Moskova'daki Crocus Belediye Binası Terör Olayının Arkasındaki Süreç

Araştırmacı Fatih Kocaibiş, Moskova'da gerçekleşen Crocus Belediye Binası’na yapılan terör saldırısının detaylarını, saldırıya giden süreci ve siyasi sonuçlarını Fokus+ için inceledi.
Fatih Kocaibiş
Moskova'daki Crocus Belediye Binası Terör Olayının Arkasındaki Süreç
6 Haziran 2024

Moskova'daki Crocus Belediye Binası’ yönelik gerçekleştirilen terör saldırısı, doğrudan sivilleri hedef almasıyla Rus kamuoyunda derin bir şok yarattı. Ayrıca bu saldırı, pek çok yeni gelişmeye gebe bir dönemin başlangıcını işaret ediyor. Öte yandan, mevcut durumda artan çatışma sahası ve diplomatik çözümlerin zayıflaması, uluslararası ilişkilerin iyileşme ihtimalinin düşük olduğuna dair bir işaret olarak kabul ediliyor.   

IŞİD’in Horasan kolunun (IŞİD-H) oluşturduğu hücre organizasyonu, Telegram üzerinden aldıkları talimatlara bağlı olarak, AK-100 tüfek ailesine  ait Kalasnikov tüfekler (AK-74, AK-12), tabanca, bıçak ve yangın çıkarıcı silahlarla donanmış dört kişilik saldırı ekibi, askeri teçhizat ile konser etkinliğine büyük yankı uyandıran bir terör saldırısı gerçekleştirdi.   

Yaklaşık 13 dakika bu silahların kullanılması ve saldırganların yangın çıkarması sonucu çoğu ölümün karbonmonoksit zehirlenmesinden kaynaklandığı biliniyor. Yangın ve silah kullanımıyla sivilleri hedef alan saldırganlar, daha sonra Rusya plakalı bir otomobil ile olay mahallini terk etti. Bu kadar kısa süre içerisinde gerçekleştirilen eylem ise 144 kişinin ölümüyle ve 500’den fazla kişinin yaralanmasıyla sonuçlandı.   

IŞİD-H tarafından yapılan açıklamada, saldırganların normal şartlarda kolluk kuvvetleriyle çatışmaya girmeyi beklendiği ancak silahlarda tutukluk problemi olması sebebiyle erken ayrılmak zorunda oldukları yönündeydi. Saldırganların bireysel bağlantılarını kullanarak dahi lokal bir satıcıdan yahut Darknet'deki Rusya içerisinde faaliyet gösteren göndericilerden oldukça uygun rakamlara ateşli silahlara erişim sağlama imkanına sahip. Bu tür platformlarda tabanca daha çok bulunsa bile saldırı tüfekleri de yer almaktadır. Ukrayna’nın işgalinden sonra hem Rusya hem Ukrayna silah kaçakçılığı konusunda halihazırda daha kötüye giden bir görüntüye de sahip.   

Rusya teröre alışık  

Rusya’nın kolluk kuvveti dostu yönetim ve etkinliğiyle övünen güvenlik bürokrasisinin kararlı çabalarına rağmen bu olay, ülke sınırları içinde faaliyet gösteren terörist grupların, eski bir istihbarat görevlisi olan Vladimir Putin’in yönetiminde de Rusya için halen tehdit olduğunu gösteriyor. Putin yönetiminin uzun süredir mücadele ettiği terör tehdidi elbette yeni değil. Afganistan'daki savaş sırasında, SSCB’nin müdahale ettiği Afgan siyasetinde, karşısına çıkan mücahitlerin süreç içerisinde El Kaide’ye dönüşmesiyle yıllarca gündeminde kalacak bir düşman edindi. 

Daha sonra 2000’lerin başlarında Çeçen savaşları, Çeçen milliyetçiliğinin Rusya'ya karşı Kafkas cihatçılığına dönüşmesine sahne oldu. Afgan ve Çeçen cihatçılarla yıllarca çatışan Rusya, son olarak Suriye'de, Başer Esad rejimine verdiği destekle birlikte 2015 yılında IŞİD unsurlara düzenlediği ilk saldırı ile Suriye’deki IŞİD yapılanmasıyla çatışma haline girdi.  

