Dört Baltık Başkenti, Bir Hikâye

Baltık ülkelerini gezen gazeteci Dr. Esra Karahindiba; Letonya, Finlandiya, Estonya ve Litvanya’nın kültürel yönlerini, tarihsel süreciyle birlikte günümüzdeki siyasi pozisyonunu, Rusya’nın bölge üzerindeki etkisini ve bu dört ülkede günlük yaşamın ayrıntılarını Fokus+ için kaleme aldı.
Dr. Esra Karahindiba
Dört Baltık Başkenti, Bir Hikâye
8 Ağustos 2024

Geçtiğimiz haftalarda Letonya, Finlandiya, Estonya ve Litvanya'yı kapsayan unutulmaz bir kuzey Avrupa gezisi gerçekleştirdim. Bu dört ülke, tarihi dokuları, kültürel zenginlikleri ve modern yaşamları ve değerleriyle beni büyüledi. Gezi boyunca, her bir ülkenin başkentlerini keşfedip insan ilişkilerini, günlük hayatın bir parçası olan trafiğini, yemek kültürünü ve fiyatlarını, müzeciliklerini ve de en önemlisi bölgede hissettikleri güvenlik risklerini gözlemleme ve orada yaşayan insanlar ile bazı yetkililerden dinleme fırsatı buldum. Bu yazıda, gezim boyunca edindiğim izlenimleri ve dikkatimi çeken hususları paylaşacağım.

Gezdiğim şehirlerde, tarihi binaların yanında yükselen modern yapılar, geçmiş ile geleceğin muhteşem bir birleşimini sunuyordu. Her ülkenin başkenti, kendi karakteristik özellikleriyle öne çıkarken, elbette o hep konuştuğumuz trafik ve temizlik kültürü beni oldukça etkiledi. Özellikle Riga, Helsinki, Tallin ve Vilnius'un sokaklarında dolaşırken, her köşede farklı bir kültürel mirasın izine rastlamak mümkündü. Bu şehirlerde karşılaştığım insanlar, güler yüzleri ve yardımseverlikleriyle gezimin keyfini iki katına çıkardı. Ayrıca her şehirde mutlaka bir müzik ziyafetine denk gelecek kadar şanslıydım. 

 

Kültürel değerler anlamında her bir ülke, kendine has özellikleriyle dikkat çekiyor. Bu kültür sokaktan binalara, insan ilişkilerindeki samimiyet ve mesafe arasındaki ince çizgiden yaptırım gücüyle kurulmuş disiplinden kişisel sorumluluklara kadar farklı yüzlerde kendini gösteriyor. Trafik konusunda ise, her ülkenin kendi düzenlemeleri ve alışkanlıkları bulunmakta. Trafiğin düzenli ve kurallara uygun işlediği bu ülkelerde, yaya geçitlerine verilen önem ve bisiklet yollarının yaygınlığı dikkat çekiciydi.

Yemek fiyatları, özellikle büyük şehirlerde, genel olarak yüksek olmakla birlikte, yerel pazarlar ve küçük lokantalar daha uygun seçenekler sunuyor. Her ülkede farklı tatlar deneme fırsatım oldu ve bu lezzetleri genellikle soğuk denizlerin balık yemekleri ailesinden seçmeye çalıştım.

Öte yandan, Rusya’ya yakınlıkları nedeniyle, bu ülkelerdeki insanların güvenlik konusunda belirgin bir hassasiyet taşıdıklarını gözlemledim. Rusya’dan gelen tehdit algısı, politik söylemlerden günlük sohbetlere kadar pek çok alanda kendini hissettiriyordu. Bu durum, ülkelerin güvenlik politikalarına da yansımış durumda. Ancak bütün bu ülkelerde kayda değer oranlarda Rus asıllı nüfus olduğunu da söylemeden geçmemek gerekiyor. Rusların Baltık ülkelerindeki NATO yanlısı siyasete nasıl baktıklarıyla ilgili kamuoyu araştırmalarının sonuçları ise önemli ölçüde vatandaşı oldukları ülkelere adapte olduklarını veya apolitik kalmayı tercih ettiklerini gösteriyor.

NATO ve Litvanya bayrakları 

 

Bu yazı boyunca, Letonya, Finlandiya, Estonya ve Litvanya’nın şehirlerinden insanlarına, kültürel zenginliklerinden güvenlik kaygılarına kadar pek çok konuyu detaylı bir şekilde ele alacağım. Gezi notlarım ve gözlemlerim aracılığıyla, bu dört ülkenin kuzey Avrupa’daki yerini ve özelliklerini daha yakından tanıma fırsatı bulmanıza yardımcı olabileceğimi umuyorum. Elbette gözlemlerimi sıralarken bazı hususlarda iyi örnek olması için Türkiye’deki durumla kıyaslamalarımı da yazmam gerektiğini düşünüyorum. Bunların değerli okurlar için basit bir “Avrupa medeniyeti” öykünmesinden ziyade her iyi şeyin bireyden başladığını ortaya koyan ve aslında kaybettiğimiz özümüzü yansıtan hasletlerin geri kazanılmasını uman temenniler olarak algılanmasını arzu ediyorum. 

