Petrole Kurban Edilen İran Başbakanı: Muhammed Musaddık 

Orta Doğu araştırmacısı Mehmet Akif Koç, 1979 Devrimi öncesi Pehlevi İranı’na damga vuran politik figürler arasında yer alan ve 1953’te ABD-İngiltere ortak darbesiyle görevden uzaklaştırılıp hapse atılan İran Başbakanı Muhammed Musaddık’ın portresini Fokus+ için inceldi.
Mehmet Akif Koç
Petrole Kurban Edilen İran Başbakanı Muhammed Musaddık     
16 Temmuz 2024

İran’da 20. yüzyılın ilk yarısında, yani Türk soylu Kacar hanedanının son çeyrek yüzyılı ve baba-oğul Pehlevilerin ilk on yılları açısından önem arz eden politik figürlerin başında, bir dönem Başbakanlık koltuğunu da işgal eden ve uluslararası bir darbeyle bu görevden el çektirilen Dr. Muhammed Musaddık gelir.   

1953’te başbakanlıktan indirilip hapse atılan Musaddık’ın politik mirası, İranlıların toplumsal muhayyilesinde uzun yıllar tesirini sürdüren önemli izler bıraktı.   

İlk yılları ve politik kariyeri  

Saraya mensup varlıklı ve soylu bir aileden gelen Musaddık, 1881’de Tahran’da dünyaya geldi. Babası Mirza Hidayetullah İran’ın soylu ailelerinden ve tanınmış önderlerinden Mirza Muhsin Âştiyânî’nin torunlarından olup, Kacar Sultanı Nâsıreddin Şah’ın vezirlerinden biriydi. Annesi Mülktâc Necmü’s-Saltana Hanım ise Kacarların kudretli prensi Azerbaycan Valisi Abbas Mirza’nın torunu ve Firuz Mirza Nusretü’d-Devle’nin kızıdır. Musaddık 19 yaşındayken, Nâsıreddin Şah’ın torunlarından Zehra İmamî ile evlendi ve bu evlilik eşinin vefatına kadar, 64 yıl sürdü.   

Muhammed Âştiyânî’nin “Musaddık” adını alması, Kacarların kudretli hükümdarı Nâsıreddin Şah’ın ona henüz çocukluğunda Musaddıku’s-Saltana unvanı vermesine dayandırılır. Musaddık ilk olarak babasının vefatı üzerine henüz delikanlılık çağında tevarüs ettiği Horasan vilayetinde “müstevfilik” vazifesini uhdesinde tuttu. Bu dönemde politik çevrelerle de ilişki kurdu, hürriyet ve meşrutiyet taraftarlarına daha yakın bir politik pozisyon sahibiydi. Ardından tahsil için Avrupa’ya gönderildi. 1909-10 yıllarında ise Paris’te (Sciences Po) ekonomi eğitimi aldı, akabinde İsviçre’de (Neuchatel) hukuk doktorasını tamamladı. Bazı kaynaklar, Musaddık’ın bu diplomasının, hukuk alanında bir İranlının Avrupa üniversitelerinden aldığı ilk doktora payesi olduğunu zikreder.   

Söz konusu dönemde bölgenin diğer önemli toplumları olan Osmanlı ve Mısır’da olduğu gibi, modernleşme yönelimi Fransız modelini örnek almaktaydı, yüksek tahsil için bu ülkeye gidebilen kişilerse saray çevrelerine yakın bir avuç aristokrat aileye mensuptu. Musaddık da bu genel çerçevenin bir istisnası değildi.   

Musaddık ülkesine dönünce Tahran Üniversitesi’nde siyaset bilimi dersleri verdi, bu esnada patlayan Birinci Dünya Savaşı’yla başlayacak dönem ülkedeki tüm dengeleri kökünden dönüştürecekti. 1905-07 İran Meşrutiyet Devrimi ülkedeki politik atmosferi hı zla değiştirirken, Musaddık’ı 24 yaşında Isfahan’dan seçimlere girerek yeni oluşturulan İran Meclisi’ne taşıyacaktı. Ancak, 30 yaşın altında olduğu için resmen mebusluk etmesi anayasal olarak mümkün değildi, bu arzusunu biraz erteleyecek ama bilahare fazlasıyla elde edecekti.    

Savaş sonrasının karmaşık atmosferinde İsviçre’ye gittiyse de Başbakanlık koltuğuna oturan Müşirü’d-Devle’nin davetiyle ülkeye döndü ve Kacar döneminin sonuna kadar çeşitli üst düzey görevlerde bulundu. 1919’da ülkeye döndüğünde Adalet Bakanı olarak atandı, ardından Fars Vilayet Valisi olarak görev aldı. Ahmed Kavam’ın kabinesinde 1921’de Maliye Bakanı, Müşirü’d-Devle’nin kabinesinde 1923’te Dışişleri Bakanı oldu. Ayrıca, Azerbaycan Vilayet Valisi olarak görevlendirildi. 1923’te Kacar döneminin son parlamentosuna da mebus olarak seçildi.   

