Biden Dönemi İsrail Politikası

Araştırmacı Fatih Kocaibiş, ABD Başkanı Joe Biden'ın İsrail ile olan ilişkilerinde, senatörlük döneminden günümüze kadar olan tutumlarını ve politikalarını Fokus+ için inceledi.
Fatih Kocaibiş
Biden Dönemi İsrail Politikası
26 Haziran 2024

İsrail’in kuruluşundan itibaren siyasi arenada güçlü kalmasını sağlayan askeri, siyasi ve ekonomik bağlamda geniş kapsamlı bir stratejik ortaklık içerisinde olan ABD, Kongresinde pek çok İsrail dostu politikacıya yer verdi. Bunlardan biri ise, halefine kıyasla hayatının büyük bölümü Senato koridorlarında geçmiş Joe Biden olarak karşımıza çıkıyor. 

Biden, Delawere Senatörlüğünü yürütürken aynı anda Senato Dış ilişkiler Komitesine başkanlık ettiği yıllarda İsrail lehine pozisyonu İsrail ile şahsi ilişkisini geliştirdi. Biden, bunu yaparken özellikle İsrail’e yapılan askeri yardımların devamını ve İsrail’in güvenliğinin sağlanmasını amaçlayan düzenlemeleri destekledi. Bu desteklerin önemli bir bölümü

İsrail’in bölgedeki askeri üstünlüğünü koruma amacını taşımaktaydı. Biden’ın İsrail’e yönelik silah ticaretinin kısıtlanmasıyla ilgili yasal düzenlemeleri desteklemesi, ABD’nin İsrail ile olan stratejik ortaklığını güçlendirmeye yönelik bir adımdı. Bu tür yasalar, Amerika Birleşik Devletleri’nin Orta Doğu’daki müttefiklerini desteklemek ve bölgedeki istikrarı sağlamak amacıyla önemli bir rol oynamıştır.

Körfez savaşından yeni çıkmış bir Orta Doğu’da “silahlanma” ile ilgili endişelerin olduğu bir dönemde, 1991’de "Gelişmiş konvansiyonel silahların yayılmasını kontrol etmek" maksadıyla bir kontrol mekanizması oluşturma önerisinde bulunan Biden, bu teklifi savaş sonrasında bölgedeki şiddet sarmalını durdurmanın bir yolu olarak tanımlamaktaydı. Dolaylı olarak İsrail’in güvenliğini tehdit edebilecek silah transferlerini engellemeyi amaçlayan bu gibi yasa tasarıları, ABD’nin silah satış politikalarının Kongre onayına tabi olmasını ve İsrail’in askeri üstünlüğünün korunmasını amaçlamıştır. Dolayısıyla, askeri anlamda bölgeyi dizayn etme girişimi sayılabilecek bu girişimi destekleyenler arasında başta dönemin İsrail Savunma Bakanı Moshe Arens olmak üzere, Amerikan-İsrail Halkla İlişkiler Komitesi (AIPAC) ve türevleri tarafından desteklendi. 

Biden, 1972’de başladığı senatörlük dönemi boyunca sadece İsrail’in askeri üstünlüğü için değil, Filistin’e yönelik sert politikalarından dolayı Washington’dan Tel Aviv’e gelen baskıların hafiflemesi adına da faaliyetler yürüttü. Örneğin, günümüzde hala çözülememiş bir sorun olan, BM kararlarına rağmen İsrail’in Batı Şeria’da Yahudi yerleşim yerleri inşa etme (İsrail yerleşim politikası) politikasını savunmuş ve dönemin başkanı George H. W. Bush’a karşı rakip partili bir senatör olarak pozisyon aldı. 

Bush yönetiminin, işgal altındaki Batı Şeria'da yürüttüğü ısrarcı faaliyetlerine yanıt olarak İsrail'e yapılan maddi yardımlarla ilgili garantileri askıya alıp koşullarına bağlamasına karşı çıkıp, koşulsuz hale getirmeye zorlamayı amaçlayan bir yasa tasarısının destekçisi oldu. Aslında Biden, bunu yaparak günümüzde hala görülmekte olan İsrail’in ABD’den aldığı koşulsuz desteğin ve yüksek tahammül atmosferinin temellerini atanlardan biri haline geliyordu. 