11 yıl önce ilk gazetecilik derslerimi alırken bize öğretilen en önemli husus, okurun ilgili konu hakkında hiçbir şey bilmediğini varsayarak haberimizi veya yazımızı yazmamız gerektiği idi. Bu yüzden yazımın halen henüz başında sayılırken Baltık bölgesinin kısaca tanımını yapmanın, özellikle İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyelikleri için Türkiye’nin desteğinin tartışıldığı dönemde Baltık ülkeleri hakkındaki yanlış bilgiler ve kavram kargaşasını aydınlatmanın ve de bölge ülkelerinin tarihlerine kısaca değinmenin faydalı olacağına inanıyorum.

Kuzey Avrupa’nın incileri Baltıkların kısa tarihi 

Öncelikle Baltık ülkelerine adını veren Baltık Denizi nerede, bunu yanıtlayalım. Baltık Denizi, Almanya ve Polonya’nın kuzeyinde kalan bir iç deniz. Bir gemi Türkiye’nin Akdeniz’inden Baltık Denizi’ne ulaşmak için Tunus ve Cezayir açıklarından Cebelitarık Boğazı’na ulaşır. Buradan Kuzey Atlantik Okyanusu’nda seyrüsefer yaparak Portekiz, İspanya, Fransa, Belçika ve Hollanda açıklarından Kuzey Denizi’ne ulaşır. Kuzey Denizi’nde yarımada ülkeleri olan Danimarka ve İsveç’in koynundan geçerek sonunda Polonya’nın kuzeyinden Baltık Denizi’ne varmış olur. 

Toprakları, Avrupa’nın ortasındaki Rusya Federasyonu enklavı Kaliningrad’ın sınır ötesinden başlayan Litvanya, sınır komşusu Letonya ve Estonya Baltık ülkeleri olarak anılıyor. Aslında Baltık ülkeleri denildiğinde bu üç ülke anlaşılıyor. Finlandiya’nın başkenti Helsinki de Baltık Denizi kıyısında olmasına rağmen Finlandiya, kendisini “Nordik ülke” olarak tanımlıyor. Ancak Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin 1991’de dağılıp bu bölgedeki ülkelerin bağımsızlığını ilan etmesinden sonra 1992’de kurulan Baltık Denizi Devletleri Konseyi’ndeki (CBSS) ülkeler, zamanla Baltık ülkeleri olarak anılmaya başlanmış. Konseye üye ülkeler arasında Baltık Denizi’ne kıyısı olmayan Norveç ve İzlanda da var. Rusya Federasyonu da Ukrayna Savaşı’na kadar CBSS üyesiyken sonrasında örgütteki faaliyetlerinin askıya alınmasının ardından üyelikten çekildiğini açıklamıştı. 

 

Litvanya, Letonya ve Estonya ülkelerinin siyasi-tarihsel süreçlerin çok büyük benzerlikler gösterdiğini ve ortak bir geçmişe dayandığını söyleyebiliriz. 12. yüzyılda Alman tüccar ve misyonerlerin geldiği bölge 13. yüzyılda Alman Haçlıları tarafından fethedilmiş. 16. yüzyılın ortalarından itibaren, Baltık toprakları Polonya-Litvanya Birliği'nin bir parçası haline gelmiş. 17. yüzyılda, İsveç İmparatorluğu bölge üzerinde hakimiyet kurar ve bu dönem Baltık ülkeleri için barışçıl ve ekonomik olarak gelişen bir dönem olmuş; ayrıca halen İsveç’in bölge ülkeleri için yüzlerini döndükleri ve kendilerine örnek aldıkları bir medeniyet olduğunu söylemeliyiz. 18. yüzyılda Büyük Kuzey Savaşı ile birlikte Baltık toprakları Rus İmparatorluğu'nun kontrolüne geçmiş. 1795'te Baltık ülkeleri tamamen Rus İmparatorluğu'nun bir parçası olmuş. 

Birinci Dünya Savaşı'nın sona ermesiyle birlikte, Letonya, Estonya ve Litvanya 1918'de bağımsızlıklarını ilan etmiş. Ancak 1939 yılında Nazi Almanyası ve Sovyetler Birliği arasındaki Molotov-Ribbentrop Paktı sonucunda bu ülkeler, Sovyetler Birliği'nin etkisi altına girmiş. 1940 yılında Sovyetler Birliği, Baltık ülkelerini ilhak etmiş ve II. Dünya Savaşı sırasında Alman işgali ve ardından tekrar Sovyet işgali yaşanmış. II. Dünya Savaşı'nın sona ermesiyle Baltık ülkeleri tekrar Sovyetler Birliği'nin bir parçası olmuş. Türkiye’nin bu dönemde Sovyet işgalini tanımadığını hatırlatalım. 

Sovyet dönemi boyunca, Baltık topraklarında ağır sanayi yatırımları yapılmış ve nüfus yapısı büyük ölçüde değişmiş. 1980'lerin sonunda Sovyetler Birliği'nin zayıflamasıyla birlikte, Letonya, Estonya ve Litvanya'da bağımsızlık hareketleri güçlenmiş. 1991 yılında bu üç ülke bağımsızlıklarını yeniden ilan etmiş ve uluslararası toplum tarafından tanınmış. 

