Suud Hanedanında Sıra Dışı Bir Kral: Faysal bin Abdülaziz El-Suud

Orta Doğu araştırmacısı Mehmet Akif Koç, Suudi Arabistan’ın yaklaşık bir asırlık tarihindeki en istisnai yöneticilerden biri olarak temayüz eden Kral Faysal bin Abdülaziz’i ve İslam Birliği, Filistin davası, petrol ambargosu gibi kritik süreçlerdeki rolünü Fokus+ için inceledi.
Mehmet Akif Koç
Suud Hanedanında Sıra Dışı Bir Kral Faysal bin Abdülaziz El-Suud
24 Mayıs 2024

1920’li yılların başından itibaren Arap Yarımadası’nı ele geçirerek krallık haline gelen ve sonraki süreçte Orta Doğu’nun en önemli devletlerinden birini kuran Al-i Suud veya Suudi hanedanı içerisinde bir hükümdar, diğerlerine nazaran daha fazla dikkat çekici bir profil ortaya koyar. 

İleride Suud hanedanının tarihini yazacak olanlar, halihazırdaki kudretli Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ı da dikkat çekici figürler arasında kaydedecek muhtemelen. Ancak, Kral Faysal şüphesiz Soğuk Savaş dönemindeki en kayda değer liderlerden biri olarak tarihteki yerini çoktan aldı. 

Al-i Suud veya Suud hanedanı içerisinde Faysal 

1906 yılında Riyad’da doğan Faysal, Suudi Arabistan’ın kurucu Abdülaziz bin Suud ile çok sayıda Suudi/Vahhabi din adamı yetiştirmiş olan eş-Şeyh ailesinden, Tarfa bint Abdullah’ın çocuğu olarak dünyaya geldi. 

Kaynaklar İbn Suud’un, 45’i erkek olmak üzere yüz civarında çocuğu olduğunu nakleder. Nitekim Abdülaziz’in Faysal gibi birkaç şanslı erkek çocuğu, sonraki on yıllar boyunca Suudi Arabistan Krallığı’nı yönetecekti. 

Suud hanedanında, kurulduğu 1932 yılından itibaren, şimdiye kadarki toplam altı hükümdar da Abdülaziz bin Suud’un oğludur. 

Abdülaziz bin Suud (1932-1953) 

Suud bin Abdülaziz (1953-1964) 

Faysal bin Abdülaziz (1964-1975) 

Halid bin Abdülaziz (1975-1982) 

Fahd bin Abdülaziz (1982-2005) 

Abdullah bin Abdülaziz (2005-2015) 

Selman bin Abdülaziz (2015- …) 

Faysal henüz babasının sağlığında etkili bir uluslararası politikacı olarak temayüz etmeye başlamıştı. Babası tarafından diplomatik bir görevle (I. Dünya Savaşı’ndan galip çıkan İngilizleri tebrik delegasyonu), 1919’da Londra’ya gönderildiğinde 13 yaşındaydı. Bir süre bu ülkede kalıp İngilizce ve Fransızca öğrendi. Müteakip yıllarda, babası Abdülaziz bin Suud, İngiliz destekli 1915 Arap İsyanı sonucu Hicaz’ı ele geçirip burada kral olarak taç giyen Şerif Hüseyin’i yarımadadan kovarak bu bölgeyi kendi topraklarına kattı.  Faysal da 20 yaşında Hicaz Emiri olarak atandı. 

Bilahare 1930 yılında ise Dışişleri Bakanlığına getirildi. 1954 yılında da Başbakanlık koltuğuna oturdu, 1964 Mart ayında ise ağabeyi Kral Suud bin Abdülaziz’den sonrası için tahta ilk aday olacağını simgeleyen veliaht prensliğe tayin edildi.  

Hicaz Umum Valisi ve Dışişleri Bakanı unvanlı Emir Faysal başkanlığındaki Suudi heyetinin 8-23 Haziran 1932 tarihlerinde gerçekleştirdiği Türkiye ziyareti ve bu sırada Atatürk’le görüşmeleri de ayrı bir makalenin konusunu teşkil edecek kadar ilgi çekici. 

Faysal 1932’de Türkiye’den ayrılırken, Suud ailesine mensup bir prens ile Çerkes bir ailenin kızı olan İffet Hanım’la (1916-2000) nişanlandı ve birlikte gittikleri Suudi Arabistan’da aynı yıl evlendiler. Çiftin yedi çocuğu dünyaya geldi. Ayrıca, Faysal’ın bir süre sonra diğer iki eşinden ayrıldığı, Suud hanedanındaki diğer prens/kralların aksine, İffet hanımla tek eşli bir hayat sürdürdüğü kaydedilir. Faysal bu sayede Türkçe konuşma pratiği de edindi. 