Bu sıralarda İran politik hayatında bir başka figürse, ikbal basamaklarını kendisinden daha hızlı tırmanmaktaydı. Rusların kontrolündeki Kozak Tugayı içinden yetişen bir subay olan Rıza Han, savaş sonrasının kaotik şartlarında general rütbesine erişip hızla yükselmiş, önce savunma bakanlığını bilahare başbakanlığı eline geçirmişti. Nitekim Rıza Han’ın taraftarları, İngilizlerin de kayda değer politik ve askeri desteğiyle, Aralık 1925’te son Kacar hükümdarı Ahmed Şah’ı azletti ve Rıza Han’ı yeni Şah ilan etti. Böylece yaklaşık 130 yıllık Kacar hanedanı tarihe karışmış olup, 1979’a kadar tahtta kalacak Pehlevi hanedanı devri başlamaktaydı.   

Baba-oğul Pehlevilerle mücadelesi ve Başbakanlığa yükselişi  

Meclis’in önde gelen mebusları arasında bulunan Dr. Musaddık, aynı zamanda Kacar sarayı çevresinde büyüyüp yetişen (anne tarafından da Kacar şehzadesi sıfatıyla) bir aristokrat olarak bu süreçlerin karşısında konumlandı. Rıza Han’ın Şah ilan edildiği Meclis oturumunda çekinmeden söz aldı ve başbakanken yaptığı icraatları ve istikrara katkısını övmekle birlikte, kendisinin Şah ilan edilmesinin 1906 Anayasası’na aykırı olduğunu müdafaa etti. Ancak, bu kuvvetli muhalefeti dalgaların aktığı yönü ve sonucu değiştirmedi, kendisi gibi açıktan karşı çıkıp bunu savunan sadece beş kişi vardı. Rıza Han artık Rıza Şah oldu, Musaddık içinse sıkıntılarla dolu bir mücadele hayatı başladı 1925’ten itibaren.  

Musaddık’a, bu sert muhalif duruşu nedeniyle 1925’ten sonra Rıza Şah’ın istibdat atmosferinde bütün görevlerinden el çektirildi ve İran’da siyaset yapması imkânsız hale getirildi. Politik eleştirilerine devam edince Tahran yakınlarında bir kasaba olan ve büyük mülklerinin bulunduğu Ahmedâbâd’da zorunlu ikamete mecbur edildi, hatta Rıza Şah’ın son yıllarında bir süre hapse mahkûm edildi. Ancak, bu inatçı aristokrat için siyasi hayat henüz sona ermemişti. İçeride istibdatla ülkeyi yöneten Rıza Şah, dış politikada Almanlarla tehlikeli şekilde yakınlaşınca, Birinci Dünya Savaşı’nın ardından ikinci büyük harpte de ülkesi Sovyetler ve İngilizler tarafından bir kez daha işgal edildi; nihayet 1941’de oğlu Muhammed Rıza lehine tahttan çekilmeye zorlandı.    

Muhammed Rıza genç ve tecrübesiz bir monark olarak 1941’de tahta çıkarılınca, ülkede nispi bir özgürlük havası esmeye başladı, politik partiler de bu ortamda daha rahat hareket edebilme imkânına kavuştu. Ancak, bu hal de geçici olacaktı. Musaddık, hırslı bir politikacı olarak, mecburi ikamet ve hapiste atıl vaziyette geçen 16 yılın ardından, 1943 parlamento seçimlerine hazırlanmaya başladı. Halk nezdindeki popülaritesi 1943’te Tahran’dan yeniden seçilerek Meclis’e girmesinin yolunu açtı, bundan sonraki 10 yıl kariyerinde büyük yükselişlere ve büyük çöküşlere yol açacaktı.  

Musaddık’ın bütün bir uluslararası toplumun gündemine gelmesi, 1951-53 dönemindeki Başbakanlık görevi ve akabinde yaşanan süreçle oldu. Dönemin şartlarında Orta Doğu’da yükselen milliyetçilik ve Batı karşıtı söylem, İran’da da etkili olmaktaydı. Sovyetlerin Batı ve emperyalizm karşısındaki söylem üstünlüğü ve İran milliyetçiliğinin yükselişi, İran petrolü üzerinde 1900’lü yılların başından beri tek karar verici konumunda olan İngiltere’yi hedef tahtasına oturttu. 1940’ların sonundan itibaren Şah ve ona yakın başbakanlar İran muhalefeti tarafından sertçe eleştirildi, genel grevler ve Başbakan Razmara’nın suikasta uğradığı kaos ortamında, Musaddık büyük bir toplumsal destekle Meclis tarafından Başbakan olarak ilan edildi, hemen öncesinde de petrolün millileştirilmesi kararı alınmıştı.   

