Jules Verne’in Gözünden Osmanlı Mısır’ı ve Akkâ
Fransız yazar Jules Verne, Karaköy’de dükkân işletip Üsküdar’da oturan sıra dışı bir tütün tüccarının Karadeniz seyahatini anlattığı İnatçı Keraban dışındaki romanlarında da Osmanlı’ya değinir. Kaptan Antiferin Harikulade Maceraları; coğrafyamıza, tarihimize, düşüş ve yükselişlerimize dair yorumlar içeren kitaplarındandır. Eserde, Mısır ve sıra dışı bir Filistin beldesi olan Akkâ hakkında, XIX. yüzyıldaki savaşlar dolayımında çeşitli atıflara rastlamak mümkündür.
Mısır hem coğrafyasının bütün bölümleri hem de tarihinin farklı zaman dilimleri didik didik edilmiş bir ülke. Nil havzasının, civardaki topluluklara üstten bakan tarihi kadar talihli olduğu da söylenebilir; yolunmuş bir çayır, devrilmiş bir testi, deşilmiş bir çöl gibi parsel parsel örselenmiş olduğu da.
Peki Akkâ! Burun şeklindeki bir yarımadaya kurulan şehir; Büyük İskender’e bile boyun eğmemiş, III. Haçlı Seferinde de ilginç bir hendek savaşına sahne olmuştur. Günümüze gelen görkemli kalesi, Frenklerce inşa edilmiştir. Tolunoğlu Ahmed Bey döneminde deniz üssüne kavuşan Akkâ, 1517'de Osmanlı’ya bağlanmıştır.
Napolyon döneminde direniş
Mısır ve Akkâ deyip de Napolyon’u hatırlamamak mümkün mü? Bu hırslı İmparator, 1798'de, Osmanlı vilayeti Mısır’a saldırdı. Yedi asır önce Dimyat’ın öne çıktığı benzer bir güzergâhı kullanmasına rağmen, aralarında genç Baybars’ın da bulunduğu Memlûkler tarafından durdurulan, ordusu dağılan ve hastalanıp esir düşen IX. Louis’nin makus talihini yenerek İskenderiye’yi zapt etti. Kısa bir süre sonra da Kahire’ye girdi. Çin’e kadar ilerleyerek Şark’ın da hükümdarı olmayı düşleyen Bonaparte, algı çalışmalarına hatta ciddi yatırımlarına rağmen Mısır’a diş geçiremedi. Ezher etrafında kenetlenen Müslüman halk, ayaklandı. Napolyon, yeni tebaasının nankörlüğüne kızarak binlerce insanı katletti. Hiç soluklanmadan Filistin’e yöneldi. Yafa’da da on bin garibanı kılıçtan geçirip 19 Mart’ta Akkâ’ya geldi. Burada, Cezzâr Ahmed Paşa’nın destansı direnişiyle bozguna uğrayınca hayalleri suya düştü ve yere çalınmış bir kirpi misali Mısır’a çekildi. Önemli bir ayrıntı daha: Fransa’ya dönmek zorunda kalan Napolyon, Mısır’ı, namlı generali Jean Baptiste Kléber’e bıraktı. Afrin doğumlu dindar bir Kürt olan ve Ezher’de tahsil gören yirmi üç yaşındaki Süleyman Halebî, işgale ve zulme tepki göstererek Fransızların bu meşhur generalini öldürdü. Kısa zamanda yakalanan Halebî’nin elleri önce yakıldı sonra kesildi. Çektiği acılara rağmen işkenceye direnen Halebî, nihayet kazığa çakılarak katledildi. Kafatası ve suikastta kullandığı kama, sergilenmek üzere Fransa’daki Musée de I'Homme’a götürüldü.
Özetlediğimiz zaman dilimini ilgi çekici bulan Jules Verne, soydaşlarını fazla hırpalamadan kurguladığı Kaptan Antiferin Harikulade Maceraları’nı 1894’te yayımladı. Vaka, Akkâ’dan önceki bir savaşta ölümcül bir yara alan genç bir Osmanlının, Fransız bir kaptan tarafından kurtarılmasıyla başlıyordu. İşe bakın ki Kâmil Paşa adlı bu asker, Mısır’ın efendilerinden daha zengindi. En büyük meşgalesi, servetini saklamak olacaktı ve Verne, hadsiz hayal gücüyle yardım için hazırdı.