Bağımsızlıklarını kazandıktan sonra Letonya, Estonya ve Litvanya piyasa ekonomisine geçiş yapmış ve 2004 yılında Avrupa Birliği ve NATO üyesi olmuş. Her üç ülkenin de Rusların Baltık ülkelerine yönelik “biz sizi Alman işgalinden kurtardık” argümanına yanıtı, “siz bizi işgalden kurtarmadınız, tıpkı Almanlar gibi siz de bizim topraklarımızı işgal ettiniz” şeklinde.

Şimdi yazının keyifli kısmı başlıyor…

Baltık ülkelerine doğru yola çıktığım seyahatimin ilk durağı Letonya’nın başkenti Riga. Riga, Letonya'nın başkenti ve en büyük şehri olarak Baltık bölgesinin kültürel ve tarihi açısından en zengin şehirlerinden biri olarak biliniyor. Şehre gelir gelmez gördüğüm şey, çeşitli mimari tarzların güzel kompozisyonu. Tarihi binalar ve modern yapılar arasındaki geçişte insanın gözünü yormayan bir yanı var. 

Havalimanından şehre giderken otobüste sohbet ettiğim bir Letonyalı, bana caddeyi göstererek “Burası Kalnciema caddesi. Bu cadde çok kötü durumdaydı. 2005’te ABD Başkanı George W. Bush, Riga’yı ziyaret etmeden hemen önce onun geçeceği güzergahtaki yollarda yenileme çalışmaları yapıldı” diye anlatıyor. Bir tarafta metruk görünümlü eski yapılardan geçerken köşeyi dönünce tertemiz, köklü ağaçlarla çevrili huzurlu yollardan geçiyoruz.

Şehre vardığımda hava halen alacakaranlıktı. Yine de Orta Çağ ve Barok mimarisinin örneklerini loş ışıklar altında seçebilmek, ertesi günün heyecanını o anda katladı. Sabah olunca ilk iş, kaldığım eski bir yapı olan otelimin penceresinde sokağı fotoğraflamak oldu. Şehirde geçireceğim günlerde göz aşinalığından benim için sıradanlaşacak olan yapıların her biri, ilk gün benim için tarihi eser niteliğindeydi.

 

Marijas Caddesi’ndeki bulunan ve uzun yıllardır boş duran bu yapı, mimari politikasıyla ilgili ipucu veriyor. Aslına uygun olarak restore edilmezse uzun bir süre daha boş kalacak. 

Riga sokaklarında yürürken ilk dikkatimi çeken şey sükûnet. Nüfusu yaklaşık 2 milyon olan Letonya’nın Riga şehrinde yaklaşık 900 bin insan yaşıyor. Caddeler boş, trafik hafif, yaya geçitlerinde ışık yeşile döndüğünde hareket eden büyük kitleler yok. 

Riga’nın merkezine ulaştığımızda Letonya’nın en büyük nehri olan ve Baltık Denizi’ne dökülen Daugava Nehri’nin kıyısında muhteşem bir parkla buluşuyorum. Parkın manzarası dört bir taraftan büyüleyici yapılarla çevirili. Bir tarafında Letonya Ulusal Operası diğer tarafta Letonya Üniversitesi ve Özgürlük Anıtı bulunuyor. Parkta nehir kıyısına indiğimde ise 15 Euro ödeyerek 50 dakikalık bir nehir turuna çıkıyorum. Lotus çiçekleriyle süslenmiş Daugava nehrindeki turda, kanallardan geçerek Riga’nın bütün güzelliklerini görmek mümkün. Hem ilk taşı 1330 yılında konulmuş olan ve bugün Letonya Cumhurbaşkanlığı Sarayı olarak kullanılan tarihi yapıyı hem de 2008’deki küresel emlak krizi sırasında neden ve nasıl bütçe ayrıldığını insanların hala sorguladığı modern Letonya Ulusal Kütüphanesi’ni görebildim. 

Letonya Cumhurbaşkanlığı Sarayı

 

Keyifli bir nehir turundan sonra Eski Şehir’e giderek ünlü yapıları, müzeleri ve kiliseleri gezdim. Cumhuriyet tarihi son derece taze olduğu için Türkiye’de olduğu gibi devasa müzeler görmek mümkün değil. Daha çok küçük ve konsept müzecilik anlayışıyla tarih ve kültür sunumu yapıldığını söyleyebilirim. Baltık ülkelerinin ortak özelliklerinden biri bağımsızlıklarını nasıl kazandıklarını nesilden nesle aktarmak, unutmamak ve unutturmamak için anlatıları hem eğitimde hem de müzelerde tekrar etmeleri. 

Işık Kalesi de denilen Letonya Ulusal Kütüphanesi

 

Riga’da Eski Şehir’deki ilk durağım, Halk Cephesi Müzesi oldu. Burada 1986 yılında acilen ortaya çıkan bir demokratik muhalefet cephesinin nasıl oluştuğu zaman tüneliyle anlatılıyor. O yıllardan kalma bir Ikarus otobüsünün yarım parçası müzenin içerisine yerleştirilmiş. Müzede birkaç metrekarelik evlerdeki yaşam alanları da sergileniyor. Ülkedeki temel anlatı, diğer Baltık ülkelerinde olduğu gibi Sovyetlerden ve Rus kültürü ve dili baskısından kazanılan bağımsızlık. Ancak şehir merkezindeki Origo isimli AVM’yi gezerken girdiğim kitapçılarda Letonca kitap reyonunu sorduğumda “Letonca yayınımız yok, sadece Rusça kitaplar var” yanıtını almak beni bir hayli şaşırttı.

