İsrail apartheid işgal rejiminin askerleri tarafından başından vurularak şehit edilen Ayşenur Ezgi’nin cenaze merasimini haberleştirmek için Didim’e gelen NYT muhabiri Ben Hubbard, uzunca bir yazı kaleme aldı.  Amerikalı muhabirin yazdıkları gördükleri karşısında yaşadığı şaşkınlığı ele veriyordu: “Her yerde Türk bayrağı asılıydı, Allahu Ekber nidaları vardı. Hiç Amerikan bayrağı yoktu. Cenazeye önemli ve üst düzey Türk yetkililerin katılması Türkiye’nin Ayşenur’un ölümünü “milli bir mesele” olarak gördüğünü gösteriyor. Ayşenur’un Amerikan vatandaşlığı da var ama cenazeye hiçbir Amerikalı yetkili katılmadı. Ayşenur’un cenaze töreninde derin bir Türklük ve Filistin yanlısı hava hâkimdi.”

Evet, Ayşenur’un baba evi de olan taziye evinde Türk bayrağı asılıydı, her yönüyle Ege meşrebine sahip bir Anadolu evi. Ailesi de hepimizin ailesi gibi. Cenazedeki bu derin “Türklük” havasına rağmen -ki o, aslında buralı olma halidir- Ayşenur, Amerikalı bir aktivist olarak adlandırıldı çoğu haberde. Belki de Amerika’yı harekete geçirmeye zorlamak ve bu sorumluluğu yüklemek için Ayşenur’un vatandaşlığı ön plana çıkarıldı. Ama ben ilk okuduğum andan itibaren sevemedim bu tercüme kelimeyi. İngilizcede bir bağlamı ve karşılığı olsa da Türkçe’de kelimenin Türk halkına yabancılığı, o hafif meşrep, o hercai ve militan tınısı bu soylu davranışın, emeğin, fedakârlığın ve iyiliğin hakkını vermiyor gibi hissettirdi bana. Tüm hafif meşrep telmihleriyle bu kelimenin, Ayşenur’un bu ciddi, vakarlı ve soylu mücadelesini karşılamadığını düşündüm. Ve şunu da: Türk gençleri bu kelimeyi duyar duymaz onunla bağ kurabilecekler miydi?  

Ayşenur’un işgalci İsrail rejiminin askerleri tarafından vurulduğu duyulur duyulmaz, hakkındaki bilgiler de medyanın merak konusu oldu. Sosyal medya profilinde, topluma faydalı olmak istediğini yazıyor, otizmli çocuklarla ilgili çalışmalarından bahsediyordu. Gönüllüsü olduğu Amerikalı Müslümanlara ait bir dernekte (WASAT) çekilmiş 2019 tarihli bir fotoğrafı da sosyal medyada kısa sürede yayılmıştı. Fotoğrafta Ayşenur kendi el yazısıyla yazdığı bir notla görülüyordu. Bu notta derneğin kendisi için ümmeti temsil ettiğini söylüyor ve ekliyordu: Allah’a tam teslimiyetle yolculuğumu desteklemek için ihtiyacım olan doğru yola erişmek için birbirini desteklemeye adanmış bir topluluk.”  

Ayşenur’un kaderi, hayatı boyunca özgürleşmesi için mücadele ettiği Filistin’in kaderine benzedi. İslamcılar ve solcular onu birbirlerinden adeta “kıskandılar.” Kategorize etmeden, etiketlemeden sevemeyenler ve benimseyemeyenler, onun ideolojik olarak nereye ait olduğuna dair ipuçlarının peşine düştüler. Onun hikâyesini kendilerine yakın gördükleri yerden yakalayıp, adını kendilerine mal etmeye çalıştılar. Yakın arkadaşı Valery Ross Ayşenur’un hatırası için kaleme aldığı yazıda bir derneğe üye olduklarını ama sonra nihai olarak terk ettiklerini ifade etse de Ayşenur’un 2017 yılında “Sosyalist Alternative” isimli dernekte yaptığı bir konuşma videosu, şehadetinin önüne geçti. Naaşı henüz toprağa yeni verilmişti, medyanın görüntülenme ve dikkat çekme iştahı hiçbir hatır tanımadı, şehidinkini bile.  

Kalıplara sığmayan ruhlar vardır. Herkes onları sahiplenmek ister ama onlar etiketlenemez ve kategorize edilemezler. Kendilerine akacak bir yatak arayan coşkun ırmaklar gibidirler. Ayşenur, kendi yatağını arayan coşkun bir nehir gibi akan ruhuyla, adalet duygusu yüksek, merhametli ve özgür bir genç kız olarak, bir süre içinde bulunduğu Sosyalist Aktivist Derneği’nden ayrılmış ve Filistinlilerce Batı Şeria’daki İsrail işgalini dünyaya duyurmayı hedefleyen ISAM (Uluslararası Yardımlaşma Hareketi) adlı dernekte gönüllülük esasıyla çalışmaya devam etmişti. Yolunu kaybederek girenlerden değil, uzaklardan koşarak gelip Filistin’e kalbiyle ayak basanlardan biri olmuştu.   

