Trump Ne Diyor Bu İşe?

Yazar Bülent Tokgöz, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun Gazze'deki savaşını uzatma nedenleri ve bu durumun ABD iç politikasına, özellikle 2024'teki başkanlık seçimlerine olası etkilerini Fokus+ için kaleme aldı.
Bülent Tokgöz
Trump Ne Diyor Bu İşe
30 Mayıs 2024

Netanyahu Gazze’deki savaşını bir sebebe binaen kasıtlı olarak uzatıyor olabilir mi? Her ne kadar kendi kamuoyunda vatandaşlarının %58’i Gazze’deki işgalin sonlandırılmasını ve erken seçime gidilmesini talep ediyor olsa da savaşı zamana yaymakla başka bir murat gözetebilir mi? Kasım 2024’teki seçimlere etki ederek Trump’ın kazanmasını sağlamak gibi… 

Doğrusu tahtı sallanan Bibi’ye Trump’ın kazanmasının ne faydası olacak ki bahsinden evvel Bibi’nin Trump’ın yeniden tahta çıkışını görmeye siyasî ömrünün yetip yetmeyeceği hayli şüpheli. Gelgelelim şayet maksadı Biden’a seçim kaybettirmekse buna gittikçe daha çok yaklaştığı da vakıa. Nitekim yapılan kamuoyu yoklamalarında ABD seçmenleri nezdinde Trump tercihi daha fazla öne çıkmış durumda. Bu elbette ki büyük oranda Biden’ın genel yetersizliğiyle ilgili velakin Gazze meselesinde ne savaşı ne barışı kazanma yönünde kayda değer bir irade ortaya koyamayışı hasebiyle zayıf ve başarısız görüntüsü perçinlenmiş vaziyette. 

2020’nin rövanşını almaya her geçen gün biraz daha yaklaşan Trump 2016 başkanlık seçimlerinde Yahudi oylarının sadece %23’ünü alabilmişti, oyların %71’i ise Hillary Clinton’a gitmişti. Mayıs 2019’da yapılan bir ankete göre Amerikalı Yahudilerin çoğu İsrail’i destekleyen politikalara olumlu bakmakta ve %42’si Trump’ın İsrail’i fazla desteklediğini düşünmekteydi. Amerikalı Yahudilerin bile fazla İsrailci bulduğu Trump yeni dönem için şimdiden kolları sıvamışa benziyor. 

Geçtiğimiz hafta başkanlığı dönemindeki son ulusal güvenlik danışmanı olarak görev yapan ve muhtemel bir Trump yönetiminde önemli bir mevkide olması beklenen Robert O'Brien’ı İsrail’e, Netanyahu’yla ve önde gelen yöneticilerle görüşmeye yollaması dikkatlerden kaçmadı. O’Brien’a Birleşik Arap Emirlikleri ve İsviçre eski büyükelçileri de eşlik edince ziyaretin iddia edildiği gibi “özel bir vatandaşın” gezisi olmadığı ayan beyandı. Hele de en etkili Yahudi lobisi olan AİPAC sözcüsünün beyanına göre gezinin finansının Amerikan İsrail Eğitim Vakfı tarafından sağlandığını da hesaba katınca ziyaretin ehemmiyeti daha iyi anlaşılabiliyordu.  

Gezinin resmi amacına dair açıklamalar, bekleneceği üzere, yüzeysel ve sembolik ifadelerin ötesine geçmiyor, alışılageldik “İsrail ve Yahudi halkıyla dayanışma” mesajlarının verilmesi için gelindiği söyleniyordu. Şu detay da mühimdi: O'Brien, Trump’ın bu ziyaretten haberdar olsa da kendisinden gitmesini istemediğini iddia ediyordu. Buradaki örtmece çabasının dünya kamuoyundan ziyade Amerikan iç kamuoyu ve teamüllerle ilgili olduğunu düşünmek daha akla yatkındı. 

Ziyaretin tam da Lahey'deki Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Netanyahu hakkında tutuklama emri talep ettiği gün gerçekleşmesi de anlamlı bir tevafuk olsa gerekti. Heyetin Netanyahu ve ekibiyle yetinmeyip muhalefet lideri Yair Lapid ve diğer önde gelen simalarla görüşmesi ise Trump ekibinin karmaşık İsrail siyasetini anlama çabasının bir parçası olduğunu düşündürmekteydi.  

İlk elde savaşın süresi ve kapsamıyla ilgili Biden ile Netanyahu arasında ciddi bir ihtilaf olmasından ötürü Trump’ın Netanyahu’ya desteğini sunmak üzere devreye girdiği düşünülse de ikilinin ilişkisi o kadar da dostane değil ve Trump da beklenmedik biçimde İsrail’in savaşı yürütme tarzıyla alakalı eleştirel bir dile yer yer müracaat etmek durumunda kalıyor. Durmaksızın kendini yalanlama ve muhataplarını şaşırtma gibi bir huyu olan Trump’ın beyanlarını geçmişe doğru takip etmek epeyce yorucu ve hatta beyhude bir çaba gibi gözükse de müstakbel ABD başkanının bakış açısını netleştirmek hiç de ihmal edilebilecek bir girişim değil. 

