07 Kasım 2024
Daron Acemoğlu’nun Nobel ödülüyle taçlanan başarı öyküsü ile Türkiye’de yaşayan Suriyeli gençlerin durumu arasında ilk bakışta belirgin olmayan ama derin bir bağ bulunmaktadır. Daron Acemoğlu, Ermeni kökenli bir aileden gelmekte ve Türkiye doğumludur. Türkiye’de lise eğitimini tamamladıktan sonra İngiltere’de lisans ve lisansüstü eğitimine devam etmiştir. Sonrasında, Amerika Birleşik Devletleri’ne göç etmiştir. Burada, prestijli üniversitelerden biri olan Massachusetts Institute of Technology’de (MIT) görev almış ve akademik kademelerde yükselmiştir.
MIT'de kurumun verdiği en yüksek akademik ünvanlardan biri olan “Institute Professor” olarak görev yapmaktadır. Kurumlar, ekonomik büyüme ve kalkınma üzerine yaptığı araştırmalar ile dikkat çekmekte, ekonomi, siyaset bilimi ve diğer alanlarda büyük bir etki yaratmakta ve geniş bir alanda tanınmaktadır.
Nobel Ödülleri
Alfred Nobel tarafından kurulan Nobel Ödülü, yaşamları boyunca “insanlığa büyük faydayı sağlayan” çalışmaları gerçekleştiren, hayatta olan kişilere verilmektedir. İlk kez 1901 yılında verilen bu ödül, fizik, tıp, kimya, barış ve edebiyat alanlarında bireylere sunulmaktadır. Ekonomi Nobeli olarak bilen Sveriges Riksbank Ödülü ise 1968 yılında eklenmiştir.
Acemoğlu 2024 yılında iktisat alanında İsveç tarafından verilen Nobel Ödülü’ne layık görüldü. Acemoğlu’nun başarı hikayesi, eğitim ve araştırma yoluyla Türkiye’den çıkıp dünyada önemli bir yer edinmiş bir bilim insanının öyküsüdür.
Bu ödülü almasından dolayı Acemoğlu adına birçok Türkiye vatandaşı gibi ben de gurur duydum. Biliyoruz ki, Acemoğlu ABD’ye göçmen olarak gitti. Kendime şu soruyu da sormadan edemedim: Türkiye’de yetişen bir Suriyeli çocuk, Daron Acemoğlu’nun ABD’de çalıştığı gibi ülkenin en iyi üniversitelerinden birinde hoca olabilecek ve araştırma yapabilecek şekilde toplumsal eleme mekanizmalarından sadece kabiliyetine bakarak geçebilir mi, yoksa Suriyeli olduğu için bir yerden sonra kariyer basamaklarını tırmanması engellenir mi?
Birçoğumuzun Suriyeli çocukların Türkiye’de kariyer basamaklarını çıkmasını bırakın, yaşaması ile ilgili önemli karşıtlıkların olduğu bir ülkede bu soruyu sormak abes de gelebilir.
ABD birçok açıdan eleştirilebilir fakat takdir edilebilecek özelliklerinden biri de göçmen kültürü ile gurur duyan ve göçmenlere yalnızca bir sığınak değil, gelişim fırsatları da sunan bir ülke olmasıdır. Her ne kadar Donald Trump yönetimi yıllarından itibaren geriye gidişler olsa da genel itibarıyla yeni gelenlerin yalnızca çalışabilmeleri yoluyla ekonomik sisteme katılımları ve dolayısıyla topluma karışmaları kolayca mümkün olabilmektedir. Ayrıca, yeni gelenler büyük ölçüde kendi kültürel ve sosyal değerleri ile Amerikan toplumunda yer bulabilmektedir. Bu da oraya gidenlere kendilerini Amerika’ya ait hissettirmekte ve başarılı olmalarında önemli rol oynamaktadır.
Göçmenlerin entegrasyonunu kolaylaştıran bu yaklaşım, Acemoğlu gibi insanların toplumda hak ettikleri yeri bulmasına ve ABD’ye uzun vadeli katkıda bulunmasına olanak tanımaktadır.
Göçmen toplumu olmak
Nobel Ödülleri ABD’nin göçmen dostu bir toplum olduğunu göstermek için uygun. 1901-2019 arasında Nobel Ödülü kazananlar arasında ABD’ye göç eden 143 göçmenin bulunduğunu görmek mümkün. Ödülü aldıkları sırada ABD'de bir yükseköğretim kurumunda bulunan veya kalıcı olarak ABD'ye göç etmiş olan bu ABD dışında doğmuş bilim insanları, Nobel Ödülleri'nin kayda değer bir bölümünü kazanmıştır. Bu 143 kişi, Nobel Ödülü sahiplerinin yüzde 15’ini ve bütün ABD’den kazananların ise yüzde 34’ünü oluşturmaktadır.
2024 yılında Nobel Ödülü kazananlar arasında üç kişinin ABD doğumlu olmayan fakat ABD üniversitelerinde çalışan akademisyen olduğu görülmekte. Bu rakamlar gösteriyor ki, ABD dünyanın her tarafından iyi beyinleri toplayan ve bununla da bilimdeki liderliğini koruyan bir ülke. Öte yandan, Türkiye’de bu durumun tam tersi yaşanmakta. Ülkemize gelen göçmenler, özellikle de Suriyeli gençler, potansiyellerini ortaya koyabilecekleri fırsatlardan büyük ölçüde yoksun kalmaktadır.
