İktidarının 25. Yılında: Putin’in Yükselişinin Perde Arkası

Şener Aktürk
Prof. Dr. Şener Aktürk, Vladimir Putin'in Rusya'da iktidara geliş süreci, bu sürecin arka planı ve nasıl tanınmayan bir istihbarat memuruyken, Boris Yeltsin tarafından önce başbakan vekili, ardından devlet başkanlığına getirildiğini Fokus+ için kaleme aldı.
İktidarının 25. Yılında Putin’in Yükselişinin Perde Arkası
26 Ağustos 2024

Bundan 25 yıl önce, 9 Ağustos 1999‘da o dönemde Rus siyasetinde dahi pek tanınmayan ve daha bir yıl önce Rus istihbarat teşkilatı FSB’nin başına atanmış olan Vladimir Vladimiroviç Putin, Devlet Başkanı Boris Yeltsin tarafından önce Başbakan Yardımcısı, aynı gün içinde de Başbakan vekili olarak atandı. 2000 yılında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ise aday olarak Yeltsin tarafından destekleneceği açıklandı.   

Dünya siyaseti için önemli, Türkiye’nin ise yakın çevresindeki en büyük askeri ve siyasi güç olan Rusya’nın liderliğinin adeta gümüş tepsi içinde sunulduğu bu istihbaratçının yükselişi, kimi ve neyi temsil ettiği, kamuoyumuzda yeterince bilinmiyor veya artık pek hatırlanmıyor. Hatta yeterince hatırlanmadığı gibi, Putin’in kimi ve neyi temsil ettiği, nasıl olağanüstü koşullar yaratılarak Rusya’nın yönetiminin ona adeta ikram edildiği, Putin taraftarı propaganda ile perdeleniyor ve gerçeklikten kopuk bir Putin efsanesi inşa ediliyor.  

Putin’in siyasi ve toplumsal kökenlerini, 1999’dan günümüze Batıya, Türkiye’ye, Rusya’daki ekonomi, kimlik ve güvenlik sorunlarına yaklaşımını bilenler veya hatırlayanlar bu 25 yıllık süreçte gitgide azaldığı için, Putin’in destekçileri tarafından bilinçli olarak inşa edilen yanıltıcı efsaneye inanan da azımsanmayacak kadar geniş bir kitle var. Özellikle bugün artık unutulan iktidara geliş şekli ve ilk yılında uygulamaya koyduğu politikalara odaklanarak, Putin’in ortaya çıkışı ve yükselişine dair önemli bazı noktalara kısaca değinebiliriz.  

Halkın desteğiyle gelen popüler lider değil, derin devleti temsilen atanan memur  

Putin, vekaleten başbakanlığa atandığı 1999 yılında dahi Rus siyasetinde pek bilinmeyen, istihbarat teşkilatının başına yeni atanmış bir memurdu. Halk nezdinde kayda değer bir popülaritesi yoktu. Rusya tarihinin, tamamen adil olmasa da nispeten rekabetçi ve sonucu önceden belli olmayan seçimlerle iktidara gelmiş tek devlet başkanı Yeltsin… Her ne kadar Yeltsin’in pek çok politikasını, iç ve dış siyasal tercihini sonuna kadar eleştirsem de kendisinden önce ve sonra gelen tüm Rus liderlere göre daha demokratik ve rekabetçi bir sistemin içinden seçildiği bir gerçek. Bir bakıma Rusya’da 1990-1991’de Yeltsin’in önderlik ve inşa ettiği kısmen demokratik rejim, son derece şaibeli 1996 seçimleriyle yine kendisi tarafından büyük ölçüde son erdirilmiş oldu.  