Ayşenur’un bu soylu ve özgür ruhu mercek altına alındı. Kimileri Ayşenur’un hikâyesini kendisine mal etmeye çalışırken kimileri de onun hikâyesini hiçleştirmeye koyuldu. Soylu ruhunu ve mücadelesini “karartmak” için sanki aktivizm gibi bir meslek varmış, onu seçenler zaten baştan ölüme yazılırmış gibi Ayşenur’un orada bulunuşunu ve ölümünü “doğallaştırdılar”; her gönüllünün başına gelecek bir olaymış gibi vaka-ı adiyeden saydılar. Oysa aktivizmin doğal sonucu değildi bu ölüm, işgalci İsrail rejimine ait kasıtlı ve planlı, affedilmez bir cürümdü.  

Ayşenur’un mücadelesi, bazılarını imrendirip cesaretlendirirken bazılarını da kızdırdı. Kendi büyük yanılgılarını, cesareti, adanmışlığı ve şehadetiyle bir çırpıda yalanlayan bu cesur kıza öfkelendiler; “Radikal derneklerce kandırılmış, gitmeseymiş, kendine yazık etmiş” dediler. Ve bu tür cümleler bir kez daha gösterdi ki başkasına dair konuşan herkes en çok kendinden haberler verir. Oysa en yakın arkadaşlarının anlattıklarından öğrenildi ki Ayşenur, Filistinlilere destek olmak için kendisini Batı Şeria’ya götürecek bir organizasyon aramış ve nihayetinde Filistin için birlikte çalıştığı Filistinli bir dernek olan ISAM üzerinden Batı Şeria’ya ulaşmış.   

Cuma günü şehit edilmesinden sadece dakikalar önce, yalnızca yakın arkadaşlarına açtığı Instagram hikâyesinde, İsrail askerleri ilişmesin diye yanlarında beklediği Cuma namazı kılan Filistinlilerin fotoğrafıyla birlikte şu mesajı paylaşmış: ‘’ Cumanız mübarek olsun.”   

Ayşenur, Filistin milli şairi Mahmud Derviş’in “Düşün Onları” şiirinde yaptığı çağrıya icabet ederek kalbiyle Filistin’e ayak basan soylu ve ölümsüz bir ruh olarak tarihteki yerini aldı.  

Evine dönerken düşün onları   

Çadırdan kendine ev yapanları  

Sen uyumak için yıldızları sayarken gökyüzünde  

Unutma sakın gökleri elinden alınmışları   

Ve haykır:  

 Ah karanlıkta yanan bir mum da ben olsam!   

Herkes her şeyi kendi meşrebince ve nasibince yaşar. Nitekim ideoloji esnafları, haz esirleri, Ayşenur’u istismar edemediler. Cumartesi günü Ayşenur Camii avlusundan çok güzel ve layık olduğu bir hürmetle uğurlandı. Çok farklı siyasi görüş ve meşrepten insanın bir arada olmasına rağmen, kimse kimseye yan gözle bakamadı, kem söz edemedi. Türkiye’nin özü diye bir şey varsa eğer o gün o, cami avlusundaydı. Kaç kişiydi diye saymadım merak da etmedim; zira öz sayılamaz, samimiyet sayılamaz, gönülden çıkıp gelen sayılamazdı. Güzel ve temiz bir ruh herkesi selamda, İsrail’e, o şeytani kötülüğe kahırda, birleştirdi. Ne gündelik siyaset ne ideolojik hesaplar. Sosyal medya için özel reyting büyüteciyle odaklanılan siyasi tartışmalar bile, cenazeyi gölgeleyemedi, hatta orda bulunanların bundan haberi bile olmadı.  

Sevgili Ayşenur, huzurla uyu; ne siyasetin ne grupların ne şahsi egoların ihtirası, ne de karanlık hiçbir şeyin gölgesi düşmedi senin üstüne. Kaderin ve nasibin buna izin vermedi ama haklı itirazlar ve adalet talepleri hep oradaydı, oradaydı tüm içten sitemler.  

Gerçek bir hikâyesi olanlar dışında zamanın değirmeni her şeyi öğütür, tüm çehreleri silikleştirir ve tüm isimleri unutturur, kendini şahsi çıkarlarını aşan bir hikâyeye katanların hatıraları ve hatırları unutulmaz. Ayşenur’un da her hayırlı işte, her iyilik ve özgürlük mücadelesinde, her sömürgecilik karşıtı direnişte adı anılacak. Filistin için toprağa düşen her canda Ayşenur’un da adı geçecek ve Filistin özgür olduğunda Ayşenur’a ve onun gibi tüm şehitlere selam durulacak.  

Nihayetinde Ayşenur bize bu hayata ne pahasına olursa olsun mal mülk edinmek, ne olursa olsun kariyer yapmak, ne olursa olsun mevki ve güç elde etmek, ne olursa olsun başarılı hatta mutlu olmak için gelmediğimizi hatırlattı. Ayşenur’un şehadeti herkese vazifesini bir kez daha hatırlattı.   

Sen bir çiçeksin dedi  

Tabiatın vakti gelince açmak  

Vakti gelince solmak  

Bir çiçeksin, çalıların ve dikenlerin arasında  

Vazifen hep çiçek kalmak  

  


Not: Yazıda kullanılan ilk şiir yazarın çevirisi, ikinci şiirse kendisine aittir.