Bu girişime mart ayı sonunda yaptığı açıklamayı irdeleyerek başlamayı deneyebiliriz. Bir İsrail gazetesi olan Israel Hayom'a verdiği demeçte “İsrail'in Gazze'ye yönelik devam eden savaşında dikkatli olması gerektiğini, zira İsrail'in dünya desteğinin çoğunu kaybettiğini” dile getirmişti. “Bitirmek zorundasınız, işi bitirmek zorundasınız. İsrail ve diğer herkes için normal bir hayata başlamak için barışa ulaşmalısınız!” diyordu. İsrail tarafında olduğunu açıkça belirtmekle beraber Gazze’deki katliam ve yıkım sahnelerini tenkit edip “Ah, bu berbat bir portre. Dünya için çok kötü bir tablo!” ifadesini kullanarak “Savaşınızı bitirmeniz gerekiyor!” nasihatinde bulunuyordu. 

Savaştan aylar sonra, on binlerce Filistinli katledilmişken, Gazze diye sadece bir enkaz kalmışken onun yegane derdi İsrail’in imajıydı. “Bu işi bitirin!” derken kastettiği şey katliamları ve yıkımı durdurun türünden asla insani bir endişe değildi. İşin Türkçesi şunu demeye getiriyordu: İşlerini ne diye bir an evvel bitirmiyor ve yıkım sahnelerini ekranlarda yayımlıyorsunuz!? 

“Biden İsrail’in dostu değil”

Konuyu rakibi Biden’a getirmese elbette ki olmazdı. Yaşananlardan onu sorumlu tutması ise hassaten Yahudilerin durduğu yerden bakınca çarpıcıydı: “Çünkü Hamas ona saygı duymuyor. İki cümleyi bir araya getiremiyor. Konuşamıyor. O çok aptal bir insan. Aptal bir insan. Dış politikası 50 yıl boyunca korkunçtu. Onun döneminde diğer yönetimlerde bulunan insanlara bakarsanız onu zayıf ve etkisiz görüyorlar. Onun yerinde ben olsaydım Hamas böyle bir saldırıyı asla gerçekleştiremezdi.” Bu ağır ithamlarını şöyle tamamlıyordu: 

“Biden İsrail'in dostu değil. Çünkü Biden İsrail'in dostu olsaydı 7 Ekim asla yaşanmazdı.” 

Nisan başında ise muhafazakâr bir radyo sunucusu olan Hugh Hewitt’e verdiği mülakatta da İsrail’in Gazze’deki hava saldırılarının "en iğrenç" ve "en korkunç" videolarını yayımladığı için eleştirilerini sürdürüyordu. Bu eleştirilerde bile şahin bir İsrail taraftarlığı aşikardı: “Halk, bu binalarda çok fazla insan olduğunu sanıyor ve bundan hoşlanmıyorlar; neden böyle savaş zamanı görüntüleri yayınladıklarını bilmiyorum!” İsrail aslında boş binaları bombalıyor, kamuoyu da insanların öldüğünü sanıp İsrail aleyhine dönüyor, niye yayınlıyorsunuz ki bu görüntüleri?!.. Aşırı derecede Trump’vari bir yaklaşımdı bu. 

"Sanırım bu onları sert gösteriyor. Ama bana göre bu onları sert göstermiyor. PR savaşını kaybediyorlar. Büyük kaybediyorlar. Ama başladıkları işi bitirmeleri gerekiyor, hızlı bir şekilde bitirmeleri gerekiyor ve biz de hayata devam etmeliyiz.” Mart sonundaki talebiyle aynı: İşi bir an evvel bitirin, her şey normale dönsün!.. İnsan hayrete düşmeden edemiyor; Gazze gibi tarihin en vahşi soykırımlarından biri karşısındaki tek eleştirisi bu işin zamana yayılmış olması. “Bir zafer kazanmanız gerekiyor ve bu uzun zaman alıyor” derken de tek derdi zaferin yani topyekûn imhanın gecikmiş olması. İsrail’den bile İsrailci olmak bu olsa gerek. Her ne kadar sunucunun “Hala %100 İsrail’in yanında mısınız?” sorusuna kaçamak cevaplar verse de “ABD büyükelçiliğini Kudüs'e taşıma kararına işaret ederek kendisini ABD tarihinin en İsrail yanlısı başkanı olarak” tanımlamaktan geri durmuyordu.  