Krallık tahtına yükseliş ve farklı bir hükümdar profili 

1964’te, Orta Doğu’daki monarşiler ve monarşi görünümlü cumhuriyetlerde zaman zaman görülen bir hadise yaşandı: Faysal’ın 1953’ten beri ülkeyi yöneten ağabeyi Kral Suud, aile içi bir kararla tahttan çekilmeye zorlandı. Bu adımın gerekçesi olarak, kralın israf ve lüks tüketim alışkanlığı gösteriliyor. Ancak, bu tarihte 58 yaşında olan Veliaht Prens Faysal’ın artık gücü tek başına ele geçirebilecek bir yaşa geldiğini düşünmesi ve Kral Suud’un iç/dış politikadaki kimi davranışlarından rahatsız olmasının bu zoraki çekilmenin arka planındaki asıl saik olduğu tahmine müsait. 

Faysal’ın tahta geldiğinde ilk giriştiği iş, bir önceki dönemden kalan borçlarla zor duruma düşen ülke ekonomisini düzeltmek, ardından da ülkede kalkınma yatırımlarına ağırlık vererek ulaşım, sağlık ve eğitimde adımlar atmak ve reform hamlelerine girişmek oldu. Ancak, Faysal’ı uluslararası toplumun gündemine taşıyan, iç politikadan ziyade uluslararası siyasette attığı çeşitli iddialı adımlardı. 

Arap milliyetçiliği ve Filistin meselesi 

Faysal’ın tahta çıktığı 1964’te, Mısır lideri General Cemal Abdünnasır’ın öncülük ettiği Arap milliyetçiliği, Arap toplumlarının karşı karşıya kaldığı krizden ve Batı/İsrail karşısındaki gerilemeden çıkmak için en önemli kurtuluş reçetesi olarak görülüyordu. Nasır hem Mısır’da hem Suriye, Yemen, Irak başta olmak üzere Arap Dünyası’nda gerçek bir ikona dönüşmüş, “Kudüs’ü kurtarabilecek yegane lider” olarak görülmekteydi. Nitekim 1956 Süveyş Krizi’nde, Sovyetler Birliği’nin Batı’yı tehdit ederek geri adım atmaya zorlaması dahi Nasır’ın hanesine yazılmış ve bu rüzgar onu hızla bölgenin en popüler halk figürüne dönüştürmüştü. Ancak, bu rüyadan uyanmak çok uzun sürmedi. 1967 Savaşı’nda alınan alçaltıcı mağlubiyet Nasır döneminin ve Arap milliyetçiliği düşlerinin sonunu getirecekti. 

Kral Faysal, 1960’lardaki bu bölgesel ve uluslararası konjonktürü fevkalade ustalıkla değerlendirmeyi bildi. Nasır ve Arap milliyetçiliği yükselirken Suudi Arabistan, Ürdün, Irak, Libya gibi monarşiler “Batı’nın işbirlikçi uşağı” olarak kodlanmıştı. Mamafih bu ülke hükümdarlarının Soğuk Savaş’ta aldıkları pozisyon ABD ve İngiltere’nin çıkarlarıyla büyük ölçüde uyuşuyordu. Faysal da kendi ülkesinin dış politikada ABD çizgisindeki teslimiyetçi tavrından rahatsızdı. Ancak, Arap milliyetçilerinin düşmanlık oklarının hedefi haline gelmek de keza rahatsız ediciydi. Faysal’ın beklediği fırsat birkaç yıl sonra, 1967 Arap-İsrail Savaşı’nda Arap ordularının aldığı mağlubiyetle başlayan dönemde ortaya çıkacaktı. 

Faysal bu dönemde “İslam Birliği” siyasetini önceleyip, selefleri döneminde aralarının iyi olmadığı bölgedeki Arap ülkeleriyle ilişkileri geliştirdi. 1969’da Kudüs’teki Mescid-i Aksa’da gerçekleşen elim saldırı ve Avustralyalı fanatik bir Hristiyan eylemcinin yangına sebebiyet vermesi, bu sembolik tarihi yapıda büyük zarara yol açtı. İslam toplumları bu acı hadise üzerine ayağa kalktı, İsrail karşısında üst üste alınan yenilgiler ve İsrail işgali altındaki Kudüs’te yaşanan yangının yarattığı infial kolektif bir tepki verilmesi çağrılarını artırdı. Ürdün’ün çağrısı ve Suudi Arabistan’ın liderliğiyle, 1969 Eylül’ünde Rabat’ta bir İslam Zirvesi toplandı.  

Ardından 1970 Mart ayında daimi sekretaryası, Suudi Arabistan’ın Cidde şehrinde olacak bir uluslararası İslami organizasyon kuruldu. Bu yapı sonradan İslam Konferansı Teşkilatı olarak anılacaktı. 1969-70 yıllarında Kudüs merkezli kolektif bir tepki verilmesi sürecindeki rolü, farklı coğrafyalardaki Müslüman toplumlarla ve tanınmış Müslüman şahsiyetlerle kurduğu yakın ilişki ile liderliği, Faysal’ı ve İslam Birliği söylemini geniş kitleler nezdinde popüler hale getirdi. 

