kaldığı yok edilme, tarihten silinme gibi bütün bir halkı tarihte yaşanmış bir fasıla gibi küçültecek bir kırımı tüm dünyaca sorun haline getirilme çabalarının sonucuydu.  

 Ancak üretilen sinema Filistin’de gösterilemiyordu. Bu yönüyle Filistin Sineması’nın ilk ve belirgin vasfı Filistin’de gösterilemeyen ve Filistin’de çekilemeyendir. Filistin Sineması büyük ölçüde sürgün edilenlerin sineması, diasporik nitelikli ve mülteci kamplarında doğan bir sinemadır. Bu tabiatla gelişen sinemanın ise ana gündemi anayurda dönüş olmaktadır. 

Filistinli yönetmenlerin anayurt tahayyülü 

Anayurda dönüş, ilk kuşakların hatırladığı topraklar, ancak sonraki kuşakların göremediği, aktarıldıkları nispette beliren, güçlü bir duyuş ve arzuyla tahayyül edilemeyen bir ata mirası olarak kalma tehlikesiyle yüzleşmektedir. Sinema bu yönüyle tahayyül etme, yeniden yapılandırma, aktarma ve meşru bir talep olarak anayurt bilincini zinde tutma olarak Filistinli yönetmenlerin ana yurdu üretme pratikleridir. Kişisel tahayyüller ortak bir hafızanın görünümleri olarak filmlere taşınmaktadır. Kasem Hawal’in Hayfa’ya Dönüş (1981) ve Mustafa Abu Ali’nin Onlar Yok’lar (They Don’t Exist, 1974) Filistin Sineması’nın anayurt eksenli bir hatırlayışın merkezinde olan filmlerdir. 

Kasem Hawal her ne kadar Iraklı olsa da çektiği Hayfa’ya Dönüş, Annemarie Jacir gibi bazı Filistinli yönetmenlerce ilk kurmaca Filistin filmi olarak kabul edilmektedir.  Hayfa’ya Dönüş, suikastla öldürülen1 Filistinli öykücü Ghassan Kanafani’nin eseridir. Pek çok Filistin filmi gibi Filistin toprakları dışında çekilmiştir. Lübnan’ın kuzeyinde bulunan Trablusşam kentindeki Nahr el Bared ve Al Bedawi kamplarında çekilen filmin sadece açılışında yer alan İsrail işgaliyle oluşturulan göç sahnesi için her yaştan 3000 ila 4000 figüran gerekmekteydi. Filmin uyarlandığı öykünün Nakba sonrası yaşandığı düşünüldüğünde, filmde yer alan figüran kadar dönem kıyafeti ihtiyacı da bulunuyordu. Filmin çekileceği zaman o dönem şartlarına sahip set hazırdı. Filmdeki öykünün mekânı da işgal altında olan Hayfa’ydı. Ancak yerlerinden edilmiş yüz binlerce Filistinlinin zorunlu ikametleri Lübnan kampları da Hayfa’ya benzemekteydi ya da Filistinliler sürgün edildikleri her yeri ana yurtlarına benzeterek sevmekteydi.  Film Hayfa’da çekilemiyor ancak Hayfa’ya benzetilerek sürgün edildikleri yerde çekiliyordu. Aslında bu filmin mekân hikayesi de Filistin Sineması’nın zorlandığı çelişkiyi anlatmak için yeterli bir örnek. Anayurda Dönüş, yönetmenlerin hatırladığı, şiir ve öykülerin betimlediği kadarıyla bilinen, hayal edilen bir mekânı üretme, keşfetme hikayesi olmaktaydı.  

Ana yurtla ilgili bir diğer film olan, adını İsrail’in eski başbakanlarından Golda Meir’in "Filistin halkı diye bir şey yoktur" sözünden alan Onlar Yok’lar filmi, Lübnan’da Mustafa Abu Ali’nin çektiği belgesel. İsrail işgal politikaları ile Ürdün’e sürülen Filistinliler nedeniyle Filistin Kurtuluş Örgütü’ndeki artan üye sayısı nedeniyle Ürdün Kralı Hüseyin’in örgüte yönelik başlattığı operasyonlar nedeniyle ülkede ikamet eden Mustafa Abu Ali Ürdün’e göç etmek zorunda kaldı.  Uzun yıllar sürgünde yaşayan Abu Ali’nin hayatı örnekliğinde, sürgünün suikastın ardından İsrail işgalinin Filistinli entelektüel ve sanatçılara ikinci seçeneği olduğu görülmektedir. Abu Ali yalnızca Onlar Yok’lar filmi ile değil aynı zamanda uluslararası düzeyde yönetmenleri Filistin meselesi ile ilgilerini çekti. Jean Luc Godard’ın dahil olduğu Dziga Vertov grubu ile çektikleri Ici et ailleurs (Burada ve Hiçbir Yerde, 1976) filmi Mustafa Abu Ali’nin desteğiyle çekilmiş, filmin başında görünen kamp filmin sonunda İsrail’in bombalamasıyla yok edilmekteydi. Abu Ali’nin kendi filmi Onlar Yok’lar ile  Ici et ailleurs (Burada ve Hiçbir Yerde) belgeselleri temelde aynı kaygıyı anlatmaktaydı. Varlıkları ortadan kaldırılmaya çalışılan Filistinlileri en iyi ihtimalle varlıklarından şüphe ettirilecek bir düzeye indirgemeyi hedefleyen İsrail’i işgalci olarak etiketlemek ve Filistinlilerin varlık mücadelesini belgelemek, ellerinden alınan toprakların neye benzediği hatırlatmak Filistin Sineması’nın imaj stratejisi olmaktadır.  Filistin Sineması’nda Ana Yurda Dönüş, kaybedilen hüviyeti yeniden bulmak, kaybettiğinle tanımlanmak, gidemediği için arzusu bitimsiz bir hatırlatana dönüşmektedir. İsrail’in destek verdiği Sabra ve Şatilla katliamları düşünüldüğünde (1982) göç ettirildiği yerde de Filistinliler için yaşamak imkânı oldukça dardır. Ana yurt işgali yalnızca kendi toprakları için yeni yaşamaya başladıkları alan için de geçerli bir rejime dönüşmektedir. Ürdün’de, İsrail işgali altındaki topraklarda, Gazze’de, Lübnan’daki kamplarda, Mısır’da ve Avrupa’da yaşayan Filistinlilerin ortaklaşa Filistin’i izleyebildikleri yer Filistin Sineması olmaktadır. Filistin Sineması ise ana yurtta çekilemeyen, işgal altındaki bölgelerde gösterilmeyen, kuşaklar geçtikçe göreni azalan ana yurdu imajlarla üreten bir düş ve hafıza mekanıdır.