 

Riga’nın en büyük ve en ünlü kilisesi St. Peter Kilisesi. Aynı zamanda UNESCO Dünya Mirası listesinde olan bu kilise, bir yandan düğün fotoğrafları için bir dekorasyon diğer yandan da turistik bir nokta. St. Peter Kilisesi’nde İsviçreli Alman müzisyenlerden oluşan bir orkestranın provasına denk gelecek kadar şanslıydım. Baltık gezim boyunca da bu şansım açık kalmaya devam etti.

 

Eski Şehir meydanındaki “Kara Kafalılar Evi” binası 1334 yılında tüccarlar için depo, toplantı ve kutlama yeri olarak inşa edilmiş. Bugün de manzarasını sokak müzisyenlerinin arka planı olarak sunuyor. Fotoğrafta gördüğünüz olağanüstü başarılı müzisyen, çellosuyla Metallica’nın “Nothing Else Matters” şarkısını çalıyor.

 

Eski Şehir'in ara sokaklarını keşfetmeye çıktığımda ise İngiltere’nin 17. ve 18. yüzyıllarda uyguladığı ve bir tür emlak vergisi olan pencere vergisi veya güneş vergisinin Riga’ya da uğradığını görüyorum. Bu sokaklarda geniş duvarlı binaların küçücük pencerelere mahkûm bırakıldığını görmek, sözde “modern çağ” olarak tarih kitaplarına geçen dönemin insanları nasıl karanlıkta bıraktığını bir kez daha düşündürüyor. 

İnsanların son derece güler yüzlü, yardım sever ve iletişime açık olduğu, hatta akşamları sokaklarda tek tük gördüğüm bir bira parası dilenen sarhoşların bile tehlikesiz olduğu Riga’da yemek ve ulaşım fiyatları da fena değil. Eski Şehir’deki lüks bir restoranda değil de iki arka sokaktaki bir kafede yemek yemek isterseniz, kişi başı 10-15 Euro ödeyerek lezzetli bir porsiyon alabilirsiniz. Otobüs veya tren bileti 2 Euro’nun altında. Magnetler 2-5 Euro arasında değişiyor. 

Bu arada girdiğim bir hediyelik eşya dükkanında kasadaki hanımefendiye yanımda götürdüğüm bir kutu Türk lokumunu hediye ettim. Şaşkınlık ve mutlulukla karşılarken bir anda Türkçe konuşmaya başladı. Türk dizileri izleyerek Türkçe öğrendiğini söyledi. Kuzey Güney dizisini ve Kıvanç Tatlıtuğ’u çok beğeniyormuş. “Fakat artık eskisi gibi izlemiyorum. Senaryoları iyice bozdular. Hep aynı hikayeleri çekip duruyorlar” dedi.

Finlandiya neden dünyanın en mutlu ülkesi?

Letonya’dan sonra ikinci durağım havayolu ile ulaştığım Helsinki. Finlandiya, coğrafi olarak Baltık Denizi'ne kıyısı olan bir ülke olsa da tarihi ve politik gelişimi açısından Letonya, Estonya ve Litvanya'dan önemli ölçüde ayrışıyor.

Finlandiya, 12. yüzyıldan itibaren altı yüzyıl boyunca İsveç Krallığı'nın bir parçası olmuş. İsveç yönetimi altında, Finlandiya İsveç kültürü, dili ve hukuk sistemiyle entegre hale gelmiş. Bu durum, Finlandiya'nın kültürel ve dilsel yapısını önemli ölçüde etkilemiş. 1809 yılında, Napolyon Savaşları sırasında, Finlandiya Rus İmparatorluğu tarafından fethedilmiş ve Büyük Finlandiya Dükalığı olarak Rusya'ya bağlanmış. Rus hakimiyeti altında, Finlandiya özerk bir bölge olarak yönetilmiş ve kendi meclisini kurma hakkı kazanmış. Bu durum, Finlandiya'nın ulusal kimliğinin gelişmesine ve bağımsızlık mücadelesine zemin hazırlamış. Finlandiya, 6 Aralık 1917'de Rusya'daki Ekim Devrimi'nin yarattığı kaostan faydalanarak bağımsızlığını ilan etmiş. Bağımsızlık sürecinde iç savaş yaşamış ancak kısa süre içinde istikrar kazanmış. Finlandiya, bu dönemde batı demokrasisi ve hukuk devleti ilkelerine dayalı bir yönetim sistemi benimsemiş. 

Helsinki şehir merkezi ve limanı

 

Finlandiya, uzun yıllar boyunca tarafsız bir dış politika izlemişti. Ancak 2022 yılında Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinin ardından Finlandiya, güvenlik endişeleri nedeniyle NATO üyeliği başvurusunda bulundu. Bu, Finlandiya'nın Baltık ülkelerinden politik olarak ayrışan önemli bir adımıdır, çünkü Baltık ülkeleri Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından hızlı bir şekilde NATO ve AB üyeliğine yöneldi. Finlandiya, 1995 yılında Avrupa Birliği'ne üye oldu. Baltık ülkeleri ise Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra 2004 yılında AB'ye katılmıştı. Bu durum, Finlandiya'nın AB ile entegrasyon sürecine Baltık ülkelerinden daha erken başladığını gösteriyor. 