Yeltsin, siyasi desteğinin dibe vurduğu ikinci devlet başkanlığı döneminin son yılında, yerine güvenebileceği bir halef arıyordu. Putin’i olduğu konuma yükselten başlıca etken, Yeltsin’in kendisine halef olarak güvenip seçtiği bir kişi olmasıydı. Bu dönemde Yeltsin’in esas endişesi, parlamentoda (Duma) komünist ve faşist partilerin de desteğini alarak başbakan olan ve Yeltsin’e karşı daha bağımsız ve öngörülemez bir aktör olan Yevgeni Primakov’du. 18 yıl Moskova belediye başkanlığı yapan Yuri Lujkov da bir başka potansiyel bağımsız adaydı. Bu da yetmemiş olmalı ki 31 Aralık 1999’da yani 20. yüzyılı 21. yüzyıla bağlayan yılbaşı gecesi, görev süresinin dolmasında daha aylar varken, Yeltsin aniden istifa ederek daha seçim kazanmamış Putin’e vekaleten devlet başkanlığı görevini de hediye etti.   

Putin’e dair yanlış bilinen ve halen Putin efsanesini besleyen önemli bir nokta tam da iktidara gelişine ilişkin: Putin başbakanlığa, halkın desteğiyle popüler bir lider olarak değil, Rusya’da derin devleti temsilen atanmış bir memur olarak geldi. Yine bazılarının düşündüğünün aksine, Putin Yeltsin’e karşı bir isyanın, bir muhalefetin lideri olarak değil, bizzat Yeltsin hanedanı tarafından güvenilir bir figür olarak seçilerek önce vekaleten başbakanlığa ve sonra da vekaleten devlet başkanlığına getirildi.   

Putin’in aksine uzun yıllar boyunca siyasette kendini kanıtlamış, nispeten popüler ve kendi güçleriyle seçilme şansı olabilecek Primakov ve Lujkov gibi adayların yerine Yeltsin liderliğinde derin devletin daha güvenilir bularak liderliği adeta hediye ettiği bir adaydı Putin. Dolayısıyla Putin’i günümüzde rekabetçi demokratik siyasi sistemlerde sıklıkla rastlanan “popülist” siyasetçilerle aynı kategoride değerlendirmek çok büyük bir yanlış. “Popülist” siyasetçiler adı üstünde büyük bir toplumsal destekle, çoğunlukla dışlanmış çevrenin tepkisini ve taleplerini siyasi merkeze taşırken, Putin derin devletin, yani merkezin de çekirdeği diyebileceğimiz bir kökenden gelip devlet yönetiminin ikram edildiği bir aktör.   

Nomenklatura yönetiminde tercih edilen siloviki Putin  

Sovyetler Birliği’ni totaliter bir şekilde yöneten Sovyetler Birliği Komünist Partisi (KPSS) üyeleri arasında en üst tabakayı oluşturan ve “nomenklatura” olarak bilinen kesim, aslında komünizmin çöküşü ve özel mülkiyetin yasallaşmasından sonra da gücünü korudu. Benim de büyük ölçüde katıldığım değerlendirmeye göre nomenklaturanın reformcu kanadı komünizmden vazgeçilip bir çeşit serbest piyasa ekonomisine ve rekabetçi siyasi sisteme geçişi tercih ve idare etti. Komünizmin çöküşünden sonra Rusya’da demokrasinin gelişememesini, aynı seçkin sınıfın, yani nomenklaturanın, komünizm sonrası dönemde de yönetimde olmasına bağlayanlar var. Örneğin anti-komünist demokratların önde gelenlerinden ve 1990’larda siyaseten en popüleri olan Yeltsin, 1960 yılından itibaren Komünist Parti üyesi olduğu gibi, yaklaşık on yıl boyunca partinin Sverdlov ilindeki en üst düzey yöneticisi (Birinci Sekreter) olarak da görev yapmıştı. Bu bakımdan da Yeltsin, Putin ve Rusya’nın günümüzdeki siyasi ve ekonomik seçkinleri Komünist Parti dönemi nomenklaturanın bir kanadının devamı sayılabilir.   