Bu konudaki tartışmalar, Madrid görüşmelerinin mimarı olan Bush’un, Eylül 1991’de yaptığı bir basın toplantısında, İsrail’e yönelik söz konusu bu maddi yaptırım kararı, siyasi bir baskı olarak İsrail’in karşısına çıkınca daha da nüksetmişti. Madrid’de “Gözleri yalnızca korkuyu yansıtan çok fazla çocuk gördük; erkek ve kız kardeşler için çok fazla cenaze töreni, zamansız anne ve babalar, çok fazla nefret, çok az sevgi. Geçmişimizle yüzleşme cesaretini kendimiz için ortaya koyamıyorsak, bunu çocuklar için yapmaya karar verelim” ifadelerinde bulunan Başkan Bush, bu durumu “barış sürecine bir şans vermek” olarak nitelendirdi ve bu adımın barışa katkı sağlayacağını belirtti. 

1992 yılında AIPAC'ın yıllık politika konferansında yaptığı konuşmaya baktığımızda Biden, "İsrail'i alenen kötülemenin onun politikasını bir şekilde değiştireceği yönündeki” düşünceyi reddetti. Aynı şekilde Madrid’te yapılan barış görüşmelerini organize eden Bush yönetimini sert bir şekilde eleştirdi.  

AIPAC’te yaptığı bu konuşmadan üç yıl sonra, ABD Kongre’sinin ABD büyükelçiliğini Kudüs’e taşımak için gerekli yasal düzenlemelere destek vermiştir

Biden, “Jerusalem Embassy Act” olarak geçen bu yasa tasarısına, devam eden İsrail-Filistin barış görüşmelerine zarar vereceği yönündeki itirazlara rağmen, bu hareketin bölgeye olumlu bir sinyal göndereceğini vurguladı ve "Daha azını yapmak, İsrail'in devlet olmanın tüm niteliklerini inkar etmek için ellerinden geleni yapanların ekmeğine yağ sürmek olur" ifadelerine yer verdi.

Pek çok demokraside olduğu gibi toplumun temsilcileri olan politika yapıcılar, konjektürel değişikliklere ve mevcut politik iklime göre görüş değiştirmekte olup, çelişkili eylemlerde bulunabilmekte. Ancak, Joe Biden’ın, hayatının büyük bölümünde aktif olarak rol aldığı Kongre görevlerinde, diğer pek çok meslektaşı gibi ezici bir çoğunluk olarak İsrail lehine çalıştığı görülmekte.

Yumuşama: Biden’ın seçim kampanyasında Filistin’e desteğin arttırılması var 

ABD'nin Orta Doğu politikası, Trump yönetiminde belirli değişikliklere uğradı. Bunlardan biri ise Başkan Trump’ın önderliğinde Washington’da imzalanan Abraham Antlaşmaları olarak karşımıza çıktı. BAE, Bahreyn ve İsrail’in masada bulunduğu bu antlaşmalarla Trump, daha sonra diğer Müslüman ülkelere sirayet etmesini umduğu bir dizi ekonomik, kültürel ve siyasi etkileri olması beklenen bir normalleşme sürecine işaret etti. 2020 seçimlerden hemen önce yapılan bu antlaşmalar, uzun yıllar İsrail’in dostu olan Biden’ın, kampanya döneminde Trump’a eleştiri yöneltmediği nadir dış politika girişimlerinden biri olma özelliğini taşıyor. Başkanlık döneminde ve öncesinde Biden, bu antlaşmaları “güçlü bir şekilde” desteklediğinin altını çizdi.

Halefi Donald Trump ile “kişiselleştirilmiş” bir kampanya savaşına ağırlık vermiş olan Biden, 2020 seçimlerinde yürüttüğü seçim kampanyasında, Arap kökenli Amerikalılara hitaben, “Joe Biden her Filistinlinin ve her İsraillinin değerli olduğuna ve onların değerlerine inanıyor. Filistinlilerin ve İsraillilerin eşit ölçüde özgürlük, güvenlik, refah ve demokrasiden yararlanmasını sağlamak için çalışacak” ifadeleri yer almakta. Bu ifadelere ek olarak Biden’ın vaatleri arasında iki devletli çözüm sürecine zarar verecek girişimlerin karşısında olacağı, süregelen insani krizle alakalı Filistin’in desteği tekrar düzenleyip arttıracağı belirtiliyor. Bunlarla birlikte İsrail’in haksız yerleşim politikasına karşı olacağı ve Oslo Antlaşmaları kapsamında ABD tarafından Filistin’i temsil eden bir otorite olarak tanıdığı Filistin Kurtuluş Örgütünün (PLO) Amerika’da misyonunu tekrar aktif hale getirileceği vaat ediliyor. 

