Coğrafi Yetimlik: Sürgünler ve Göçmenler
Refik Halit Karay’ın Sürgün romanı, haksız bir suçlamayla Beyrut’a sürülmüş bir kahramanın hazin hikâyesini anlatır. Bu aslında 150’liklerden bir olarak yurt dışına çıkmak zorunda kalmış ve uzun yıllar Lübnan’da yaşamış yazarın, başından geçenlerin hiç değilse bir kısmını kurmacanın içerisine serpiştirdiği, otobiyografik ögeler içeren bir metindir. Roman, başka bir coğrafyaya, tanımadığı bir topluluğun ve dilin içine sürülen “tehlikeli özne”nin ne tür bir “cezalandırma yöntemi”ne maruz bırakıldığına da ayna tutuyor. Yüzbaşı Hilmi Efendi, Beyrut’a geldiğinde ikiye bölünmüştür: Zihninin bir yarısı İstanbul’da bıraktığı karısı ve kızının ne yapacağı, nasıl geçineceğine, diğer yarısı ise bu hiç tanımadığı ülkedeki netameli kaderine odaklanmıştır. Ne geride bıraktıklarının ne de kendisinin durumu iç açıcıdır. Zeki okur, cezanın asıl amacının, kahramanın dünyasını ikiye bölmek ve onu iki dünya arasında ruhsal bir gergide tutmak olduğunu hemen anlar. Üstelik bu kısa süreli ve takvimi belli bir uzaklaştırma da değildir. Sürgün’ü okurken M.S. sekiz yılında Roma’dan Köstence’ye gönderilen ve orada ölen cezalı şair Ovidius’u düşünmeden edemiyor insan. Roma şehir meclisinin, sürgün edilişinden 1992 yıl sonra, 2000 yılında şair Ovidius’un cezasını kaldırması tarihin ironilerinden biridir.
Eskici: Bir çocuk üzerinden göçmenlik
Karay, sadece Sürgün romanının başkişisi Yüzbaşı Hilmi Efendi’nin bir başka ülkedeki zorunlu ikametini anlatmadı; edebiyatımızın en iyi hikâyelerinden biri olan “Eskici”de de bu kez kalemin ışığını, bir çocuk üzerinden göçmenliğin üzerine tuttu. Hikâye, Hasan isminde babası ve annesi ölmüş bir çocuğun, uzak akraba ve komşular tarafından Filistin’deki halasının yanına gönderilmesini anlatır. Aynı zamanda bir “yol metni”de olan “Eskici”, çocuğun yurttan/dilden uzaklaşma aşamalarını birer fotoğraf gibi yan yana getirir. Başlangıçta bindirildiği gemide pek çok şey hoşuna gider Hasan’ın ama yolun ileri aşamalarında Türkçe konuşanların sayısı azalmaya, çocuğun içi de tenhalaşmaya başlar. Gemi yolculuğu bitip trene bindiğinde, artık anadil bölgesi geride kalmıştır. Romandan ve bu etkileyici hikâyeden, sürgün yoluyla ya da başka nedenlerle yurtsuzlaşmanın nihayetinde bir dilsizleşmeyle sonuçlandığını, insanın gittiği yerde en çok da kendi dilini konuşan insanları aradığını anlayabiliyoruz. Boğaz köprüsüne kıvrılan bir sapakta, sadaka toplayan Suriyeli bir kadının çocuğunun, yavaşlamış trafikte bir arabanın açık camından dışarıya doğru yayılan Arapça sözcükleri duyunca nasıl başkalaştığına tesadüfen tanık olmuş, bu sahneyi “Eskici”nin içine yerleştirmiştim. O günden itibaren metin, bende, çift yönlü bir göç metnine dönüştü.