Musaddık’ın kaçınılmaz düşüşü ve sonu   

Ancak Musaddık’ın arkasındaki toplumsal ve politik destek, Şah ve uluslararası baskılar karşısında kendisini sadece iki yıl başbakanlık makamında tutmaya yetebilecekti. 1953 Ağustos’ta önce İngilizlerin yapmaya çalıştığı başarısız bir darbe, arkasından birkaç gün sonra ABD-İngiltere işbirliğinde bu sefer ordu içinden ve sokaklardan destek alan başarılı bir darbe Musaddık’ın 10 yıllık politik yükselişine son verdi.   

Darbenin başındaki General Zahidî tarafından derdest edilen Musaddık önce hapse atıldı, idam cezasına çarptırılsa da sonradan bu cezası üç yıllık bir hapse çevrildi. Ardından yine sürgün hayatı başladı. 1925’ten sonra Rıza Şah’a muhalefeti nedeniyle zorunlu ikamete tabi tutulduğu Ahmedâbâd’da bu sefer 1950’lerde, onun oğlu Muhammed Rıza Şah’a muhalefeti nedeniyle zorunlu ikamete mecbur edildi. Ancak, bu ikinci sürgünden de kurtulup ikbal basamaklarını yeniden tırmanmasına ömrü vefa etmedi.    

Başbakanlıktan azledildiğinde 72 yaşındaydı, göz hapsinde tutulduğu Ahmedâbâd’daki evinde ömrünün son yıllarını küskünlük ve hayal kırıklıkları içinde geçirdi. 1967’de Tahran’da hayata veda etti ve Ahmedâbâd’da toprağa verildi.   

Musaddık’tan geriye kalan   

Dr. Musaddık, 40 yıldan uzun süren politik kariyerine rağmen, büyük bir destekle geldiği Başbakanlık makamında sadece iki yıl oturabilmişti. Milliyetçi retoriği ve bilhassa İngilizleri hedef alan sert söylemleriyle, sadece Pehlevi sarayının değil, uluslararası güçlerin de hedef tahtasında bulmuştu kendini. Soğuk Savaş’ın ağır koşullarında, “Sovyet tehdidi” ve ABD’nin Orta Doğu’daki varoluşsal stratejik çıkarları, bu Kacar bakiyesi aristokratın sonunu hazırlayacak ve İran halkının anti-emperyalist başkaldırısı başarıya ulaşmak için Musaddık’tan sonra bir çeyrek asır daha beklemek zorunda kalacaktı.   

Nitekim Musaddık’ın tasfiyesi üzerine, 1941’den beri iktidarını bir türlü sağlamlaştıramayan Muhammed Rıza Şah süratle otoriter adımlar atmaya, parlamento ve kabineyi tam itaat altına alarak, tek güç merkezi haline gelmeye başladı. 1963-64 döneminden itibaren tepeden inmeci bir mantıkla topluma kabul ettirmeye çalışacağı Ak Devrim uygulamaları ise sonunu hazırlayacak, bütün bir İran toplumu –milliyetçisi, sosyalisti, İslamcısı ve seküler kesimleriyle- modern dönemin gördüğü en büyük kitlesel ve eskatolojik devrimlerden birine imza atacaktı.   

1978-79 yıllarında sokaklara dökülen devrimcilerin ellerinde taşıdıkları posterler arasında, Ayetullah Humeyni resimleri şüphesiz başı çekiyordu. Ancak, hemen tüm kesimlerin sempatisini kazanan ve hakkının yendiği, uluslararası bir komploya kurban gittiği düşünülen Başbakan Musaddık da Şah’a karşı toplumun sahiplendiği en kapsayıcı figürlerden biri olarak, İranlı devrimcilerin posterlerinde yaşamaya devam ediyordu. Ancak, Musaddık ikonu yeni dönemde de, muhafazakâr yönetimin hoşuna gitmeyecek bir popüler figüre dönüşünce hızla itibarsızlaştırılacaktı. Musaddık’ın öncülüğünü yaptığı Milli Cephe içinden gelen siyasetçiler (Mehdi Bâzergân, Kerim Sencâbî gibi) geçiş dönemi hükümetinden tasfiye edildikten sonra, politik alandan da dışlanacaklardı.    

1979’dan sonra Musaddık, İslam Cumhuriyeti liderleri için nostaljik ve gerektiğinde politik sahada kullanılan bir figüre dönüştü, ama milliyetçilik düşüncesinden dolayı büyük oranda söylem dışı bırakıldı. Hatta Devrim’in önderi Ayetullah Humeyni ondan bahsedeceğinde çoğu zaman ismini zikretmez, “şu milliyetçi adam” diyerek küçümsemeyle kendisini anardı. Ne de olsa bir Ayetullah Müderris veya Ayetullah Kâşânî ve hatta Nevvab Safevî gibi din adamı kökenli bir Şah muhalifi değildi. Ancak Musaddık günümüzde seküler İranlıların ve bilhassa milliyetçi kesimlerin toplumsal hafızasında yaşamaya devam ediyor.