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, bir yandan Joe Biden ile seçim yarışına giren ve diğer yandan seçim arifesinde Abraham Anlaşmaları çerçevesinde birlikte çalıştığı Trump için “Bu koridorlarda bazı harika, seçkin arkadaşlarımız olmasına rağmen, Trump’ın yakınından bile geçemezler” diyerek Trump’ı seçimlere methiyeler ile sokmuştu. Sadece Abraham Antlaşmaları değil, Kudüs’e elçilik taşıma kararı başta olmak üzere ABD’nin dengeleyici güç rolüne zarar vermiş olan Trump, İsrail için daha yararlı bir aday olarak gözüküyordu.Öte yandan, Trump’ın seçilmesinin sadece Netanyahu hükümeti tarafından değil, İsrail halkının da %63 gibi ezici bir çoğunlukla arzu ettiği biliniyor. 

İsrail’in Biden rahatsızlığı: 7 Ekim öncesi durum 

Senatörlük döneminde ABD Elçiliğinin Kudüs’e taşınmasına yönelik destekte bulunan Biden, Trump döneminde gerçekleştirilen ve bölgede gerilimi tekrar tırmandıran bu adımı destekleyeceğini ifade etmişti. Buna karşın Biden yönetimi AB, ABD ve BM öncülüğünde  uzun zamandır devam eden beşeri ilişkiler, ekonomik kalkınma ve Filistin halkına yönelik insani yardımla birlikte sağlık hizmetleri gibi Filistin programlarının finansmanına devam edilmesi kararı bir tavır değişikliğine işaret ediyor. 

Zira Trump döneminin Filistin’e yönelik sert yaptırımlarının ardından Biden, vaatlerinde belirttiği gibi Filistin lehine adımlar attı. 2016 yılında turistik bir ziyaret sırasında Filistinli bir saldırgan tarafından yapılan bıçaklı saldırıda hayatını kaybedenlerden biri olan eski ABD askeri Taylor Force’un adı kullanılarak oluşturulan yasa ile Filistin’e yapılan maddi yardımların büyük çoğunluğu askıya alındı. Trump yönetiminin siyasi olarak baskı unsuru oluşturmak ve yardım paralarının “terörizmi cesaretlendirmemesi” için durdurduğu BM bünyesine ait UNWRA yardımları 200 milyon dolardan fazla bir bütçeyi temsil ediyordu. Bu yardım kanalının 2018’de durdurulduğu Trump döneminde, ilk beş bağışçı arasında Müslüman bir devlet bulunmazken, ABD bağışçılar arasında lider konumdaydı.

Başkan Biden, 70 yıla aşkın süredir ilk defa Trump tarafından durdurulan UNWRA yardımlarını vaadine uygun bir şekilde 2021 yılında yeniden yürürlüğe koydu. Aynı yıl yönetim, 15 milyon dolar koronavirüs yardımı, altyapı, sağlık ve sivil toplum gruplarına 75 milyon dolar yardım sağlayacağını duyurdu. Nisan ayının başında ise yönetim, milletvekillerine, Filistinlilere kolluk kuvvetlerini besleyen güvenlik harcamaları için 40 milyon dolar, ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID) aracılığıyla barış inşası programları için de 10 milyon dolar vereceğini bildirdi.

Temmuz 2022'de İsrail'e yaptığı ziyarette Başkan Biden, ABD'nin UNRWA'ya 200 milyon dolar daha sağlayacağını duyurdu. Bu yeni fonlar, Biden Yönetimi sırasında ABD'nin UNRWA'ya yaptığı toplam yardımı 618 milyon doların üzerine çıkardı. Bu hamlesine karşılık Amerika Ulusal Güvenlik Yahudi Enstitüsü (JINSA) gibi kurumlar başta olmak üzere, İsrail kamuoyu Biden’ı “terörü fonlamakla” suçladı.

