Çok Aktörlü Bir Dünya Mümkün
Demokratik rejimlerde kuvvetler ayrımı ilkesi çok önemlidir, siyasi gücün tek elde toplanması durumunda otoriter rejimler pekişir. Uluslararası platformda, iç politika alanındakine benzer bir ‘kuvvetler ayrımı’ düzeni kurulamaz, ancak küresel gücün tek elde toplanması yerine, çok aktörlü bir yapıya sahip olması daha uygun görülmektedir.
İkinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan iki kutuplu dünya ve iki güç arasında Soğuk Savaş hiç de hayırla yad edilecek hatıralarla dolu değil. Ancak, bu dönemde hiç olmazsa, bir ölçüde güçler dengesi mevcuttu. Doksanlı yılların başında Sovyetler Birliği’nin yıkılışı, Batı dünyasında uluslararası didişmelerin son bulup, dünya barışının önünü açacak bir gelişme olarak yorumlanmıştı. Hatta, ‘tarihin sonu’ ilan edilmişti.
Ancak, bu süreç, tek kutuplu yani ABD’nin hegemonyasının hakim olduğu bir dünyanın önünü açtı. Öncelikle, Sovyetler Birliği’nin yıkılışı ile zayıflayan Rusya’yı çevreleme siyasetinin sınırları alabildiğine genişledi. Soğuk Savaş koşulları altında kurulmuş olan Varşova Paktı’nın ortadan kalkmasına rağmen NATO ittifakı devam ettiği gibi, giderek daha da güçlendi. En önemlisi, Rusya’ya karşı güçlendi, Doğu Avrupa ülkeleri bir yana, bağımsızlığını ilan eden Baltık Cumhuriyetleri NATO’ya dahil edildi. 2008’de, Bükreş toplantısında, Ukrayna ve Gürcistan’ın gelecekte NATO’ya dahil edileceği sözü verildi. Sonrasında neler olduğunu biliyoruz.
Hegemonya ve müdahale politikaları
Diğer taraftan, ‘insani müdahale’ ve ‘Koruma Sorumluluğu’ (Responsibility to Protect/ R2P) adı altında, ABD ve NATO askeri müdahaleleri meşrulaştırıldı. 11 Eylül sonrası, ‘İslami terörle mücadele’ gerekçesi ile dünyanın dört bir yanında ABD askeri varlığına (CENTCOM, AFRICOM gibi) alan açıldı. ABD hegemonyasını savunanlar, bu hegemonyayı hüsnü tabirle (euphemism) ‘Amerikan barışı’ (Pax-Americana) olarak tanımlıyorlar. Onlara göre, dünya ölçeğinde irili ufaklı güçlerin çatışması yerine, büyük bir gücün hakimiyeti istikrar ve barışın hakim olduğu bir düzenin kurulmasını sağlar. Bu görüş çok tartışma götürür, ancak en azından geldiğimiz noktada tam tersinin yaşandığı açık. Dahası, çok aktörlü bir dünyanın illa çatışmacı olması gerekmiyor, barışçıl iş birliği yönünde uzlaşmanın yolunu bulmak için çaba harcamak da mümkün.
Diğer taraftan, demokrasi ve barış adına girişilen çatışmaların bu ilkelerin hakim olduğu bir dünya yerine, bir yandan sıcak savaşları, diğer yandan ABD hegemonyasına itirazı olan ülkelerin içe kapanmasına ve otoriter siyasetler benimsemesine neden olduğu ortada. Batı dışı dünya bir yana, ‘gelişmiş Batı demokrasileri’ denilen ülkelerde, otoriter, ırkçı, aşırı sağ siyasetlerin yükseldiğine tanık oluyoruz. ‘Popüler otoriter’ denilen siyasetlerin itibar görmesinin ardında yatan nedenleri sorgulamak gerekiyor. Zira, ABD merkezli Batı hegemonyasının öngördüğü dünya düzeninin sadece güçlü ülkelerin çıkarları yönünde işliyor olması, bu ülkeler içinde yaşayan herkesin çıkarlarını temsil etmiyor. Sermayenin küreselleşmesi süreci, bu ülkelerde de güçlü bir azınlık dışında kalanları mağdur ediyor. Bu duruma itiraz, pek çok durumda göçmen düşmanlığını, ırkçılığı besliyor.