Aslında göçler, biyocoğrafyanın doğal bir sonucuydu ve dünya kartoğrafya tarafından mülk sınırlarına bölününceye kadar büyük oranda sorunsuz devam etti. Göbeklitepe’de ortaya çıkarılan tapınak, gezici-toplayıcı bir topluluğa aitti mesela ve bir gün göçmek zorunda kalınca mabetlerinin üstünü kapatıp öyle gitmişlerdi. İklimin, ihtiyaçların ve tabiatın türlü hallerinin sebep olduğu bu yer değiştirmelerin sembolik bir karşılığı olarak bugün hala “yaylacı-kışlacı” hayat varlığını devam ettiriyor. Anadolu’da sayıları azalsa da, göçerlik kültürünü sürdüren Yörükler, tarihin bu en eski yaşama geleneğinin bir temsilcisi sayılırlar. Yerleşimlerin ortaya çıkmasıyla göç kültürü binyıllar içinde neredeyse unutuldu ve insanlar bulundukları yerde yaşayıp ölmeye eğilimli hale geldiler. Bir yere bağlılık, kültürel bir çerçeve de oluşturdu; aşinalık, tanıdık nesneler, örfler, gelenekler ve dile sinmiş bütün bir hayat, bir yerden kopmayı zorlaştırdı da. Yine de insanlar ve bazen topluluklar, zorlayıcı nedenler olmadan, özgür iradeleriyle yer değiştirmeyi de sürdürdü. Özne ve toplum, göç kararı vermekle onun sorumluluğunu da üstlenmiş oluyordu.
Göç bir “beden hareketi” değil, hafızanın yer değiştirmesidir
Bugün dünyada tanık olduğumuz göçlerin neredeyse tamamına yakını, bölgesel hükumetlerin zoru, iç çatışmalar, sömürgecilikten kaynaklanan mağduriyetler ve ırk temelli saldırganlıkların bir sonucudur. Milyonlarca insan tek tek, küçük gruplar halinde ya da kitlesel olarak büyüdükleri, kültürünün bir parçası oldukları yerlerden uzaklaştırılmakta, başka bir “harita bölgesi”nde onları göçe iten sebeplerin uzağında bir hayat kurmaya çalışmaktadırlar. Göç bir “beden hareketi” değil, bir kültür ve hafızanın yer değiştirmesi, bir çıplaklaştırmadır. Bir akşam vakti, şehrin ışıkları yandıktan sonra Aksaray semtinin göçmen sakinlerini gözlemleyen biri, göçün insanlar üzerindeki etkisini hemen görebilir. Ait oldukları yerde değillerdir, bulundukları yer de ait değillerdir. “Dünyada bir araf”a sıkıştırılmış, bir şaşkınlar topluluğuna dönüşmüşlerdir. Ellerindeki cep telefonuyla bazen saatlerce bir yerlerle konuşurlar; biz yerliler nereyle, neler konuştuklarını hiç bilemeyiz. Ama bilmemiz gereken bir şey var: Göçmen bir mağdurdur, ondan bahsederken dilden, kültürden, hafızadan koparılmış zayıf bir varlıktan bahsettiğimizi akıldan çıkarmamak gerekir. Nihayetinde hepimiz bütün insanların göçtüğü ve yeryüzünün herkese ait olduğu şu eski dünyanın kovuğundan çıkmış değil miyiz?
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Gazze'de gönüllü olarak görev yapan ABD'li doktor Talal Ali Khan, İsrail'in hedef gözetmeyen saldırılarında sağlık çalışanlarının can güvenliğinin ciddi risk altında olduğunu belirtti. Khan, bombalanan hastaneler ve hedef alınan okullar…
Daily Sabah Yayın Koordinatörü Dr. Mehmet Çelik, 18-19 Kasım'da Brezilya'nın Rio de Janeiro kentinde gerçekleştirilen G20 Liderler Zirvesini ve sonuçlarını değerlendirdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, G20 Zirvesi dönüşü yaptığı açıklamalarda, İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırganlığını kınarken, Ukrayna-Rusya savaşında daha fazla silahlanma yerine diplomasi ve barış çabalarının öncelikli olması gerektiğini vurguladı.…
Türk firmasına ait Panama bandıralı Anadolu S adlı kuru yük gemisine Yemen açıklarında Husiler tarafından füze saldırısı düzenlendi. Dışişleri Bakanlığı, saldırıyı şiddetle kınayarak benzer olayların önlenmesi için gerekli girişimlerde bulunulduğunu…