Sol-liberal görüşlerin barındığı Demokratik Parti ve seçmenlerinin desteği ile 2020’de koltuğu devralan Biden, senatörlük dönemine nazaran İsrail politikasını başlangıçta daha objektif bir biçimde yürüttü. Trump döneminde, İsrail’in şiddetle karşı çıktığı İran Nükleer Antlaşmasını tekrar devreye sokmaya yönelik çabaları İsrail cephesinde endişe ile karşılandı. Bununla birlikte, ikazlara rağmen işgal altındaki Filistin topraklarına yerleşim yerleri yapılmasını Senatörlük döneminde destekleyen Biden’ın bu konudaki yeni tavrı, Trump dönemindeki yaklaşımından farklılık arz ediyor. Biden, artık Yahudi yerleşimcileri “aşırılık yanlısı” olarak görürken, yönetimi, İsrail yerleşimlerinin uluslararası hukuka göre "gayri meşru" olarak tanımladı. Bu minvalde, özellikle Cumhuriyetçi Senatörler tarafından “Antisemitik” olmak suçlanan Biden, Batı Şeria’da ABD tarafından fonlanan İsrail’in üniversitelerine para akışını kesti. 

Biden yönetiminin dengeleyici rolü zayıflıyor: 7 Ekim sonrası

2021 yılında İsrail Yüksek Mahkemesinin Kudüs’te ikamet eden bazı Filistinli ailelerin zor kullanılarak tahliye edilmesine hükmeden yargı kararı yayımladı. Ardından çıkan protesto gösterileri ve sonrasında çatışmaya dönüşen olaylarda Biden yönetimi, ilk defa yüksek volümlü bir İsrail-Filistin çatışmasıyla karşı karşıya kaldı. Filistinli ailelerin zorla çıkarılması ve İsrail polisi tarafından Mescid-i Aksaya yapılan baskını es geçerek, sonrasında Hamas tarafından yapılan roket saldırıları, çatışmanın başlangıç noktası olarak ele alındı. 

Biden “Topraklarınıza binlerce roket atıldığı zaman kendinizi savunma hakkınız olur” diyerek partisinin ve kendisinin İsrail’e desteğini ilan etti. Daha önce yaptığı gibi, onlarca hava saldırısı ile sadece Hamas pozisyonlarını değil, savaş hukukuna aykırı olarak askeri olmayan hedefleri de vuran İsrail Hava Kuvvetleri BM, İnsan Hakları Kuruluşları ve yardım kuruluşlarının uyarılarına rağmen, Biden yönetiminin himayesinde saldırılarına devam etti. Çatışmalar ikinci haftaya girdiğinde ABD tarafından “ateşkes çağrısı” yapılarak tansiyonun düşürülmesine yönelik bir söyleme geçildi. 

7 Ekim olaylarında ise tarihsel süreç es geçilerek Hamasın yüksek seviyeli bir organizasyonla gerçekleştirdiği saldırıları başlangıç olarak alan Biden “Bu yolda yalnız değilsiniz, İsrail için ne gerekiyorsa vermeye hazırız” diyerek adeta koşulsuz desteğini dile getirdi. 

İsrail ordusu, 2021’de gerçekleştirdiği sınırlı operasyonlardan farklı olarak, kurulan Makyavelist savaş kabinesinin hedefini “Hamas’ı tamamen yok etmek” olarak belirlemesi ve yakın tarihte benzeri nadir görünen orantısız bir saldırı konsepti ile hava ve kara saldırıları gerçekleştirmekte.

ABD’nin siviller için çağrıları var ancak caydırıcı yaptırım henüz yok 

Biden yönetimi, İsrail ordusunun aralıksız saldırılarının getirdiği çocuk ve kadın ölümleri karşısında eleştirilerin odağında. ABD, içerisinde yoğunluğu üniversite öğrencilerinden oluşan protestolarla yüzleşirken, BM başta olmak üzeri uluslararası toplum karşısında İsrail ile birlikte izole bir konuma düşmekte. 7 Ekim her ne kadar İsrail’e hukuki olarak savunma hakkı verse de aylardır süren ve 75000 tonun üzerinde patlayıcı kullanan İsrail ordusu, Gazze içerisinde sıkışmış olan 35binden fazla Filistinlinin ölümüne sebebiyet verdi. Bu ölümlerin bir çoğu güvenli bölge ilan edilen BM’ye bağlı UNWRA kampları, okulları ve sağlık merkezlerinde gerçekleşirken, İsrail bu alanları hala bazıları yasaklı olan tahrip gücü yüksek mühimmatlar ile vurmakta.