Finlandiya, sosyal refah devleti modeli ve yüksek yaşam standartlarıyla tanınan dünya mutluluk endeksinde zirveyi yakalamış bir ülke. Sosyal güvenlik, sağlık ve eğitim sistemleri üst düzeyde ve bütün dünyada model olarak alınıyor. 

Somon çorbasının fiyatı 31 Euro

 

Finlandiya’nın en önemli özelliği ise Dünya Mutluluk Endeksi’nde çoğu zaman zirvede yer alması. Kauppatori Pazar Meydanı'na ve Eski Pazar Hali'ne ev sahipliği yapan sahil bölgesi Kaartinkaupunki’nde Finlandiyalı arkadaşımla fiyatı 31 Euro olan somon çorbası içerken yaptığımız sohbette bu konuyu tartışıyoruz. Finlandiyalılar neden dünyanın en mutlu insanları? Yıllarca Türkiye’de de yaşamış olan arkadaşım şöyle açıklıyor: 

“Güven. Bizim ülkemizde insanlar birbirlerine güvenir. Birisi bir söz verdiğinde kimse o sözün tutulmama ihtimalini düşünmez. Söz veren kişi de mutlaka sözünü tutar. İnsanlar birbirlerine pek az yalan söylerler. Birbirlerinden korkmazlar, kandırılmaktan, dolandırılmaktan, aldatılmaktan endişe etmezler. Türkiye’de yaşarken bana her an her şeye, herkese karşı temkinli olmam öğretildi. İnsanlara sıfır puanla başlayıp nötr yaklaşmamın bile beni korumaya yetmeyeceği, her an herkesten bir kötülük gelebileceği fikrine hazır olmam telkin edildi. Bence Finlandiya halkının dünyanın en mutlu halkı olmasının temel nedeni güven duygusunun yüksek, endişenin yok denecek kadar az olması.”

Arkadaşımın değerlendirmesini müzeleri gezerken yaşadığım tecrübeyle destekleyebilirim. Avrupa’nın pek çok yerinde olduğu gibi Baltık ülkelerinde de müze girişleri basın mensupları için ücretsiz. Gittiğim müzelerde gazeteci olduğumu söylediğimde 5 ila 20 Euro arasında değişen müze biletlerini almama gerek kalmadı. Üstelik basın mensubu olduğumu söylediğimde basın kartımı soran müze görevlisi sayısı 8’de 1. 

Bana sorulmadan basın kartımı çıkarmak istediğimde ise beni durdurup göstermeme gerek olmadığını söyleyen görevliler de oldu. Ayrıca basın kartını hangi kurum veya kuruluşun verdiğinin bir önemi de yok. Gazeteci olup olmadığınıza bir kişi veya kurum karar vermiyor. Gazetecilik yaptığınızı söylediğinizde sizin gazeteci olduğunuz kabul ediliyor. Yani burada insanlara bir şey söylediğinizde sizin yalan söyleme ihtimalinizi değerlendirmiyorlar bile. 

Bu anlamda Türkiye’de tek bir kurumun verdiği basın kartı için müze girişi veya diğer sosyal imkanların sağlanması, zaten sayısız basın mensubunun mustarip olduğu bir durum. Baltıklar, beyanın esas alındığı mutlu ülkeler. Mutluluklarını gölgeleyen tek şey sınır güvenliği veya yeniden işgal endişesi… 

Sanat merkezi gibi feribot seferleri 

Helsinki gezimi, Kauppatori meydanındaki mini konserle tamamlayıp akşam seferiyle 25 Euro’ya satın aldığım Tallin biletiyle feribot seferine katılıyorum. Feribot dediysem, aklınıza Harem-Sirkeci feribotu gelmesin. Her katta farklı bir etkinlik, oyun alanı, canlı müzik, sergi veya tiyatro oyunu olan ve adeta bir sanat merkezi gibi çalışan bir feribotla Tallin’e 3 buçuk saatlik keyifli bir yolculuk yapıyorum. Saat gece yarısı 00.00’a yaklaşırken Baltık Denizi’ni süsleyen adalar eşliğinde gün batımını izlemenin keyfini tanımlamak biraz güç. 

 

Bu arada Finlandiya adalarıyla ünlü. Ülke sularında yaklaşık 76 bin ada ve adacık var. Bu adalardan en ünlüsü, Türkçesi “deniz kalesi” anlamına gelen “Suomenlinna”. Helsinki limanından sık sık kalkan ve toplu taşıma kartıyla yarım saatlik bir deniz yolculuğuyla gidilebilecek bir ada. İsveçliler 1700’lerin sonralarında Finlandiya’yı Ruslara karşı korumak için bu adayı kalelerle donatmış, yüzyıllar öncesinde kullanılan toplar ve diğer askeri araçlar halen adada.

