Somali - Kenya Sınırında Bir Tabela
2011 yılında bir yardım kuruluşunun daveti üzerine Kenya – Somali sınırında bulunan Dadaab Mülteci Kampı’nı ziyarete gittik. Uzun süren bir yolculuktu; uçağımız Doha aktarmasından sonra Nairobi’ye inmiş, oradan da meşakkatli ve söylendiğine göre tehlikeli bir rotayı takip ederek Dadaab’a varmıştık. Üzerinden on yılı aşkın bir süre geçen bu yolculuk ve sonrasında gördüklerim, dünyayı anlamamı kolaylaştıran bir dizi kalıcı fotoğrafı belleğime kazımış oldu.
Nairobi’den Kenya’nın sınır ilçesi Garissa’ya kadar iyi kötü bildiğimiz bir dünyanın içinde yol almış, Dadaab’a doğru yavaş yavaş o dünyayı gerilerde bırakmış, nihayet konaklama yerine indiğimizde bir başka âlemin içinde bulmuştuk kendimizi. Dadaab, yaklaşık elli yıl önce Somali’den göçenlerin kurduğu çerden çöpten bir kasabaydı. Burada insanlar, iki ülkenin sınırında ama artık iki ülkeye de ait olmayan bir “araf yurdu” kurmuşlar, bu yurtta hayata tutunmaya çalışıyorlardı. Varla yok arasındaki bu göçmen kasabası, bildiğimiz uygarlık ölçüleriyle tanımlanabilecek bir yer değildi; şaşkınlıkla çevremize bakıyor, bu küçük dünyayı çözmeye çalışıyorduk. Üstelik bu kasaba son durağımız da değildi. Çok değil bir iki saat sonra göreceklerimizin, bu ilk resmettiğimiz yeri bayağı bir rütbeli hale getireceğini bilmiyorduk henüz.
“Ölü canlar” ülkesi
Dadaab’ın 5-10 kilometre ötesinde, Somali sınırının dibinde taze göçmenler birikmişti ve bizim yolculuğumuzun amacı da bu göçmenlerin içinde bulunduğu çaresizliği yerinde resmetmekti. Somali’deki iç savaştan kaçan ve o dönemde yaşanan kıtlıktan canını kurtarmaya çalışan yarım milyondan fazla insan çölün ortasında bir çadır deryasına yerleşmiş, hiçbir sinema filminin yansıtamayacağı bir “ölü canlar” ülkesi kurmuşlardı.
Çadırların pek çoğunda bir sergi ve birkaç kap kacaktan başka bir şey bulunmuyordu; bazı çadırlarda ise her ikisi de yoktu. Bir biçimde kendilerine bir çadır verilmiş, onlar da içine girip kumu yer sergisi yapmışlardı. Bu bölgede Birleşmiş Milletler tarafından yıllar önce mültecilere yardım etmek için kurulmuş ofisin çalışanları ortalarda görünmüyor, korunaklı tesislerinde steril bir pozisyonda duruyor, yerel çalışanlar aracılığıyla mültecilere pirinç pilavı göndermekle yetiniyorlardı. Aşırı pirinç tüketimi şeker hastalığını artırmış, çocukların bile sağlığını bozmuştu.
Görmeden hayal bile edilemeyecek çerden çöpten Dadaab kasabasında bildiğimiz dünyadan çok tanıdık bir tabela yer alıyordu. Elektriklerin sıkça ve uzun süre kesildiği bu çölde, kasabanın bir dükkanının alınlığındaki bu tabela muhtemelen jeneratörler yoluyla geceleri hep ışıklı tutuluyor, sönmesine müsaade edilmiyordu. Baudrillard Amerika’da, bu ülkede gece gündüz yanan ışıklardan bahisle, orada bir dünya cenneti kurulduğunu ve karanlığın lağvedilmeye çalışıldığını yazmıştı. Bizim Dadaab’da gördüğümüz bu parıltılı tabela da küresel patronun bir temsilcisi olarak, tıpkı gönderildiği merkez gibi, bir başka dünyadan göz kırpıyor, hiçbir şeyi olmayan insanları arsızca ayartmaya çalışıyordu. Yarım milyonu aşan göçmen çadırının kıyısında, bu göçmenlerin en küçük yükünü çekemeyecek kadar aşırı yoksul ve çıplak bir kasabanın ortasında ışıklı tabelasıyla insanları ayartan uygarlık, hiçbir şeyi olmayan bu insanların terinden bir kar etmeye çalışıyordu.
Dadaab kasabasının ortasındaki ışıltılı tabelada şöyle yazmaktaydı: Kenya Cell. Gerçekten de hem kasabada hem de çadırlarda, hiçbir şeyleri olmayan insanların epey bir kısmında, özellikle gençlerin ellerinde birer cep telefonu vardı ve sürekli bir yerlerle konuşuyorlardı. Ellerindeki kısıtlı parayı cep telefonu iletişimine harcadıklarını anlamak hiç de zor değildi. Yapılan yardımlar çok kolay bir yoldan geri alınmış oluyordu aslında.
Conrad’ın Karanlığın Yüreği’ni kaleme alışının üzerinden yüz yıl geçmiş bulunuyordu ama gördüğümüz tablo neredeyse birbirinin aynısıydı. Orada, sömürgeci efendi yerlilerin ellerine bakır tel tutuşturarak kandırıyordu onları, şimdi biraz mesafe kat etmiş bakır telin yerine Kenya Cell’i koymuştu. Dadaab’ı ziyaret ettiğimiz dönemde Google ve başka bazı küresel internet firmalarının Afrika’ya dair açıklamaları geliyor hatırıma. Yoksul bölgelerdeki insanların internetten yararlanabilmesi için bir dizi kolaylaştırmadan bahsediliyordu. Bu cümleler de seyahatimizde anlamını bulmuş oldu. Bazen bir tanıklık bütün analizleri anlamsız kılar. Dadaab, gerçeğin hiçbir yoruma ihtiyaç duymadan kendini gösterdiği bir fotoğraf oldu.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Daily Sabah Yayın Koordinatörü Dr. Mehmet Çelik, 18-19 Kasım'da Brezilya'nın Rio de Janeiro kentinde gerçekleştirilen G20 Liderler Zirvesini ve sonuçlarını değerlendirdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, G20 Zirvesi dönüşü yaptığı açıklamalarda, İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırganlığını kınarken, Ukrayna-Rusya savaşında daha fazla silahlanma yerine diplomasi ve barış çabalarının öncelikli olması gerektiğini vurguladı.…
Türk firmasına ait Panama bandıralı Anadolu S adlı kuru yük gemisine Yemen açıklarında Husiler tarafından füze saldırısı düzenlendi. Dışişleri Bakanlığı, saldırıyı şiddetle kınayarak benzer olayların önlenmesi için gerekli girişimlerde bulunulduğunu…
Orta Doğu araştırmacısı Mehmet Akif Koç, Kıta Avrupa’sında başlayan ve hızla küresel bir çatışmaya dönüşen II. Dünya Savaşı’nın Orta Doğu’ya yansımalarını ve bölgenin savaş sonrası kaderinin şekillenmesindeki etkilerini Fokus+ için inceledi.