Amerika'nın Afganistan'dan çekilmesi, daha öncesinde, Suriye’de güç kaybeden Taliban ile IŞİD arasında yürütülen savaşın seviyesini daha da arttırdı. Ev sahibi sayılabilecek Taliban ile enkaz halindeki Afgan ekonomisinden faydalanan ve 2015’te aktörleşen, aylık 700 dolara militan devşiren IŞİD-Horasan, Suriye’deki faaliyetlerine kıyasla daha operasyonel ve mobil bir terör yapılanmasıdır. Bununla beraber Moskova'nın Taliban'la, IŞİD-H’ye kıyasla daha yakın bir ilişki içinde olması, Rusya'yı yeniden hedef haline getirdi.   

Rusya, söz konusu bu gelişmeler neticesinde özellikle havalimanlarında, Moskova ve St. Petersburg gibi büyük şehirlerinde düzenli olarak çok sayıda terör saldırısına maruz kaldı. 2022’de Kabil'deki Rusya Büyükelçiliği'ne yönelik saldırı, bu çatışmanın sadece Rusya topraklarında olmadığını bir kez daha hatırlatmıştı. Elçilik saldırısından sonrası Rusya Dışişleri bakanı Sergey Lavrov hem Taliban hükümeti hem de Afgan istihbarat kurumlarıyla koordineli çalıştıklarına dair ifadelere yer vermişti.   

Saldırıya giden süreç  

 Saldırın hedefi olan, Myakinino istasyonu yakınındaki Crocus iş merkezi içinde bulunan Crocus Belediye Binası, Krasnogorsk'ta önemli bir konser mekanı olarak hizmet veriyor. Crocus Grubu'na ait olan bina, 9,5 binin üzerinde oturma kapasitesine ve 38 bin metrekarelik bir alana yayılıyor. 2009 yılında açılan tesis, bölgede kültür ve eğlence açısından önemli bir simge olarak görülüyor. Dolayısıyla saldırı noktası önemli bir popülariteye sahip. 

Saldırıya giden süreç incelendiğinde karşımıza elçilik açıklamaları, Rus güvenlik birimlerinin geçtiği bilgiler ve Rus yönetimin bunlarla ilgili bazı açıklamaları öne çıkmakta. Cracus saldırısından önce, Federal Güvenlik Servisi (FSB) tarafından yapılan bir açıklamada Moskova’da bir sinagoga saldırı hazırlığında olan IŞİD-H bağlantılı bir terörist hücrenin çökertildiği yer aldı. 7 Mart’ta FSB tarafından yapılan bu duyurunun ardından, İngiltere ile birlikte ABD tarafından, daha sonra bazı spekülasyonlara sebebiyet verecek olan bir “güvenlik uyarısı” yapıldı. ABD tarafında 8 Mart’ta yapılan bu açıklamada;  

 "Büyükelçilik, aşırılık yanlılarının konserleri de içerecek şekilde Moskova'daki büyük toplantıları hedef alma yönünde yakın zamanda planlarının olduğuna dair raporları izliyor ve ABD vatandaşlarına önümüzdeki 48 saat içinde kalabalık toplanma alanlarından kaçınmaları tavsiye ediliyor" ifadelerine yer verdi.    

Özellikle birçok Batılı istihbarat teşkilatının, İsrail-Hamas çatışmasının kendi ülkelerine yansımasından endişe ettiği ve bu konuda halka açık uyarılar yaptığı bu dönemde, aşırıcılık tehditlerinin artması ve ABD’de dahil yabancı devlet misyonlarının güvenlik uyarıları yapması doğal olarak nitelendirilir.   

Dolayısıyla ABD Büyükelçiliğinin uyarısı, Caricus saldırısının yaklaşık iki hafta öncesinde, Sinagog saldırısına yönelik FSB duyurusundan ise bir gün sonra yayınlanarak karşımıza çıkmıştır.  Üstelik sadece ABD’den değil, aynı zamanda son yıllarda ikili ilişkileri giderek artan ve genişleyen İran tarafından da uyarıldığı haberleri gündeme düştü.     

İran’ın, Kerman şehrinde onlarca sivilin öldürüldüğü bombalı saldırılarla ilgili yaptığı soruşturmada sorgulanan 35 kişiden biri, Moskova’daki saldırıyı üstlenen IŞİD-H örgütünde bir komutandı. Öte yandan, İran makamlarınca Rusya’ya yapılan uyarılarda, İran içerisinde faaliyet gösteren IŞİD-H militanlarının, Rusya’da faaliyet gösteren ya da göstermeyi planlayan hücrelerle bağlantısı olduğu bildirilmiş. İran, uyarısında Rusya topraklarında bulunan söz konusu yabancı uyruklu şahısların, “halihazırda Rusya’da varlık gösterdiği ve tehdit içerdiği” Rus müttefiklerine aktardığı görülüyor. Rus sözcü Dimitri Peskov ise bu iddialar için “Bu konuda bilgim yok” demekle yetindi.   

