Selahaddin Eyyubî ve Halep

Ali_Emre.jpg
Yazar Ali Emre, Selahaddin Eyyubî’nin Müslümanları birleştirmeye çalışırken yaşadığı ağır hastalığı, o tarihlerde zor duruma düşen insanlara kucak açan Halep’in örnek olan hikayesini ve günümüzdeki ırkçılık sorununu Fokus+ için kaleme aldı.
Selahaddin Eyyubî ve Halep
10 Temmuz 2024

Kış birdenbire bastırdı. Ramazan, kar ve soğuğun libasına bürünerek geldi. Nureddin Zengi’nin vefatıyla çözülen, birbiriyle didişen, istilacılara köle olmuş zalim idarecilerden bunalan Müslümanları birleştirmek için şehir şehir dolaşan Selahaddin; hiç aksatmadan oruç tuttu ve gece gündüz Kur’ân okudu. Aylarca Erbil, Urfa, Hasankeyf, Âmid, Mardin, Ahlat ve Musul civarında koşturan adalet ve merhametin sultanı, bu sırada hummaya yakalandı ve Harran’a gitmek istedi. Hastalığı atlatamayınca Urfa ve Şam’dan hekim çağrıldı. Onların çabaları da bir işe yaramadı. Ölümün yakın olduğunu düşünen sultan, vasiyetini yazdırmaya koyuldu. Hekimler çadırına girip çıktıkça herkesin yüreği hopluyordu. 

O sırada Şam’da bulunan, Selahaddin’in veziri olarak görülen Kadî Fadıl da bir mektup yazarak Sultan’ın Halep’e getirilmesini öneriyordu. Fadıl, kötü haberlerin de Sultan’dan gizlenmesini istiyordu. Zira karısı İsmetüddin Hatun, Şam’daki bir veba salgını sırasında vefat etmişti. Halk günlerce ağlamış, insanlar dizini ve bağrını dövmüştü. Sultan’ın çok sevdiği emîrlerden İzzeddin Çavlı da Ahlat dönüşünde bir su engeline takılarak bacağını kırmış, tedavi için getirildiği Şam’da Hakk’a yürümüştü. Akrabalarından ve yeğenlerinden de ölenler vardı. Veba, ortalığı kasıp kavuruyordu. Başka hastalıklar da çıkmıştı. Zorluk, devasa bir girdap misali her yeri vurup yutuyordu. 

Şubat ayı geldiğinde Selahaddin hâlâ nöbetler geçiriyordu. Ayağa kalkamamış, Harran’dan ayrılamamıştı. İşin kötüsü ordusu da dağılmaya başlamıştı. Bazı yorgun subaylar ve kışın ayazında çadırlarında perişan hâlde kalan askerler kalelerine çekilmişlerdi. Üstelik ülkenin birçok yerinde söylentiler çıkmıştı: “Selahaddin öldü! Selahaddin çoktan öldü! Halktan gizliyorlar!” 

Yetime yoksula kucak açan, açlık ve hastalıktan kırılan gariplere, yolculara, seyyahlara, gazilere ve acizlere kol kanat geren hamiyet sahibi bazı Arap aşiretlerinin, kimi hayırsever ailelerin de gücü tükenme noktasına gelmişti. Kıtlık; yaman bir ejderha gibi bütün ocakları, insanla dolu hanları, misafir hoca ve talebeleri ağırlayan medreseleri, askerlerin kendi bineklerini kesmeyi düşündüğü kışlaları, zengin tüccarların yavaş yavaş düşkün ve muhtaç hâle geldiği kervansarayları, göçmenleri taşıyamaz durumdaki çadırdan mahalleleri acımadan kırıyordu. 

 

İslâm’ın evi çökerken 

Şam’a, Harran’a, Halep’e gelen ulakların sayısı, o günlerde birdenbire artmıştı. Herkes yardım istiyordu. Antep’ten, Afrin’den, Cezîre şehirlerinden, Anadolu beldelerinden, Lazkiye’den, Gazze’den çığlıklar yükseliyordu. Bağdat’a koşanların yüzüne kapıları kapatan, kendilerinin de zor durumda olduğunu söyleyen Halife; dövünerek yardım isteyenlere Selahaddin’e gitmelerini öğütlüyordu. Antakya, Trablusşam ve Kudüs’teki işgalci Frenkler de bu durumu fırsat bilerek civardaki köy ve kasabalarda talana başlamışlardı. 