Faysal’ın Arap sokağında prestijini artıran bir başka yönü, Filistin meselesine bu yıllarda en fazla koruyuculuk ve himaye sağlayan uluslararası lider olmasıydı. 1938 yılında Londra’da gerçekleştirilen Filistin Konferansı’na, babası Kral Abdülaziz’i temsilen Dışişleri Bakanı sıfatıyla Faysal katılmıştı. 1947’de Filistin’in taksim görüşmelerinin yapıldığı BM Genel Kurulu’ndaki konuşması da bu meyanda zikredilmelidir. 1967 Savaşı’nda Nasır’ın aldığı ağır mağlubiyetin ardından, 1973’te bu sefer Enver Sedat liderliğindeki Mısır’ın, Suriye ile birlikte giriştiği İsrail’e karşı savaşta Faysal her iki ülkeyi de mali yönden destekledi. 

1973 Petrol Krizi ve öldürülmesi 

Faysal’ın Batı kamuoyunda ismini duyuracağı asıl olay tam da bu dönemde gerçekleşti. Yaklaşık üç hafta süren ve Mısır’ın İsrail’i yenilgiye uğrattığı 1973 Savaşı’ndan sonra, ABD ve Batı’nın İsrail yanlısı tavrına ve Mısır’ı geri planda durmaya zorlamasına tepki olarak petrol ambargosu uygulanması çağrısında bulundu. Faysal, 1967 Savaşı’ndan sonra dünya petrol rezervlerinin büyük çoğunluğunu (o dönem için takriben % 60’ını) elinde tutan Arap ülkelerinin bir araya gelerek, 1968’de Beyrut’ta OAPEC’i (Organization of Arab Petroleum Exporting Countries) kurmasına da önayak olmuştu. Kral Faysal öncülüğündeki OAPEC 1960’ların sonu ve 1970’lerde, petrolün İsrail ve ABD başta olmak üzere Tel-Aviv’in destekçisi ülkelere karşı stratejik bir silah olarak kullanılmasında kritik rol oynadı. 

1973 Petrol Ambargosu, ABD ve Batı’da o denli etkili oldu ki endüstri ve günlük hayatın hidrokarbon kaynaklarına bağımlılığını azaltma çabaları bu dönemden sonra daha da hız kazandı. Aniden fırlayan ve kısa sürede dört katına çıkan petrol fiyatları, borsaların çökmesine, bilhassa sanayileşmiş ve gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerinin ağır zarar görmesine neden oldu. Buna ilaveten Orta Doğu’da petrolün ve sanayinin millileştirilmesi eğilimini güçlendirdiği gibi, ABD’nin Soğuk Savaş şartlarında Orta Doğu siyasetine müdahale imkanlarının da belirgin şekilde kısıtlanmasını beraberinde getirdi.  

Faysal petrol ambargosuna ancak dönemin ABD Dışişleri Bakanı Kissinger’ın yoğun girişimleriyle Mart 1974’te son verdi. Kissinger’la görüşmesinde söylediği şu sözler, Kral’ın dindar kişiliği ve Filistin meselesindeki tavrını da özetler mahiyette: 

“Ben yaşlı bir adamım, ölmeden önceki tek dileğim Mescid-i Aksa’da iki rekat namaz kılmaktır! Sen bu konuda bana yardımcı olabilir misin?” 

Faysal’ın ölümü de yaşamı gibi sıra dışı ve alışılmadık olacaktı. 1964’te ağabeyi Suud’u tahttan çekilmeye zorlamasının üzerinden 11 yıl geçtikten sonra, Faysal da doğal bir ölümle tahta veda edemedi. ABD’den henüz dönen ve üvey kardeşi Musaid bin Abdülaziz’in oğlu olan adaşı Faysal bin Musaid, Suudi geleneklerine göre amcasına sarılıp öpeceği esnada Kral’a ateş ederek ağır yaraladı. Ancak, Kral Faysal kurtarılamadı. Suikasta ilişkin çok sayıda komplo teorisi olsa da Kral’ı öldüren Prens Faysal bin Musaid’in kardeşi Prens Halid bin Musaid, yeni kralın reformları kapsamında televizyon kanallarının kurulmasını protesto etmiş ve 1966’da bir televizyon binasına düzenlenen saldırıda polis kurşunuyla öldürülmüştü. Dolayısıyla suikastın intikam amaçlı gerçekleştirildiğine dair teoriler daha güçlü olsa da, Kral Faysal’ın 1970’lerdeki aktif dış politika adımları ve İsrail karşıtlığının bu cinayetteki olası rolü 50 yıldır konuşulan bir konu olmayı sürdürüyor.