ABD 2017 yılında, yani Trump döneminde istihbarat kanalları aracılığıyla FSB’ye, merkezi konumdaki Kazan Katedrali'ni ve Rusya'nın ikinci büyük şehrinin yoğun nüfuslu bölgelerini bombalamayı planlayan bir grup militanın gözetim radarına sokulmasına ve gözaltına alınmasına katkı sağlayacak bilgiler paylaşmıştı. Daha sonra bu gelişme kamuoyuna yansıdı ve diplomatik bir düzeye taşındı.     

Gerçekleştirdiği bir telefon görüşmesinde Putin, Trump'tan Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) Direktörü Mike Pompeo'ya ve bilgi paylaşımında rolü olan Amerikan istihbarat görevlilerine şükranlarını iletmesini istediğini söylemişti.    

Öte yandan Putin, Trump'a, "Eğer Rus istihbaratı ABD'ye ve vatandaşlarına yönelik terör tehditleri hakkında herhangi bir bilgi elde ederse, bunu kesinlikle ve derhal ortak kanallar aracılığıyla Amerikalı mevkidaşlarına ileteceklerini" ifade etmişti.     

Bir önceki döneme, yani Barack Obama dönemine bakıldığında, benzer bir istihbarat paylaşımının yapıldığı görülmüştü. 2013 yılında ABD’yi sarsan Boston Maratonu saldırısı sonrasında, saldırının faillerinin Çeçen kökenli kardeşler olduğu belirlendikten sonra gözler Çeçenistan ve Dağıstan bağlantılı terör gruplarına, doğal olarak Rusya’ya dönmüştü. Daha sonra ise Çeçen kardeşler hakkında Rus yetkililerin, iç istihbarat ve aynı zamanda terörle mücadele departmanı olan Federal Soruşturma Bürosunun (FBI) Rusya’daki yasal ateşesine bildirdiği ortaya çıktı.   

Bunun üzerine ikamet ettikleri Boston’ın FBI ofisi ile Terörle Mücadele Birimi (CTD), kardeşlerin e-posta, telefon numaraları ve temasa geçtiği kişilerle ilgili FSB ile bilgi alışverişi yapıldı. Rusya tarafından gelen bilgileri görmezden gelmeyen FBI, soruşturmayı yeterince derinleştiremediği için kardeşlerin terör eylemlerine engel olamadı. Buna rağmen, iki ülkenin rakip olmaları durumunda bile, terörizmin ortak bir tehdit olduğunu kabul edip belirli bir bilgi paylaşımı yapmanın yararlı olabileceği gündeme gelmişti.    

Duty Of Warn’un gereği yapıldı  

Geçmişte benzer örneklerde olduğu gibi, ABD, Moskova saldırısından önce elçilik aracılığıyla uyarı yayımladı ve istihbarat kanalıyla mart başında Rus yetkililerini bilgilendirdiğini açıkladı. Bu uyarı ise “Duty of Warn” olarak yasalaştırılmış resmi bir uyarı olarak geçiyor.   

2015 yılında, dönemin ulusal istihbarat direktörü (DNI) James Clapper, bu konuya önem atfetti ve resmi bir talimatla bu durumu gelenekten çok kurumsal bir eyleme döktü. Bu yasaya göre, ABD istihbarat topluluğu, "ABD'li ve ABD dışındaki kişileri, yaklaşan kasıtlı öldürme, yaralama veya adam kaçırma tehditlerine karşı uyarma sorumluluğu" taşıyordu. Bu tanım elbette çoğunluk olarak terör eylemlerini kapsıyor.   

Ancak Ukrayna’nın işgali sonrasında Rus güvenlik bürokrasisi, Sergey Prigojin’in isyanı gibi travmatik ve dramatik süreçlerden geçerken batılı rakiplerinden uyarılarına itibar etmemeyi seçti. Bu durum, Vladimir Putin yönetiminin savaş şartları altında sarsıldığı ve birtakım bölünmeler yaşadığı, bunu takip eden görevden almalarla birlikte adeta ülkenin bağışıklık sistemine zarar verdiği yönündeki tartışmaları besleyecek nitelikte. 