Araplar tarafından devrin dâhisi olarak gösterilen Kadî Fadıl; gözyaşlarını içine akıtıyor, Sultan’ın kâtibi İmadeddin İsfehanî’nin Harran’dan kısa aralıklarla yazdığı umutsuz mektuplara rağmen soğukkanlılığını korumaya çalışıyordu. Selahaddin’in çocuklarını, kardeşlerini, yeğenlerini sürekli bilgilendiriyor, onları taşkınlıklardan ve birbirlerine düşmekten uzak tutuyor, uyardığı ve bazı işlerle meşgul ettiği valilerin de gözlerini dört açmalarını istiyordu. Şubatın ortalarında yazılan bir mektupta “Sultan’ın ağrıları yeniden nüksetti. Bütün melekeleri zayıfladı. Kolları ve bacakları bir deri bir kemik kaldı. Onu cansız bırakan ateş nedeniyle, kırk yıllık arkadaşlarını bile tanıyamaz, hatırlayamaz hâle geldi. Hekimler hiç ümit kalmadığını söylediler” cümlelerini okuyunca o da bir köşeye çekilip hüngür hüngür ağladı.

Fadıl, Şam’dan ayrılıp Harran’a gitmeye karar verdi. Fakat şehrin valisi İbnü’l Mukaddem başta olmak üzere idareciler ve Selahaddin’in akrabaları ona yalvardılar, kendilerini yalnız bırakmamasını istediler. Zira söylentilerin Frenklerin de kulağına gittiği ve fırsat kollayan iblislerin Şam’a yönelik bir saldırı hazırlığı içinde oldukları söyleniyordu. Bazı şehirlerde ayaklanmalar çıkmıştı. Salgın hastalıkla ve açlıkla boğuşan beldelere her gün bir yenisi ekleniyor, göçlerin ardı arkası kesilmiyordu. Mısır vilayetlerinde de kıtlık nedeniyle ticaret durmuştu. Durum, her yönden kötüydü. Ülke, Selahaddin’in bedeni gibi yavaş yavaş çöküyordu. 

İşte o sırada bütün hesapları, korkuları, kaygıları bertaraf eden bir şey oldu. 

Hayrın ve kardeşliğin kalesi: Halep

Bir şehir, topluca ayağa kalktı ve mahrumlar, mülteciler, mazlumlar için bütün imkânlarını seferber etti. O şehir, Halep’ten başkası değildi.

Büyük bir sevgiyle bağrına bastığı Nureddin zamanında yaralarını saran, ilim ve ticaret merkezi hâline gelen, dost düşman herkes tarafından gıptayla izlenen şehir, yeri göğü titreten toplu bir besmele çekti. Selahaddin’in kendisine nasıl güzel davrandığını, kendisini ne büyük bir hürmetle kucakladığını hatırladı. Zengi ailesini hiç unutmayan, Nureddin’in oğlu Salih İsmail ölene dek kimseye teslim olmayan Halep, önceleri Selahaddin’e de direnmiş, kendisine ve hatıralarına saygı gösterilmesini istemişti. Anlayışla karşılamıştı Selahaddin. Birçok kez kuşattığı bu şehri asla incitmemişti. Sabırla beklemiş, onu Haçlılardan ve Bâtınîlerden korumaya çalışmıştı. Nihayet Halep, yıllardır yolu gözlenen bir sevgili gibi, kalbini ve kaderini ona teslim etmişti. Sevinçten ağlamıştı Selahaddin, şehri bir ekmek parçasını yerden kaldırırcasına hasret ve muhabbetle sarmalamış, gücüne güç katarak bir mücevher gibi işlemişti. Yüzlerce, binlerce yıl imparatorlara, şahlara, zorba cihangirlere eyvallah etmeyen şehir; yeniden ayağa kalkmıştı. 

 

Arapların en gözde, en cevval yiğitlerinin yurduydu Halep. Aslanların yatağıydı. Bilge anaların süslediği eşsiz bir cevherdi. Yiğit ve hamarat kızların, mahir ve vuruşkan gelinlerin manevi çeyiziydi. Müslümanların evinin muhafızıydı. Kayşani taşlarıyla işlenmiş ak bir gerdanlıktı. Bütün ülkeye göz kulak olan müstahkem bir kaleydi. Kendisine selam veren, uzak diyarlardan gelerek düşmana karşı önünde set olan Türkmenlerin şahbazlarına da sofrasını açmıştı. Mücahid ve muvahhid Kürtleri de aynı yüce gönüllülük ve kardeşlikle kuşatmıştı. Onu bir kez gören bile bahtiyar oluyor, “Şen olasın Halep” demekten kendini alamıyordu.