Suriyeli göçmen çocukların eğitim hayatına adım atabilmeleri, ciddi engellerle doludur. İlk olarak, ailelerinin kayıt dışı olması durumunda okula gitmeleri mümkün olmamakta, kayıt altındaki çocuklar için ise ekonomik zorunluluklar sebebiyle çalışmak daha öncelikli hale gelmektedir. Sonuçta eğitim meyvesini çok daha uzun vadede gösterebilecek bir yatırım ve bu çocukların ve ailelerinin hemen paraya ihtiyacı bulunduğu için çocuklarını okul yerine bir işe göndermeleri çok daha öncelikli görünebilecektir.
Ayrıca, dil bariyeri nedeniyle derslerinde zorlanmaları ve başarısız hissetmeleri, okulu bırakma ihtimallerini artırmaktadır. Bunun yanında, akran zorbalığı ve kimi zaman öğretmenlerin bile bu dışlamaya katılması, Suriyeli çocukların eğitim hayatında kalıcı başarılar elde etmesini zorlaştırmaktadır.
Akran zorbalığı ve dışlanma
Suriyeli çocukların okulda akran zorbalığına maruz kaldıkları birçok araştırmada ortaya konmuştur. Bu olumsuz şartlar altında Suriyeli çocukların başarılı olmasını beklemek, devenin iğne deliğinden geçmesini beklemek ile eşdeğer. Yine de birçok göçmen çocuk bu imkansız gibi görünen engelleri aşarak başarılı da olmaktadır. Özellikle matematik gibi daha az Türkçe bilgisi gerektiren derslerde performansları daha iyi.
Suriyeli bir çocuğun Türk eğitim sisteminde başarısız olmasının birçok sebebi olabilir, Lev Tolstoy'un Anna Karenina romanının açılış cümlesinden hareketle her başarısızlığın kendine özgü nedenleri vardır ancak başarılı örnekler birbirine benzer denilebilir. Suriyeli çocuklardan bazıları başarılı olabilirse, toplumsal sistemimizin başarıyı ödüllendiren ve liyakata dayalı olduğunu çıkarmak mümkün olacaktır.
Göçmenlerin topluma entegre olmalarındaki en önemli iki kanal iş hayatı ve okuldur. Erkekler genellikle iş hayatı kanalıyla toplumla kaynaşmakta, göçmen çocuklar da iyi bir okul deneyimi geçirdiklerinde, topluma farkına varmadan karışmaktalar. Bu da bize eğitimin Suriyelilerin adaptasyonundaki önemini göstermektedir.
Suriyeli gençler, eğer yeteneklerini geliştirebilecekleri bir ortamda desteklenirlerse, ülkemizin büyümesi ve gelişmesi için değerli bir kaynak haline gelebilirler. Bu, yalnızca gençlerin kendileri için değil, Türkiye için de uzun vadede büyük kazanımlar oluşturacak bir sürecin başlangıcı olabilir.
Burada, Türk çocuklarından kaynakların azaltılarak Suriyeli çocukların eğitimine kaynak ayrılmasını kastetmiyorum. Zaten sınıftaki herkese kabiliyeti kadar not veren adil ve pozitif atmosferde oluşan rekabet Türk çocuklarının da başarısına olumlu yansıyacaktır. Suriyeli çocukların eğitime daha çok katılması ile Türk çocuklarının eğitim performanslarının arttığını gösteren de çok sayıda araştırma sonucu bulunmaktadır. Diğer bir ifade ile, Suriyeli çocukların eğitimini desteklemek demek aslında Türk çocuklarını da desteklemek demektir.
Aslında bu coğrafya, göçmenlerin devletin önemli kademelerine gelmelerine yabancı değil. Osmanlı İmparatorluğu’nda devlete sadık ve nitelikli bürokratlar yetiştirmek amacıyla uygulanan devşirme sistemi, Osmanlı toprakları dışında doğan birçok çocuğun devlet kademelerinde önemli görevlere gelmesini sağlamıştır. Bu çocuklar, Balkanlar gibi Osmanlı sınırları dışında bulunan bölgelerden seçilip İstanbul’a getirilir, burada eğitim gördükten sonra devlet hizmetinde görev alırlardı. Enderun Mektebi, özellikle bu çocukların Osmanlı sarayında eğitildiği en önemli kurumlardan biriydi. Bu sistem sayesinde Osmanlı toprakları dışından gelen bireyler, Osmanlı toplumunda yükselme imkânı bulmuş ve devletin yönetiminde kilit rollere erişmişlerdir. Osmanlı’ya önemli katkıları olan Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa, Köprülü Mehmed Paşa ve Pargalı İbrahim Paşa örnek olarak verilebilir.
Sonuç olarak, Acemoğlu gibi göçmenlerin başarı hikayeleri, yalnızca bir bireyin değil, göçmenlere kucak akan bir ülkenin ne kadar büyük kazanımlar elde edebileceğini göstermektedir. Türkiye’nin bu potansiyeli göz ardı etmek yerine, göçmenlere gelişim fırsatları sunan daha kapsayıcı bir toplumsal yapı oluşturması, hepimiz için daha güçlü ve birleştirici bir gelecek oluşturabilecektir.