Özellikle çocuklar ve kadınların sığındıkları kamplarda defalarca vurulması, İsrail’i dünya kamuoyunda puan kaybettirmekte. Biden yönetiminin, İsrail’in Hamas’a karşılık vermeye başlamasından hemen sonra, 11 Ekim’de “sivil kayıpları minimize edin” çağrısı olumlu olsa da ABD tarafından İsrail cephaneliğinin beslenmesi İsrailli yetkililere cesaret vermekte. 7 Ekim’den öncede İsrail tarafından binlercesi talep edilen, İsrail Hava Kuvvetlerinin sık kullandığı bir Boeing ürünü olan Müşterek Doğrudan Taarruz Mühimmatı (JDAM) kitleri, Amerikan mühimmat desteğinin bir sembolü olarak görülebilir. 

ABD tarafından İsrail jetlerinin kullanımına sunulan bu akıllı kitler, içine monte edilen MK-84 gibi serbest mühimmatları akıllı ve hedef odaklı bombalara dönüştürerek sivil kayıpların minimize edilmesi için elverişli. Ancak, İsrail Hava Kuvvetlerinin yüksek popülasyonlu bölgeleri kasıtlı olarak vurması sivil kayıp sayısını arttırıyor. Sonuç itibariyle bir mühimmat ne kadar akıllı olursa olsun, bir mülteci kampını hedef aldığı takdirde dramatik sonuç kaçınılmaz olarak önümüze çıkıyor. 

ABD’den 8 ay sonra ilk somut tepki: Biden’dan sevkiyat erteleme resti

ABD Savunma Bakanlığı uzun bir zamandır, icra edilen operasyonlarda sivil kayıpları azaltmanın yollarına yönelik çalışmalar yapıyor. 

Bakanlık ise konuya ilişkin, “Sivil kayıplara neden olmanın askerler için ahlaki bir ikilem yarattığının ve sivil halkın korunmasının stratejik açıdan mantıklı olduğunun uzun zamandır farkındayız” ifadelerini kullanıyor. 

Benzer bir şekilde, Biden kampanyasının vaatlerine tekrar bakıldığı zaman; “Bugün dünyada neredeyse 80 milyon yerinden edilmiş insan varken bu, Amerika'nın liderliğini gerektiren bir durum. Mültecilere umut ve güvenli sığınak sunmak ülke olarak kim olduğumuzun bir parçasıdır.” ifadelerini yer almakta. Dolayısıyla stratejik partnerinin Gazze’de katliam seviyesindeki askeri operasyonları ve bunların yol açtığı trajik sonuçlar ABD’yi doğrudan ilgilendirmekte. 

Ancak Biden, ülkesi içerisinde ve dünyada yerinden edilmiş insanlara kampanya döneminde hassasiyetle yer vermesine ve ülkesine bu konuda bir rol biçmesine rağmen, Gazze içerisindeki göç dalgalarına sebebiyet veren İsrail ordusuna yapılan ikazların henüz yeni yeni somutlaştırıldığı görülüyor.

Refah’a kara operasyonunun, halihazırda Kuzey’deki ağır hava saldırılarından kaçarak bölgede sıkışmış 1,5 milyon Filistinli için felaket seviyesini daha da yukarı çekeceği için ABD tarafından desteklenmiyor. Gazze’nin orta ve kuzey bölgelerinde Han Yunus ve Nuseyrat Kampları başta olmak üzere, İsrail ordusunun ilerlemesinden ve mülteci kamplarına yapılan trajik bombalamalardan sonra Güneye zorunlu göç gerçekleştirildi. Bu göç dalgaları ile açlıkhastalık ve korku şartlarında savrulan Filistin halkı aynı zamanda kendi ülkesinde büyük bir barınma sorunu yaşıyor. 

8 Mayıs’ta Başkan Biden’a sivil kayıplarla ve bunlarda rolü olan ABD yapımı 1 tonluk MK-84 ve BLU-19 gibi kuvvetli bombalar ile ilgili gelen bir soru üzerine, ABD tarafından kırmızı çizgi olarak görülen olası Refah operasyonu ile ilgili  “Refah’a girerlerse bizden mühimmat desteğini artık alamayacaklarını açıkça belirttim” diyerek bu konudaki pozisyonlarını korudu. 