Nomenklatura içinde de “siloviki” (güç sahipleri) olarak bilinen ve kökenleri şiddet kullanma yetkisine sahip devlet kurumlarına dayanan ekip, yani geçmişte istihbarat (Sovyet döneminde KGB ve Sovyet sonrası dönemde FSB), askeriye, polis, savunma ve içişleri bakanlıkları bünyesinde çalışmış olanlar, Putin ile yükselişe geçti. Putin’in iktidarında önemli görevlere atananların çok büyük bir kısmı kendisi gibi siloviki geçmişi olan güvenlik sektöründen gelen kimseler. “Siloviki” geçmişi hem Putin’in Yeltsin’in halefi olarak seçilmesini ve kendi çevresindeki güvendiği adamlarının da büyük ölçüde siloviki kökenli oluşunu, hem de vekaleten başbakanlığa atandıktan sonra nasıl kısa bir sürede popüler bir siyasetçi olarak pazarlanabildiğini açıklıyor.   

Putin nasıl popüler oldu? Şaibeli apartman bombalamaları ve Çeçenistan’ın işgali  

Putin’in Rusya’da “televizyon çağına” uyum sağlamış ilk lideri olduğu ve kamuoyuyla paylaşılan tüm konuşma, fotoğraf ve etkinliklerinin çok dikkatli bir şekilde önceden planlandığı söylenir. 1999’da Putin’e bu imkanları sağlayan derin devletin yanı sıra Yeltsin ve zengin ettiği dolar milyarderi oligarkların olağanüstü desteğiydi. Dolayısıyla Putin’in görünürde ani çıkışları, beklenmedik açıklamaları, kamera önünde valileri, bakanları, dolar milyarderi işverenleri azarladığı etkinlikler, önceden dikkatle tasarlanmış güçlü ve kararlı Putin imaj çalışmasının bir parçası olarak düşünülebilir.   

Kamuoyunda pek az tanınan Putin’in başbakan olmasının üzerinden bir ay geçmeden aniden popülerleşmesini sağlayan ise Moskova, Buynaksk ve Volgodonsk şehirlerinde apartmanların bombalanması sonucu üç yüzün üzerinde insanın ölmesi ve bombalamaları Çeçen teröristlerin yaptığının iddia edilmesiydi. Ödüllü gazeteci Catherine Belton’un yakın dönemde yayınlanan Putin’s People: How the KGB Took Back Russia and Then Took On the West (Putin’in Adamları: KGB Rusya’yı Nasıl Geri Aldı ve Sonra da Batıyla Kapıştı) kitabında da bahsettiği ve pek çok Rus kaynağın da değindiği üzere, bu bombalamaların yapılabilmesinde Rus gizli servisi FSB’nin dahli olduğu, bizzat Rus gizli servisi yapmamış olsa bile Moskova gibi Çeçenistan’dan yüzlerce kilometre uzaklıktaki bir şehirde apartman bloklarına bombalar yerleştirilerek havaya uçurulmasına göz yumdukları hep konuşuldu. Her halükarda bu bombalamalar ve bazı Çeçen birliklerinin Dağıstan’a girmesi, Putin’e olağanüstü kalabalık bir orduyla Çeçenistan’ı işgal etmesi için yeterli mazereti ve popüler desteği sağladı. Oysa 1996’da Çeçen kuvvetlerinin zaferiyle sonuçlanan Birinci Çeçen Savaşı Rus kamuoyu nezdinde hiç de popüler değildi ve halkın büyük kesimi Çeçenistan’ın Rusya’dan ayrılmasıyla sonuçlansa bile savaşın bitmesine taraftardı. Günümüzde pek hatırlanmasa da Çeçenistan, Rusya ile 1996 yazında imzalanan Hasavyurt Uzlaşısı gereği 1996-1999 yılları arasında fiilen bağımsızdı ve sadece uluslararası hukuki statüsünün kararlaştırılması 5 yıl sonrasına, yani 2001 yılına, ertelenmişti.   