Batı müdahalelerinin global etkileri ve demokrasi krizi
Batı dünyası, Batı dışı dünyada, güvenlik adına ülke dışı müdahaleler ve askeri harcamaların maliyetinin sonucunda bu ülkelerde yaşam koşullarının kötüleşmesine dikkat çekiyor. Bu ülkelerde, izlenen siyasetlere karşı isyan ve itirazlar ‘demokratik’ talepler olarak görülüyor. Ancak, aynı durumun başta ABD olmak üzere Batı ülkelerinde de benzer hoşnutsuzluklar yarattığı görmezden geliniyor. Küresel çapta yaşanan ‘demokrasi krizi’ ile bu gerçekler arasındaki bağlantı gözlerden ırak tutuluyor.
En önemlisi, İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan ‘dünya düzeni’ çerçevesinde, Batı ittifakının güç ve hegemonya siyasetlerini, dünyaya ‘demokrasi ve barış’ getirmek kisvesi altında meşrulaştırılmış olması, bu kavram veya değerlerin içini boşalttı. Önce komünizmle mücadele, sonra otoriter rejimler ile mücadele, sonra radikal İslam ile mücadele, şimdilerde yine otoriter rejimlere karşı ‘liberal demokrasilerin savaşı’ adı altında, küresel ölçekte çatışmalar, savaşlar azalmadı, çoğaldı. Bunu yeryüzünde yaşayan herkes görüyor ve sonuçta ‘demokrasi’ idealine güven zedeleniyor. Bu durum Batı dışı dünyada Batı düşmanlığını, Batı dünyasında demokrasiyi temsil etme iddiasında olan seçkin zümreye karşı öfkeyi körüklüyor. ABD’de Trump’ın seçmen desteğini koruması, Batı Avrupa ülkelerinde ABD dış politikasının koşulsuz destekçilerine karşı popülist çıkışların yükselmesi boşuna değil.
Mesela, Almanya’nın, Rusya-Ukrayna savaşının kaybedenleri arasında olduğunu unutmayalım. Rusya’ya karşı ekonomik yaptırımlar çerçevesinde, Almanya’nın Rusya ile enerji bağını kopartmak durumunda kalması sonucu, ekonomik durgunluk yaşanıyor. Bu ve benzeri durumlar, Batı ülkelerinde de siyasetin aşırı uçlara savrulması sonucunu doğuruyor.
Batı dışı dünyada, ABD’nin Rusya ve Çin’e karşı beklediği desteği bulamamış olması, Pax-Americana hayalinin karşılığı olmadığını gösterdi. Rusya’da otoriter rejime karşı dünyayı ayağa kaldırmaya çalışan Biden dış politikası, Hindistan’ın desteğini kazanmak için bu ülkenin otoriter rejimini görmezden geliyor. Orta Doğu’da ABD’nin en sadık müttefiklerinden Suudi Arabistan, Biden’ın katil dediği Veliaht Bin Salman’ın ayağına gitmesine rağmen petrol fiyatlarını düşürmüyor, Çin aracılığı ile İran ile görüşüyor.
Kısacası, tüm süreçler, çok aktörlü bir dünya düzene doğru evrilirken, tek kutuplu dünya özleminin zemini ortadan kalkıyor. Her şeye rağmen bu ısrarı sürdürmek, yeni sıcak çatışmaları körükleme riski taşıyor. Umalım, bu çerçevede, İsrail-Hamas savaşını İran’a doğru yaymak şeklindeki senaryo gerçekleşmez.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Daily Sabah Yayın Koordinatörü Dr. Mehmet Çelik, 18-19 Kasım'da Brezilya'nın Rio de Janeiro kentinde gerçekleştirilen G20 Liderler Zirvesini ve sonuçlarını değerlendirdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, G20 Zirvesi dönüşü yaptığı açıklamalarda, İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırganlığını kınarken, Ukrayna-Rusya savaşında daha fazla silahlanma yerine diplomasi ve barış çabalarının öncelikli olması gerektiğini vurguladı.…
Türk firmasına ait Panama bandıralı Anadolu S adlı kuru yük gemisine Yemen açıklarında Husiler tarafından füze saldırısı düzenlendi. Dışişleri Bakanlığı, saldırıyı şiddetle kınayarak benzer olayların önlenmesi için gerekli girişimlerde bulunulduğunu…
Orta Doğu araştırmacısı Mehmet Akif Koç, Kıta Avrupa’sında başlayan ve hızla küresel bir çatışmaya dönüşen II. Dünya Savaşı’nın Orta Doğu’ya yansımalarını ve bölgenin savaş sonrası kaderinin şekillenmesindeki etkilerini Fokus+ için inceledi.