Bundan haftalar sonra Netanyahu, son aylarda “mühimmat sevkiyatlarının yapılmadığını ve bunu mantıksız bulduğunu” belirtti. Uzun süredir kullandığı “ortak düşmana karşı savaşta bizi destekleyin” söylemini yeniden kullanarak “ihtiyacımız olan araçları verin ve işi bitirelim” diyerek mühimmat sevkiyatlarının devamını talep etti. Beyaz Saray ise Netayahu’nun iddialarını abartılı bulmakla beraber gerçeklikle bağının olmadığını belirtiyor. 

Ayrıca bu ikazların ve sevkiyat durdurma adımının, henüz istikrarlı etkin yaptırımlara dönüşmemesine ve sadece bir uyarı niteliği taşımasına rağmen İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Ben-Gvir’in, Biden’ı eleştirerek “Hamas Biden’ı Seviyor” söylemi, Tel Aviv’in ABD’nin koşulsuz desteğine ne kadar alışık ve aksi bir duruma ne kadar tahammülsüz olduğunun bir göstergesi. 

Rusya’ya gösterilen net tavır İsrail agresyonuna henüz gösterilmedi 

İsrail ordusu kadar yıkıcı olmamasına karşın, Rusya’nın Ukrayna işgali sırasında Kara ve Hava unsurlarıyla düzenlemekte olduğu saldırılar AB ülkeleri başta olmak üzere tepkilere yol açtı. Kırgız Yarbay Azatbek Omurbekov’un Buça kentinde işlediği savaş suçları başta olmak üzere sivil yerleşim yerlerinin, Rus ordusu tarafından vurulmasına kadar bir dizi trajik olay BM ve Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) tarafından işgal sırasında savaş suçlarının işlendiği tespit edildi. 

Bu minvalde, UCM’nin Rus lider Vladimir Putin hakkında savaş suçları kapmasında yakalama kararı çıkarması mevkidaşı Joe Biden tarafından memnuniyetle karşılanmıştır. Biden, UCM kararı için “Adil olduğunu düşünüyorum” diyerek ABD’nin bu kararı desteklediğini belirtirken, UCM tarafından Binyamin Netanyahu ve Yoav Gallant hakkında yine savaş suçları kapsamında yakalama kararı çıkartılmasına ise “rezalet” olarak nitelendirdi ve tanımadıklarını açıkladı. Biden ve ekibi ise Layeh’den gelen iki karara farklı tepkiler göstermesinden dolayı çifte standartlı davranmakla suçlanıyor. Ayrıca, Biden’ın UCM’nin meşrutiyetini zedeleyen “tanımama” kararı, aynı zamanda yine UCM’nin Rusya ile ilgili kararlarını da “şüpheli” bir konuma sokmuş oluyor. 

Biden, 7 Ekim’den beri uluslararası siyaset arenasında ciddi bir seviyede izole olmuş hatta UCM’yi kararından dolayı baskı yapan Netanyahu yönetimine bu tutumu ile siper olmakta. ABD’nin İsrail-Filistin çatışmasındaki pozisyonunu, fedakârca zehirleyip küçülten ve Madrid konferansı ruhuyla bağdaşmayan bu politikasında ısrarcı olacağa benziyor.  

Washington’a ziyaret hazırlığında olan İsrail heyetinin yapacağı görüşmeler önemli olarak değerlendirilebilir. Zira ABD medyasında da şu günlerde öne çıkarılan Netanyahu’nun eleştirileri giderek artarken, kamuoyuna yansıyan anlaşmazlıklara bir ket vurma potansiyeli taşıyor. Ancak potansiyel taşısa bile, seçim hazırlığında olan, rakibi Trump hem de 7 Ekim’den beri sürece ortaklık yaptığı İsrail Başbakanı tarafından topa tutulan Biden’ın, seçimlere kadar bölgede ek bir gelişme olmadıkça pozisyonunda radikal bir değişikliğe gitmesi beklenmemeli. Netanyahu ve heyetinin ise Washington’da yapacağı görüşmelerde, daha önce kullandığı “ortak düşmanlara karşı beraber savaşma” retoriğini kullanması ve ABD’nin koşulsuz desteğini yeterince “koşulsuz” bulmadığını birebir görüşmelerde sitemkar bir şekilde dillendirmesi beklenebilir.