Finlandiya’nın diğer Baltık ülkelerinden farkı, savaşarak bağımsızlığını korumayı başarmış olması. Ancak ülkedeki Rus tehdidi duygusu yüzyıllar sonra Rusya-Ukrayna Savaşı nedeniyle yeniden gün yüzüne çıkarak Finlandiya’nın uzun zamandır sürdürdüğü bağlantısız dış politikasını ortadan kaldırdı. Suomenlinna artık turistlerin uğrak noktası, Finlandiya ise NATO üyesi.

Baltıkların en çalışkan ülkesi Estonya

Bir sonraki durağı Litvanya olacak olan Baltık gezimde beni en çok etkileyen Estonyalıların çalışkanlığı oldu dersem abartı sayılmaz. Ziyaretimin tarihi belli olur olmaz temasa geçtiğim Estonya’nın Ankara Büyükelçisi Väino Reinart sayesinde Estonya Parlamentosu’nun Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Marko Mihkelson ile uzunca bir sohbet imkânı buldum. Estonya’nın güvenlik politikalarından NATO’ya hem zorunlu hem gönüllü bağlılığına, Rusya-Ukrayna Savaşı sonrası ülkede yeniden artan işgal korkusuna pek çok başlığı konuştuk. 

Sohbetten sonra Mihkelson, hem bana 1922’de inşa edilen parlamento binasını gezdirdi hem de Oturum Salonu’nda Başkan tokmağıyla tatlı bir hatıra olarak kalacak olan fotoğrafımı çekti. 

 

Estonya’daki siyasetçiler son derece mütevazı hayatlarıyla biliniyor. Başbakan düzeyinde bir siyasetçi bile korumasız olarak geziyor, köşedeki hamburgercide yemek yiyor, çocuğunu okula yürüyerek bırakıyor ve işine gidiyor.

Estonya’da çalışkan olanlar sadece Estonyalılar değil. Türkiye’nin Tallin Büyükelçisi Başak Türkoğlu da bugüne kadar tanıdığım en çalışkan, işini aşkla yapan, hangi alandan gelirse gelsin konusu ne olursa olsun ziyaretçilerine nazikçe vakit ayıran ve ağırlayan, son derece kapsamlı bilgi veren, yol gösteren ve iki ülke ilişkilerine katkı sağlayabilecek her türlü çalışmayı destekleyen örnek bir diplomat. 

Tıpkı Letonya gibi Estonya’nın da nüfusunun yüzde 25’inden fazlası Rus. Bu Rus nüfusun yaklaşık üçte biri Estonyacayı hiç konuşmuyor, kendilerini Rus olarak tanımlıyor. İkinci grup vatansız belgesiyle yaşayan ve kendilerini iki ırk ve kültür arasında sıkışmış hisseden Ruslar. Diğerleri ise tamamen Estonya’ya entegre olmuş, Rusya’ya karşı politikalar konusunda hassasiyet göstermeyen kitle. 

Estonya’da vatansız belgesiyle yaşayan Ruslar, genel seçimlerde oy kullanma hakkına sahip değiller. Şu sıralarda da yerel seçimlerde oy kullanma hakları kaldırılsın mı tartışması yaşanıyor. Ancak bu durumu insan hakları ve demokrasi bağlamında eleştirenler de var. 

En ilginç verilerden biri de bölgede yaşayan Türklerden aldığım bilgiye göre kamuoyu yoklamalarında hiçbir dine bağlılık hissetmeyenlerin oranının yüzde 63 olması. 

Kültür aktarımında ise İsveç ve Finlandiya, Estonya’nın yüzünü döndüğü ülkeler olarak öne çıkıyor. Geçmişte bölgeyi işgal eden Almanya veya Fransa’nın merkez olarak Estonya için bir karşılığı yok. 

Estonya’nın Eski Şehir’inde tarih ve sanat konuşuyor. Yüzlerce yıllık yapıları müze, restoran, kafe veya sanat galerisi olarak görmek mümkün. En çok dikkatimi çeken nokta ise, bu tarihi yapıların tuvaletlerinin bile tek bir taş bozulmadan korunmuş olması.

 

Çiçeklerle bezenmiş kafelerde balık çeşidi bol menülere rastlamak mümkün. Fiyatlar karşı komşu Finlandiya’ya göre çok uygun. Fotoğrafta gördüğünüz ve hayatımda yediğim en iyisi balık çorbası için 10 Euro ödedim. 360 liraya çorba olur mu diye sormamak lazım. Çorba pahalı değil, kur yüksek. 

Suwalki Koridoru gölgesinde Litvanya

Tallin’den otobüsle 4 saatte Riga’ya döndükten sonra ertesi gün durağım Vilnius oldu. Bileti 10 Euro’ya satın aldığım biletle Riga’dan Vilnius’a 3 buçuk saatte gittim. 

Rus enklavı Kaliningrad’a kara sınırı bulunan Litvanya’da Ruslara, Rusça konuşanlara yönelik yaklaşımın çok sıcak olduğunu söyleyemem. Litvanya, jeopolitik konumu nedeniyle 62 kilometre mesafede olduğu Suwalki Koridoru'nun stratejik öneminin gölgesinde bulunuyor. 