Rusya’dan kasıtlı Ukrayna vurgusu  

Vladimir Putin’in, ABD’nin uyarılarını “istikrarsızlaştırma çabası ve şantaj” olarak değerlendirmesinde ve küçümsemesinde Ukrayna meselesinin etkisi olduğu söylenebilir.   

Crosus saldırısı sonrası, Vladimir Putin’in yaptığı ulusa seslenişte ve sonrasında saldırganlardan bazılarının “Ukrayna sınırına doğru yol alıp Ukrayna’ya kaçmayı planladığını” tekrar ederek belirtmesi, Ukrayna ve Batı dünyası tarafından endişe ile karşılanmıştı. Zira, IŞİD-H tarafından üstlenilmiş olan bu saldırının, süregelen Ukrayna-Rusya çatışmasına ilişkilendirilecek olmasından endişeyle karşılanıyordu. Saldırının gerçekleştiği mart ayında Ukrayna içerisindeki çatışmalar devam ederken, Ukrayna tarafından yapılan stratejik dron saldırıları Moskova’ya rahatsızlık vermekteydi.   

ABD’nin Ukrayna’ya sağladığı yoğun askeri ve mali destek, zaten gerilimli olan ABD-Rusya ilişkilerini daha da gerginleştirdiği görülmekte. Bu nedenle, Rusya’nın bu tür istihbarat paylaşımlarına “samimi” bir şekilde yaklaşmaması şaşırtıcı görünmüyor.  

Nitekim Putin’in ve daha sonra diğer Rus makamları tarafından yapılan ve saldırının faillerini başta Batı olmak üzere Ukrayna ile ilişkilendiren Rus yönetimi, bunu soruşturma safhasına da yansıttı. Rusya Federal Güvenlik servisi FSB, teröristlerin Rusya-Ukrayna sınırına kaçmayı amaçladıkları ve Ukrayna’dan bazı kişilerle temasa geçtiklerini iddia etti. Seçimlerin ardından görevden alınan Rusya Güvenlik Konseyi Sekreteri Nikolay Patrushev, beklenilen şekilde, Rus müfettişlerin terör saldırısının failleriyle Ukraynalı milliyetçiler arasında bir bağlantı olduğunu doğruladığını belirtmişti.   

Bu iddialar ise Ukrayna ve Batı tarafından “saptırma” olarak nitelendirildi. Buna karşın, Rus makamlarının saldırıyı Ukrayna yönetimine, Ukrayna istihbaratına ya da başka bir rakip devletin istihbarat teşkilatına bağlayacak somut bir kanıtı henüz sunmuş değil.  

Rakip devletler arasındaki güvensizlik   

Rus güvenlik bürokrasisi, otoriter yönetime sahip Putin yönetimindeyken de Batılı devletlere nazaran istihbarat paylaşımında daha katı kabul ediliyor. Rusya, rakip devlet lehine bir paylaşım yapmayı, hatta son haftalarda tutuklamalar ve görevden almalar ile çalkalanan kendi iç siyasetinde bile bir güç sembolü olan “bilgi”yi -koşulsuz- değil, şartlara göre paylaşma eğilimde. Ruslar için bilgi gerçek anlamda ham güçtür ve bilginin paylaşımına -Rus hükümeti içinde bile her şeyden önce siyasi bir bakış açısıyla yaklaşılmaktadır.  

Bu ve benzeri vakalar, rakip devletler arasındaki karşılıklı güvensizlik sarmalında bile, terörizm gibi küresel bir tehdide karşı ortak hareket edilmesinin, en azından, bazı hayatların kurtarılmasını sağlayabileceğini göstermekte. Görünen o ki, rakip devlete olan güvensizlik nedeniyle ciddiye alınmayan uyarılar, siyasi açıdan zararlı olabilir; daha da kötüsü, insan hayatına mal olabilir.    

Bu sebeplerle uluslararası toplum, terörle mücadele konusunda başlangıçta bir fikir birliğine varmış olmasına rağmen, terör örgütlerinin belirlenmesi, terörizmle ilgili istihbaratın paylaşımı ve terör faaliyetlerine sağlanan fonların izlenmesi gibi temel konularda olması gerektiği kadar koordineli çalışmamakta. Dolayısıyla terör örgütlerine ve faaliyetlerine karşı etkili bir uluslararası birleşik cephe oluşturmanın zorluğunun uzun yıllar devam etmemesi için bir neden görülmüyor. Bu durum ise terör örgütlerinin organizasyonlarını daha rahat bir şekilde güçlendirmesine ve eylemlerinin gerçekleştirmesine neden olacağı aşikar.