Fransız yazar, “İmparatorluğun en uzun yüzyılı”nda, Mısır ve çevresindeki gelişmeleri tetikleyen Kavalalı Mehmed Ali Paşa’yı anlatarak sıvıyor kolları. Kavalalı, ilk yıllarında âsi ve hırslı değildir. Sultan II. Mahmud’la dosttur; Mora’ya boyun eğdirmek ve Yunanistan’ın bağımsızlık heveslerini söndürmek için padişaha yardım etmektedir. Lakin kendisini Babıâli’nin sıradan bir kulu durumuna düşüren vasatlık ağırına gitmekte ve Mısır’ı kendi mülkü yapmayı düşlemektedir.
Cesur ve zengin bir Osmanlı: Mısırlı Kâmil Paşa
Verne; kahramanı Kâmil Paşa’nın çok iyi bir eğitim aldığını belirttikten sonra bir noktanın altını özellikle çizer: “Fakat her şeyden önce Doğu’ya son derece bağlıydı; Mısır doğumlu olsa da kalben Osmanlıydı. Ayrıca, Batı Avrupa’nın Doğu Akdeniz halklarını köleleştirme girişimlerine direnme hususunda Sultan Mahmud’un, Mehmed Ali’den daha azimli olduğunu anladığından canla başla mücadeleye atılmıştı.”
Romana göre, Kâmil adlı bu Osmanlı, 1780’de bir asker ailesinde dünyaya gelmiş, daha yirmisine basmadan Cezzâr Ahmed Paşa’nın ordusuna katılmış, hemencecik paşa rütbesine de ulaşmıştır. Jules Verne, kahramanlarının yaşları ile konu arasındaki bağlantıları makulleştirmek için, sınırları zorlamaktadır şüphesiz. Yirmi yaşında bir “paşa”, duyulmuş bir şey değildir zira.
İşte bu Kâmil Paşa, Napolyon emrindeki Fransızlara karşı savaşırken hayatını ve servetini tehlikeye atar. Dahası, esir düşmesine rağmen Fransızlara karşı bir daha silaha sarılmayacağına dair söz vermeyi reddeder. Nihayet kaçmayı başarır. Yafa’nın 6 Mart’ta ele geçirilmesi üzerine tekrar yakalanır. Sayıları dört bini bulan esirler, Napolyon’un huzuruna çıkarılır. İmparator, bu yaman askerlerin Akkâ’nın yardımına koşacağını düşünerek kurşuna dizilmelerini emreder. Üzerine mermi yağan binlerce direnişçi sahilde kumlara düşer. Geceleyin kıyıda dolaşan bir yük gemisindeki Fransız (Verne, ülkesinin alnındaki lekeyi azaltmak için başka milletten bir kurtarıcıyı tercih etmez) bir denizci, yaralı ve baygın Paşa’yı kaldırır, kaçırır, tedavi eder. Kefeni yırtan yiğit ve zengin Osmanlı subayı, bu iyiliği unutmaz. Jules Verne, romanı ayaklandıracak gerilim ve macerayı, Paşa’nın o gemiciyi belli şartlar altında ve ileriye dönük ilginç hamlelerle ödüllendirmesi üzerine kurar.
Evlenmeyi aklından bile geçirmeyen kahramanımızın başına bir şey geldiği takdirde o dillere destan mirası ne olacaktır? Kendisinden altı yaş küçük Murad adında bir kuzeni vardır sadece. Kâmil Paşa hayatını Osmanlı çıkarlarına adamıştır, Murad ise Osmanlı düşmanıdır ve danışmanlığına soyunduğu Kavalalı’yı, zengin akrabasına karşı kışkırtmaktadır. Bir süre Kahire’de yaşayan Kâmil Paşa, bazen uzun yolculuklara çıkmaktadır ki teknesine, kendisine sarsılmaz bir bağlılık gösteren Kaptan Zô kumanda etmektedir. Kuzeni Murad, 1823’te evlenir ve Sauk adını verdiği bir oğlu olur. Murad’ın kışkırtmalarından etkilenen Kavalalı ile oğlu İbrahim’in mirasına çökeceklerini anlayan Kâmil Paşa, servetini alarak kaçmaktan başka çıkar yol bulamaz. Önemli bir bölümü altın ve mücevherattan oluşan servet, üç fıçıya yerleştirilir ve Kaptan Zô’nun gemisiyle Lazkiye’ye götürülür. Paşa Halep’e yerleşir fakat aksilikler peşini bırakmaz. Kavalalı, Osmanlı sultanına başkaldırır, oğlu İbrahim Suriye’yi işgale yeltenir. Elli yaşını geçen Kâmil Paşa, Suriye’de de emniyetin kaybolduğunu görerek servetini kimsenin bulamayacağı bir yere götürmeyi tasarlar. Bir brik-gulet alır, farklı milletlerden gençlerle küçük bir mürettebat kurar, fıçıları gemiye yükler ve Lazkiye’den gizlice ayrılır. Paşa, açgözlü kuzeninden ve onun kışkırttığı Kavalalı ailesinden kaçırdığı mirasını, bilinmeyen bir adaya gömer. Ancak kurtarıcısını da unutmamıştır.