Suwalki Koridoru, Polonya ile Litvanya arasında yer alıyor ve Batı ile Baltık ülkeleri arasındaki kara bağlantısını sağlıyor. Bu dar kara parçası, Rusya'nın Kaliningrad bölgesi ile Belarus arasında sıkışmış durumda ve NATO için hayati bir tedarik hattı oluşturuyor. 

Litvanya, bu koridorun güvenliğini sağlamak ve Rusya'nın bölgedeki askeri varlığını dengelemek için sürekli teyakkuzda. Bölgedeki istikrar hem Litvanya'nın hem de Baltık ülkelerinin güvenliği açısından kritik öneme sahip. Bu nedenle, Suwalki Koridoru, Litvanya'nın savunma stratejilerinin merkezinde yer alıyor ve bölgedeki askeri tatbikatlar ve NATO işbirlikleri bu stratejik hedef doğrultusunda şekilleniyor. 

 

Litvanya’nın komşusu Letonyalı bazı yetkililer, Suwalki Koridoru’nun öneminin, Rusya’nın Kaliningrad’daki askeri unsurlarını önemli ölçüde azaltmış olmasından dolayı artık eskisi gibi olmadığını belirtirken Estonyalı ve Litvanyalılar koridorun Baltıkların güvenliği için kritik olduğunu ve her an Rusya’nın tehdidi altında olduğunu savunuyor. 

Vilnius’ta bulunan kamu binalarının olduğu meydanda, diğer Baltık başkentlerinde görmediğim dev NATO dekoru ve bayrakları da bu endişeyi ve NATO’ya olan güveni ortaya koyuyor. Gördüğüm yerleşim yerlerinde sık sık balkonlarda Litvanya bayrağı asılı olduğunu da eklemeliyim. Bu da milliyetçilik ve güvenlik unsurlarını vurgulayan diğer bir ayrıntı.

Litvanyalıları olağanüstü derecede sıcakkanlı olan Letonya ve Estonya insanlarına göre biraz daha mesafeli buldum. 

Vilnius, mesafeli sosyal ilişkilere rağmen sıcaklığını hissedebileceğiniz bir şehir. Kale, Ulusal Müze, pek çok Barok ve Gotik mimari örneği kiliseyle beraber en ünlü yapılar olan olan Vilnius Katedrali ve Aziz Anne Kilisesi’nin gezilmesi, görülmesini mutlaka tavsiye ediyorum. 

 

Uzun zaman ayrılması gereken yerlerden biri de tarihi 1570 yılına dayanan Vilnius Üniversitesi Mimari Topluluğu. Bu komplekste fresklerle bezeli Filoloji Merkezi, Vilnius Üniversitesi Kütüphanesi ve avlusu ile Aziz Johns Kilisesi Çan Kulesi var. Kuleye çıkmak biraz zahmetli. Birkaç katı asansörle çıktıktan sonra daracık tahta merdivenlerden kulenin terasına çıkmak mümkün. Ancak bunu başaranları panoramik bir Vilnius manzarası kutlaması bekliyor.

 

Vilnius’ta da fiyatlar Estonya ve Litvanya ile benzerlik gösteriyor. Geleneksel Litvanya yemekleri sunan Katpedele restoranda somon ve meyve kokteyli için 15 Euro ödedim.

Seyahat ettiğim dört ülkede de restoran ve kafelerin önünde menünün ve fiyatların açıkça yazıldığı panolar var. Çoğu insan mekana menüyü inceleyerek “ağzımın tadına göre bir şey var mı ve bütçeme uygun mu” diye baktıktan sonra giriyor.

Birkaç temenni niyetine…

Havanın geç kararması nedeniyle “akşam”, “yorgunluk” ve “otele dönme gereksinimi” gibi olgulara karşı bilinçli davranma konusunda sorun yaşadığım Baltık seyahatimde asıl öne çıkarmak istediğim iki başlık var; temizlik ve trafik adabı. Dört ülkenin tamamında kullandığım bütün lavabolar tertemizdi. Metro istasyonu lavabosundan AVM lavabosuna, şehirlerarası otobüs terminali lavabosundan salaş bir mekânın lavabosuna kadar kullandığım hiçbir lavaboda temizlik veya kokudan yana sorun yaşamadım. 

Ülkemde kalabalık alanlardaki hijyen sorunlarıyla ilgili detay vermeme gerek olmadığını düşünüyorum. Günlük hayatımızda mutlaka bir yerde bir temizlik sorunuyla karşılaşıyor ve çoğumuz “neden temiz bırakmıyorsunuz ki?” diye sormadan edemiyoruzdur. Temizlik de tıpkı diğer konular gibi bireyde başlıyor. Bireyin yetişmesi, aile içi eğitim, okul öncesi eğitimi, okul eğitimi ve sonrası hayatın kendisi… Türkiye’de birisi yere bir çöp atarsa bu diğerleri için de “nasılsa atılmış” veya “belediyenin işi ne, temizlesin” denilerek teşvik edici hale geliyor.

Dışarıda, pek çok bina çevresinde sigara içmenin yasak olduğu bu ülkelerde bahçeler, parklar, nehir kenarları gibi mesire alanlarında alkol almak da yasak. Market ve büfelerde 22.00’den sonra alkol satışı yok. Alkol almak isteyenler restoran veya barlara gitmek zorundaymış.