Yiğitlikleri kadar vefaları ve fedakârlıklarıyla da herkesin takdirini kazanan Halepliler; işte o zor günlerde, kadını erkeğiyle, genci yaşlısıyla gece gündüz demeden çalıştılar. Sıkıntının ve çaresizliğin arttığını öğrenir öğrenmez el ele verdiler ve müşterek bir kardeşlik türküsü söylemeye koyuldular. Bacalar tütmeye, ortalık ışımaya başladı.

Frenk istilası yüzünden yurtlarından koparak kendilerine sığınan insanları şehirlerine buyur ettiler. Yaralı, mahzun, kalbi kırık misafirlerini “Burada ne işiniz var? Gidin düşmanınızla savaşın” diyerek kovmaya kalkışmadılar. Kendi aslanlarını silahlandırıp ortak düşmanları üzerine uğurladılar. Muhacirlerin kadınlarına, yaşlılarına, çocuklarına çemkirip “Sizin yüzünüzden bizim kazancımız kesada uğruyor, rızkımız azalıyor” demediler. İnancın ve inkılâbın ekmeğini birlikte çoğalttılar. Birlikte sabrettiler, birlikte sınandılar, çürüyüp bozulmaya meyledeni birlikte uyardılar. Ellerini, aynı iman ve coşkuyla, Selahaddin ve ordusunun selameti için duaya kaldırdılar. Azaz’a, Hama’ya, Humus’a, Şeyzer’e aynı azim ve gayretle yetiştiler. 

Kalpler ısınıp alınlar terleyince, bereket ve refah da arttı. Herkes üzerine düşeni fazlasıyla yaptı ve hayrın bahçesi meyvelerini yeryüzüne saldı. Dert ufaldı, az çoğaldı, göreni sarsan bir infak ordusu tesis edildi. Tez davrandılar. Sevabı bekletmediler. “Süt veren” parmaklarıyla dört bir yanı sağaltmaya koyuldular. 

Şehri şefkat ve merhametle onardıkları gibi, civardaki beldelere atlı arabalar çıkararak erzaklarını, kuru gıdalarını, yiyeceklerini paylaştılar. Nöbetleşe uyudular. Bıyıkları yeni terleyen utangaç mollalar da elini taşın altına koydu, bir kolunu kâfire direnirken kaybeden genç gelinler de. Daima sert, çatık kaşlı görünen subaylar da koşturdu, dudakları dualı dervişler de. 

Hastalara, çocuklara, yaşlılara ve askerlere göndermek için içlikler, çoraplar, kazaklar ördüler, kaftanlar hazırladılar. Kimsenin dışarıda, soğukta kalmaması için evler yaptılar, mescidleri açtılar, han ve dergâhlarda aşevi kurdular. Yüzlerce çadır imal ettiler. Yakacak topladılar. Seyyar yemek bölükleriyle ayak basmadık yer bırakmadılar. Her evden bir at, her ağıldan iki hayvan seçip açlık ve yokluk içindeki çaresiz kardeşlerine hibe ettiler. 

Sultanlarını da unutmadılar elbette. Selahaddin’e bakmaları için, en iyi hekimlerini; en meşhur şifacılarını, eczacılarını yollara düşürdüler. Seçme askerlerden oluşan dinç birliklerle onun yanına koştular. 

Sultan’ın kardeşi Âdil de Halep’ten yola çıkan iyilik kervanlarını bizzat idare etti. Emniyetlerini sağlamak için yanlarına asker verdi. Kendi şahsi servetinin önemli bir bölümünü bu yolda harcadı. İdarecilerin gevşek yahut bencilce davrandığı beldelere sert mektuplar yazdırdı. Kadî Fadıl ve valilerle haberleşerek bir tür hicret ve yardım koridoru oluşturdu. Çeşitli ülke ve beldelerden gelen, binekleri ve bir miktar harçlıkları olan, aileleriyle hem soğuktan ve kıtlıktan hem de azgın Frenklerden uzaklaşmak isteyen yirmi bin civarında mülteciyi, muhafızlar eşliğinde Mısır’a gönderdi. Yardım faaliyetlerinde Müslümanların idaresi altındaki gayrimüslimlerin unutulmaması için de talimat verdi. Ardından, azıkları Halepli kadınlar tarafından hazırlanmış büyük bir birlikle, dualar ve gözyaşları eşliğinde ağabeyinin yanına, Harran’a giderek bütün korkuları dağıttı. 