Kaptan Antifer’in gizemli adası
Yıllar sonra, hazinenin saklı olduğu adanın enleminin belirtildiği mektubun mirasçısı Pierre Antifer; yeğeni Juhel, dostu Gildas Trégomain’le birlikte servetin peşine düşer. Onlara, miras hükümlerinin yerine getirilmesiyle görevlendirilen İskenderiyeli noter İbni Ömer ve Kâmil Paşa’nın -mirasından mahrum ettiği- yeğeni Murad’ın oğlu kötü niyetli Sauk da -sahte bir kimlik ve başkâtip göreviyle- katılınca grup tamamlanmış olur. Romanın ilk bölümdeki kahramanları ölmüş, onların yerine oğulları geçmiştir. Antifer de zamanında Paşa’yı kurtaran Fransız kaptanın oğludur ki miras artık onun hakkıdır. İşin işinde gizemli mektuplar, şifreler, aç gözlü kişiler vardır ve definenin saklandığı kara parçasını bulmak gerekmektedir. Okumayı düşünenlerin merakını köreltmemek için, özetin kulağını burada bükelim fakat “ada” hakkında da birkaç söz söyleyelim. Dikkatli ve meraklı okuyucu, sözün bundan sonraki kısmından epeyce ipucuna ulaşacaktır:
BBC News Türkçe’nin, Alessia Franco ve David Robson imzalı ve 11 Temmuz 2021 tarihli “Akdeniz’in Kısa Ömürlü Atlantis’i: 190. Yıldönümünde Kaybolan Adanın Öyküsü” başlığını taşıyan ayrıntılı bir analizi var. Yaklaşık iki asır öncesine uzanan bu yazıda, Sicilya yakınlarındaki balık ölümlerinden ve akabindeki ilginç gelişmelerden bahsediliyor. Romandaki vaka zamanına paralel olarak 1831 yılının 10 Temmuz gecesi, bir grup denizci, dalgaların arasından duman, kül ve lav saçan bir yanardağ ağzının belirdiğini görüyorlar. Böylece, bölgede bir süredir tanık olunan balık ölümlerinin sebebi de anlaşılıyor. Yanardağ ağzı ve birikintileri giderek büyüyor ve zamanla bir ada hâlini alıyor. Kayalıktan biraz daha irice olduğu belirtilen adanın çapı 800, sudan yüksekliği ise 60 metre. Jules Verne de romanındaki hesap bahsinde “Herkesin ortak kanısı, adanın, çevresi aşağı yukarı altı yüz metre gelen, uzunluğu üç yüz metre, genişliği yüz yirmi ile yüz altmış metre arasında değişen düzensiz bir elips olan epeyce düz bir plato görünümünde olduğu yönündeydi.” diyor. İtalya, Fransa ve İngiltere; arzın bu yeni armağanını sahiplenme mücadelesine girişiyorlar o günlerde. Akdeniz'de stratejik bir üs sahibi olma düşü, her üç ülke için de hüsranla sonuçlanıyor. Kâmil Paşa’nın servetine de ev sahipliği yapan ada, beş ay sonra, sulara gömülerek kayboluyor zira. Okuyucuya da Jules Verne’in Mısır, Suriye ve Akkâ özelinde ticaretten teknolojiye, siyasetten sosyolojiye geniş bir yelpazeyi kucaklayan tasvirleri, yorumları ve bu bağlam içinde söz alan kahramanları miras kalıyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Dijital göçebelik, uzaktan çalışmanın sağladığı esneklikle profesyonellerin dünyayı gezerken işlerini sürdürmesine olanak tanıyor. Kovid-19 sonrası hızla artan bu yaşam tarzı, hem kişisel özgürlük hem de iş fırsatları sunarak geleneksel iş normlarını…
Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) tarafından düzenlenen MÜSİAD EXPO Ticaret Fuarı, 26-29 Kasım tarihleri arasında İstanbul TÜYAP Fuar ve Kongre Merkezi’nde gerçekleşecek.
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), İsrail Başbakanı Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Gallant hakkında Gazze'de işlenen savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar nedeniyle tutuklama emri çıkardı. Kararda, sivil halka yönelik yaşamsal yardımların…
İstanbul Medipol Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ali Büyükaslan, sosyal medya platformlarının Filistin yanlısı paylaşımlara uyguladığı sansüre dikkat çekerek, "X, Aksa Tufanı'nın başında görece özgür bir paylaşım ortamı…