Putin daha iktidara geldiği ilk aylarda verdiği ve kitap olarak da yayınlanan meşhur bir röportajında, Kafkasya sorununu çözmenin, yani Çeçen bağımsızlık hareketi başta olmak üzere Kuzey Kafkasya’daki çoğunluğu Müslüman halkların siyasi hak taleplerini bastırmanın, kendi “tarihi misyonu” olduğunu açıkça ifade etmişti. Hakikaten Yeltsin hanedanının ve onların zengin ettiği dolar milyarderi oligarkların olağanüstü desteğinin üzerine Çeçenistan’ı kısa sürede başarılı bir şekilde işgalin getirdiği popülarite, daha birkaç ay öncesine kadar tanınmayan Putin’in 2000 yılının mart ayında devlet başkanlığı seçimlerini kazanmasına yetti. Putin’in 25 yıl önce bugünlerde başbakan yardımcısı ve vekaleten başbakan olarak siyaset sahnesine çıkarak iktidara getirilmesinde, nomenklatura ve siloviki olarak bilinen derin devlet seçkinlerinin belirgin tercihleri ve olağanüstü rollerini ve Çeçenistan’ın bağımsızlığının ortadan kaldırılmasının kritik önemini hatırlatmakta fayda var. Çeçenistan’daki bağımsızlık hareketinin İslami boyutu ve uluslararası bağlantıları da Putin’in “İslam meselesi” ve Müslüman ülkelere yaklaşımından Afganistan’dan Suriye’nin işgaline kadar takip ettiği politikaların motivasyonu ve arka planına ilişkin bir fikir vermektedir. Fakat Putin’in iktidara geldiği günden bugüne kadar belirginleşen jeopolitik kimliği ve tercihleri ayrı bir yazıda değerlendirilmeyi hak ediyor.  

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Popüler Haberler
Cep Telefonları Da Çağrı Cihazları Gibi Uzaktan Patlatılabilir Mi

İsrail’in Lübnan ve Suriye genelindeki telsiz ve çağrı cihazlarına yönelik saldırılarında 32 kişi hayatını kaybetti, 3 binden fazla kişi yaralandı. Bu saldırıların ardından cep telefonları da uzaktan patlatılabilir mi sorusu gündeme geldi. Peki,…

Bin Selman, Bağımsız Filistin Devleti Olmaksızın İsrail'le İlişki Kurulmayacağını Açıkladı

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, bağımsız bir Filistin devleti kurulmadığı sürece ülkesinin İsrail ile diplomatik ilişkilerde bulunmayacağını söyledi.

Çağrı Cihazı ve Telsiz Saldırıları 21. Yüzyılın Yeni Tehdidi

ABD’li jeopolitik uzmanı emekli Yarbay Rich Outzen, Lübnan’da bombalı çağrı cihazı ve telsiz saldırısının hacmi itibarıyla 21. yüzyılda herkesin dikkate alması gereken yeni bir tehdit türü olduğunu söyledi.

Lübnan Başbakanı Çağrı Cihazı ve Telsizlerin Patlatılmasında İkinci Dalga Sona Erdi

Lübnan Başbakanı Necip Mikati, ülkesinin iki gündür tanık olduğu çağrı cihazı ve telsizlerin patlatılmasında ikinci dalganın sona erdiğini, hastanelere yeni yaralı gelmediğini bildirdi.

Lübnan’daki Patlamalar Çağrı Cihazları Bombaya Dönüştü!

Lübnan'ın başkenti Beyrut'ta Hizbullah mensuplarına ait çağrı cihazlarının patlaması sonucu 12 kişi hayatını kaybederken, 2 bin 800’den fazla kişi yaralandı. Olayın İsrail ile Hizbullah arasındaki gerilimin tırmandığı bir dönemde gerçekleşmesi…