Bu sayede, bahar gelmezden evvel bir kardeşlik ve dayanışma baharı yaşanmış oldu. Şehirler yavaş yavaş ayağa kalktı ve ta Konya’dan, Malatya’dan, Bitlis’ten, Hakkâri’den, Remle’den, Meyyafarikin’den, Cizre’den, Hârim’den teşekkür için gelen ulaklar kalelerde, ribatlarda, hanlarda önce birbirleriyle kucaklaştılar. 

 

Selahaddin, Halep’i hiç unutmadı. Onu sevgi ve gururla kollayıp gözetti. Halep de hem o büyük Hıttîn Savaşı’nda ve Kudüs’ün fethinde hem de ardından Avrupa’nın krallarıyla birlikte sel olup yığıldığı Üçüncü Haçlı Seferi’nde onun en büyük destekçisi oldu. 

Sadece mülteciler, muhacirler, mazlumlar değil; şairler, âşıklar, gezginler, memurlar, tacirler de büyük ve cömert bir vilayet olan Halep’in az ekmeğini yemediler. Fırsat bulduğunda, yüzlerce sahaf arasında kaftanının eteklerini savurarak sevinçle mekik dokuyan Osmanlı’nın genç savaş kâtibi Kâtip Çelebi’nin heyecan nidası da sinmişti sokaklarına; tahsil için gittiği Mısır’da kibirli Napolyon’un en büyük generalini öldürerek zorbaları dizüstü bırakan Süleyman Halebî’nin, çocukken Afrin’den bütün Halep’e yayılan munis kıraati de. 

Tarihi dinledikçe, kardeşliğimizi hatırladıkça, müşterek cehdimizi düşündükçe içimiz yanıyor elbette. Gazze’de büyük bir soykırımın yaşandığı şu günlerde, şehirlerimizdeki bencillik ve ırkçılığı gördükçe boğazımıza bir yumru takılıyor. Utanç ve kahır içinde yanan başımızı nereye saklayacağımızı, hangi duvara vuracağımızı bilemiyoruz. Şimdilik çırpınmakla yetiniyor dilimiz. 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Popüler Haberler
Afrika'da Seller Nedeniyle Yaklaşık 1 Milyon Kişi Evini Terk Etti

Mali, Nijerya ve Nijer'de şiddetli yağış ve seller nedeniyle yaklaşık 1 milyon kişi evini terk etmek zorunda kaldı.

İsrail'i Boykot ve Yaptırımlarla Durdurma Fikri Gerçekçi Mi

Filistin'de devam eden işgal nedeniyle İsrail'e karşı boykot hareketlerini sürdürülebilir ve etkili hale getirmek, şu an için en umut verici çözümlerden biri olarak görünüyor.

İsrailli Keskin Nişancı Tarafından Öldürülen Eygi'yi Arkadaşları Anlattı

İsrail'in işgaline karşı gittiği Batı Şeria'da barışçıl gösteri sırasında İsrail askerlerince öldürülen Türk-Amerikan vatandaşı Ayşenur Ezgi Eygi'yi arkadaşları anlattı.

Türk Aktivist Eygi'nin Otopsi Raporu Çıktı İsrailli Keskin Nişancının Kurşunuyla Öldüğü Kanıtlandı

Batı Şeria'nın Nablus kentinde düzenlenen barışçıl gösteride İsrail güçlerince başından vurularak öldürülen Türk aktivist Ayşenur Ezgi Eygi'nin otopsi raporu açıklandı.

Türkiye Diyanet Vakfı, 380 Ton Kurban Etini Gazze'ye Ulaştırdı

Türkiye Diyanet Vakfı (TDV) Genel Müdürü İzani Turan, Kurban Bayramı'ndan bu yana 380 ton kurban etini Gazze'ye ulaştırdıklarını söyledi.