Trafik kültürü, trafik adabı konusu ise kim ne kadar örnek gösterirse göstersin bizim ülkemizde hayal bile edilemeyecek derecede iyi. Bunun sebepleri ise nüfusun ve araç sayısının az, toplu taşımanın yaygın, bisiklet kültürünün gelişmiş ve yasal yaptırımların caydırıcı olması. Ancak bunlar görünen nedenler. 

Bana kalırsa en önemli faktör insanların neyden mutlu olduğu. Kuzey Avrupa’da insanlar nezaket göstermekten, hakkı teslim etmekten, müsaade etmekten, problem çıkarmak yerine problem çözmekten memnuniyet duyuyor. Bu aslında naifliklerinden kaynaklanıyor. Bu toplumlar belki de aynı naifliklerinden dolayı geçmişte işgale uğradılar. Ama nezaketten vazgeçmediler.

Türkler ise savaşçı bir toplum, zafere müptela. Trafikte araç kullanma kültürüyle genetiğin alakasını biraz daha derin düşününce tespit etmek güç değil. Türkiye’de bireylerdeki genetik kazanma hırsı her alanda kendini gösteriyor. Trafikte yol çalmak, sapaktan dönmek için bekleyen şeritteki araçları atlatarak yola sapmak, her sabah Avrasya Tüneli girişinde gördüğünüz bekleyen iki şeridin önüne geçip direksiyon kıran araçların sürücülerinin dürtüsü tam olarak bu. 

Başarmak, kazanmak, yenmek, başkasını geçmek, yol vermemek, sol şeritten giden sürücüyü taciz etmek veya hızı müsaade etmediği halde sol şeritten gidiyor olmanın keyfini yaşamak… Hepsi aynı genden, muzaffer olma arzusundan kaynaklanıyor bana göre. 

Riga’da bir sürücü, kavşakta yol vermekten, yaya yolunda karşıdan karşıya geçene öncelik göstermekten mutlu olurken Türkiye’deki sürücüler sollamaktan, gerektiği halde fren yerine gaza basmaktan, öfkesini iç gıcıklayıcı korna sesiyle çıkarmaktan mutlu oluyor ve bu davranışlarla bir nevi kişisel tatmin yaşıyor. Dolayısıyla Türkiye’deki büyük şehirlerde trafik kültürünü dönüştürmek ve insani hale getirmek kısa veya orta vadede çok mümkün görünmüyor. 

Baltık büyükelçilerinin Türkiye sevgisi

Estonya gezimden bahsederken Estonyalıların çok ama çok çalışkan, ilgili ve dikkatli olduklarını belirtmiştim. Estonya’nın Ankara Büyükelçisi Väino Reinart, Tallin ziyaretimde yetkililerle görüşme organize etmeme yardımcı olmakla kalmadı; Türkiye’ye döndükten sonra Estonya tecrübemle ilgili görüşlerimi dinlemek için beni öğlen yemeğine davet etti. Pek çok noktada Türkiye’nin safında olan, Türkiye’nin AB üyeliğini destekleyen, Tallin hükümetiyle Ankara’nın ilişkilerinin en iyi seviyelerine ulaşması için çaba gösteren Büyükelçi Reinart’a Fokus+ aracılığı ile bir kez daha teşekkür ediyorum.

 

Büyükelçi Reinart’ın mesajı, Türkiye’nin Estonyalılar için olduğu gibi Estonya’nın da Türkler için bir turizm destinasyonu haline gelmesi. Estonya, OECD’nin Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA) 2015’te Avrupa’nın en başarılı iki ülkesinden biri olmuş, güçlü rakibi Finlandiya’yı fende ve matematikte geride bırakmıştı. Birinci önceliğin iyi ve düzgün insan yetiştirmek olduğu Estonya’dan alınabilecek çok ders var ancak Türkiye ile kıyası mümkün olmayacak kadar farklı parametrelere sahip olan Estonya’daki eğitim sistemi Türkiye’de ancak pilot olarak bazı ilçelerde uygulanabilir.

Letonya Büyükelçisi veda ediyor

Baltık gezimden döndükten sonra uğramam gereken bir adres de Letonya’nın Ankara Büyükelçiliği oldu. Tıpkı Estonya Büyükelçisi Reinart gibi, Türkiye’nin sayısız şehrinde bulunmuş, ülkemizi gerçekten seven ve dostça yaklaşan Letonya’nın Ankara Büyükelçisi Peteris Vaivars, emekli olduğu için bu hafta Türkiye’den ayrılıyor. Ben de Büyükelçi Vaivars’a veda ziyaretimde Anadolu’yu temsil eden Çardak gülleri ve üzüntüyü temsil eden krizantem çiçekleriyle Letonya bayrağı konseptli bir buket takdim ettim. 

 

Gerçek bir Türkiye dostu olan Büyükelçi Vaivars’ın emekli olmasına gerçekten üzüldüm. Ancak Letonya’nın yeni atanacak Ankara Büyükelçisinin de Büyükelçi Vaivars ve neredeyse tanıdığım tüm Letonlar gibi güler yüzlü ve dostane olacağına eminim. Hoşça kalın Sayın Büyükelçi, umarım yollarımız yine kesişir.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.