30 Nisan’da Time dergisinden Eric Cortellessa’nın kendisiyle yaptığı Eğer Kazanırsa başlıklı röportajda ise eleştirinin dozunu ve kapsamını artırma yoluna gidiyordu. Doğrudan Netanyahu adını zikrederek 7 Ekim saldırısını önleyemediği için “haklı olarak eleştirildiğini” belirtiyordu.

“En gelişmiş ekipmanlara sahipler. Bunu durdurmak için her şey vardı. Pek çok insan bunu biliyordu, biliyorsunuz, binlerce ve binlerce insan bunu biliyordu ama İsrail'in bundan haberi yoktu ve bence bu konuda çok güçlü bir şekilde suçlanıyor." 

Ta ekim ayındaki bir mitinginde İsrail Savunma Bakanı Gallant’tan “pislik!” diye söz etmesi de hatırlanacak olursa Trump’ın Netanyahu’nun ekibiyle sorunlu olduğu anlaşılıyor. Netanyahu’yla sorunu ise başkanlığı müddetince onca yakın mesaiye ve dostluğa rağmen tartışmalı 2020 seçimlerinden sonra ahbabının Biden’ı arayıp tebrik etmesini hazmedebilmiş değil. Netanyahu’yu vefasız bulduğu aşikar, bunu saklamıyor da. Sorulduğunda ise küfürlü ifadeler kullandı.  

“Netanyahu, beni yalnız bıraktı”

Şu da var ki iktidarı döneminde İran Devrim Muhafızları Komutanı Kasım Süleymanî suikastında Netanyahu ile arasında neler geçtiyse o hadiseye atıf yaparak kendisiyle “kötü bir deneyim” yaşadıklarını dile getiriyor. “İsrail’e diğer ABD başkanlarından daha fazla destek verdim. Netanyahu, Kasım Süleymani’ye yönelik operasyonu gerçekleştirmede beni yalnız bıraktı. Benim için Netanyahu bu hususta kötü bir deneyim oldu.” Dile getiremediği hususları ise anlamamız için belli ki arşivlerin açılmasını veya Trump’ın bir öfke nöbeti esnasında kirli çamaşırları ortaya dökmesini beklememiz gerekecek. 

Yine de kişiselleştirmediğini söylemek mümkün. Aynı mülâkatta İran’la İsrail’in savaşması halinde ABD’nin dahil olup olmayacağıyla ilgili soruya açık yüreklilikle cevap vermekten çekinmiyordu: “İsrail’e çok sadık oldum, diğer başkanlardan daha sadıktım. İsrail için diğer başkanlardan daha fazlasını yaptım. Evet, İsrail’i koruyacağım!” İsrail Trump için sahiden bir kırmızı çizgi. En azından bu konuda oportünist olmadığı gerçeğini teslim etmemiz gerekiyor. 

Çözüm yöntemi konusunda ise hırçınlıkla muziplik birbirine karışıyor: “İki devletin işe yarayabileceğini düşündüğüm zamanlar oldu. Şimdi iki devletin çok ama çok zor olacağını düşünüyorum. İsrail ilerleme kaydediyorsa iki devlet istemiyor, her şeyi istiyor. İlerleme kaydetmiyorsa, o zaman iki devletli çözümden bahsediyor.” Bu söylemlerinde aslında gizliden gizliye İsrail’in oportünizmine duyduğu bir öfkeden bile söz edilebilir. 

“Harika polisimize güçlerini geri vereceğiz!”

16 Nisan’da Columbia Üniversitesi'ndeİsrail katliamlarını protesto ederek kampüs bahçesinde oturma eylemi başlatan öğrencilere polisin sert müdahalede bulunarak göstericileri dağıtmasını “İzlemesi güzel bir şeydi, New York'un en iyilerindendi!” diyerek öven Trump, gösteriler nedeniyle New York’un kuşatma altında olduğunu iddia edebiliyordu. “(Polisler) İçeri girdiler, son verdiler ve inanılmazlardı. Harika bir iş çıkardılar. Harika polisimize güçlerini geri vereceğiz!” Trump, bu söylemleriyle yeni döneminde ülkeyi sadece daha fazla İsrail yanlısı yapmakla kalmayıp polis şiddetini daha da olağanlaştıracağı müjdesini vermiş oluyor. 

7 Ekim saldırısında rehin alınan Amerikan vatandaşlarına atıf yaparak Hamas’ı “Eğer bir damla Amerikan kanı dökerseniz, biz de sizin kanınızı litrelerce akıtırız” demiş birinden söz ediyoruz. Aynı adam “Filistin’e destek verenleri ülkeden sınır dışı edeceğim!” dediğinde şaka yapmadığını hepimiz biliyoruz. Her ne kadar kendisi korkunç ve kötü bir şakayı andırsa da. 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.